Anı yazarlığı, yazarın geleceğe bırakmaya değer bir eseri olduğunu düşünmesiyle başlar. 2000’lerin başından itibaren birçok anı yayımlandı. Alışık olduğumuz bürokrat, bilim insanı, edebiyatçı ya da yüksek siyasetten gelme bildik kişiliklerin değil, 1960’ların sonunda devrimci gençlik mücadelesinde yer alan kuşağın anıları. Kendi yaşamlarını devrimci bir pratik ile gündelik olandan koparmış, gündelik hayatı dönüştürmek için ‘devrim’e adanmış hayatların izleri. Türkiye devrimci hareketinin içinde yer almış; kızgınlıkları, kırgınlıkları, düşleri ve umutlarıyla hala aramızda olan bir kuşak, Türkiye’nin geleceğine bu anılarla sesleniyor: 1970’lerde devrimciler gerçek üstü diyebileceğimiz bir dünyanın kapısını araladılar. Kapı sertçe kapandı, anahtarı da kayıp. Ama gördükleri, bildikleri var o dünyaya dair.
Bu görülen ve bilinenlerin paylaşılması, aynı kuşak içinde çokça tartışmaya neden oldu. Eski dostluklar, düşmanlıklar, siyasetin devam eden çatışmalarının geçmişteki izleri yazılanlar üzerinden kısır tartışmalara, kavgalara zemin hazırladı. Herkesin kendi istediğini, kendi istediği gibi hatırlamasından doğal bir şey yok. Fakat, Türkiye devrimci hareketine 12 Eylül sonrası zayıflığında bağlanan kuşaklar için anlatılanların söz konusu tartışmalardan çok ayrı bir anlamı var. Dünün kuşakları hayal edilebilir bir dünyayı arzuluyordu. Önlerinde iyi ya da kötü ama güçlü ve gerçekleştirilebilir örnekler vardı. Bugünün kuşakları hayal edilmesi güç ama her geçen gün kaçınılmazlığı mutlaklaşan bir dünyayı arzuluyor. Önlerinde iyi ya da kötü hiçbir örnek yok. Bu nedenle ülkenin kızıl toprağına karışmadan tanınan, dinlenen ya da okunan her devrimcinin bugünün kuşakları açısından bir anlamı var.
Bu açıdan önemli bir boşluğu kapatma uğraşı içinde olan Özgür Açılım Yayınları’nın 2012’den bu yana sürdürdüğü sözlü tarih çalışmasının ikinci ürünü, Tarihle Söyleşiler 2 yayımlandı. Türkiye’nin en kitlesel devrimci hareketi Devrimci Yol’un orta kadrolarından üç isim, Halil İbrahim Arı, Halil Yasin Ketenoğlu ve Sedat Kesim ile yapılan söyleşiler, hem Devrimci Yol hem de dönemin devrimci hareketlerine dair dünün eleştirisine ve bugünün stratejilerine katkı sunacak nitelikte. Söyleşiler, doğum yeri, ailenin yaşam koşulları, aile ortamından çıkışın ardından hangi çevreyle nasıl temas kurulduğu gibi sorularla başlıyor. Ardından benzer yollarla ve farklı deneyimlerle biçimlenen devrimci faaliyetler, cezaevi süreçleri ve sonrasına ilişkin sorular geliyor. Bu sorulara verilen yanıtlar ayrı ayrı değer taşısa da bugüne ilişkin verilen yanıtlarda görülen 1970’li yıllara özlemin, yaşlının gençliğe duyduğu arzunun fersah fersah ötesinde olması, Devrimci Yolculuğun yarattığı öznelliği ortaya koyması bakımından ayrıca dikkate değer. Üç isim de yaşamlarının dönüştüren, trajedinin çarkını çalıştırarak onları gündelik olanın vurdumduymazlığından çıkaran ve yeni bir dünyanın demiurgosları, inşacı tanrıları haline getiren Devrimci Yolculuğa tutkuyla bağlılıklarını ifade ediyor.
Kitabın sayfalarını çevirdikçe Devrimci Yol hareketinin kitleselliğinin de bu bağlılıklarda yattığı anlaşılıyor. Anlatıcıların da aktardıkları gibi hareket ara kadrolara dayanıyor. Direniş komiteleri gibi dünya devrimcilerine örgütsel bir miras olacak kadar önemli bir girişim bu kadroların çalışmalarıyla ortaya çıkıyor. Kadroların kullandığı inisiyatife göre şekillenen bu yapılarda halk bir yandan kendine yönelen saldırılara cevap verebilecek gücü, diğer yandan kendi gündelik pratiğini dönüştürmeye yönlendiriliyor. Böylece, tepeden gelen emirlerin yerine getirildiği değil, çoğu zaman tepeye ulaşma imkânının bile olmadığı gündelik pratik içinde, hareketin devamının ve güncelliğinin esas olduğu bir politikanın olanakları yaratılmış oluyor. İşte devrimci özgüvenin dayanakları, hareketin kitleselliğinin nedeni de burada yatıyor. Kitabın içinde Halil İbrahim Arı’nın 1981’de yakalanmasının ardından yaşadığı bir olaya ilişkin aktardığı bir anı bu özgüvenin karşısında devletin kendini bu nasıl konumlandırdığını çıplak biçimde ortaya koyuyor:
“… ‘Sivas Valisi seni görecek’ dediler… Beni alelacele aldılar, sakallarımı kestiler, hazırladılar, üzerimi değiştirdiler, yukarıya emniyet müdürünün odasına çıkardılar. Baktım Vali de gelmiş… O da Siyasal mezunu, bizden sekiz on devre önce. Oturduk, o Emniyet Müdürü’nün makamında oturuyor, karşımda Emniyet Müdürü, bir tarafta da ben oturuyorum… ‘Ben bir şeyi merak ediyorum’ dedi Vali, onu da tarihe not olsun diye söyleyeyim, ‘Ne hakla sen benim ilçelerimi Malatya’ya bağladın?’ dedi. ‘Kalkmışsın Divriği ile Kangal’ın bir kısmını Malatya’ya bağlamışsın bir de Gürün’ü Kayseri’ye bağlamışsın. Bunu nasıl yaparsın? Vilayetimizin birimlerini böyle kafana göre nasıl dağıtırsın?’ Ciddi ciddi kızmış bana! ‘Biz de böyle örgütlendik, bizim yapılanmamız böyleydi. Bunun için özel izin mi alacaktık gibi bir şeyler söyledim…’ (s. 98)
Vali ve İbrahim Arı arasında geçen diyalog iki ayrı dünya arasındadır aslında. Birincisi, bütün sınırlarıyla sabitlenmiş ve bunu korumaya çalışan, bunu korurken o sınırların belirlediği baskı, sömürü ve keder dünyasını idame ettirmeye çalışan devlet dilidir. İkincisi, sabitlenmiş olanı umursamayan, baskı ve sömürü düzeni karşısında kendi düzenini kurmaya çalışan ve en zayıf anında neşesini korumaya çalışan hayatın, devrimcinin dilidir.
Tarihle Söyleşiler 2’nin hazırlayıcıları, devrimcinin dili kullanışının en güzel örneklerinden birini de kitabın sonuna eklemiş: Devlet güçleri tarafından öldürülen Hüseyin Cevahir’in Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisiyken 1969 yılında Yordam Dergisi’nde yayımlanan şiir eleştirisi. Yazı, devrimcinin zarafetini, yalınlığını ve zekâsını her sözcüğünde ortaya koyuyor. Cevahir, Fazıl Hüsnü’nün şiirine ilişkin eleştirisini şöyle noktalıyor: “Son otuz yıllık yapıtlar etraflıca gözden geçirilirse bugüne ışık tutar kanısındayım. Böylece hem iyi yanları ayırmış olacağız hem de genç kuşak öncekilerin düştüğü yanılgıları yinelemeyecek.” (s. 331)
Evet, becerebilen her kuşak kendi şiirini yazacak. Gezi belki yeni bir şiir deneyimiydi, onu ileriye taşımak için kendi şiirini yaratan önceki kuşakları etraflıca incelemek, deneyimlerini eleştirel bir süzgeçten geçirerek bedenlerimize aktarmak gerekiyor.
TARİHLE SÖYLEŞİLER 2, Halil İbrahim Arı, Halil Yasin Ketenoğlu, Sedat Kesim, Özgür Açılım Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder