Sansürün içinde, sansüre rağmen açığa çıkan bir edebiyattır Bulgakov’unki. Hatta tıpkı Zamyatin’in edebiyatı gibi Bulgakov’un özgün dilininin de sansür sayesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Sovyet sansürü Walter Benjamin’in Moskova Günlüğü’nde değindiği gibi, devrimci olduğu için “yeni” olarak ortaya çıkan kültürün, yeni olmasından dolayı tarihsiz oluşu ile, kendi tarihini barındıran burjuva kültürünü kapsamaya çalışması sırasında açığa çıkan çelişkiyi örtbas etmek için kullanılmaktadır. Moskova Günlüğü’nde bunun en açık örnekleri, devrim sonrası Moskova’da sahnelenen tiyatro oyunlarıyla verilir: Gogol’ün Müfettiş isimli oyunu Sovyet yönetmeninin tasarladığı reji ile dar bir mekâna sıkıştırılarak verilmeye çalışılmaktadır. Benjamin’e göre, tabi olunan ideoloji oyunu ne kadar daraltıyorsa, Sovyet rejimi de tabi olduğu ideolojiyle birlikte Moskova’yı bir o kadar daraltmaktadır. Benjamin’in, tiyatro sahnelerini devrim sonrası Moskova’sının minör örneği olarak ele aldığı diğer örneği ise Aiskhylos’un Oresteia’sı üzerinedir. Moskova’da sahnelenen Oresteia Benjamin’in sözleriyle, adamakıllı örümceklenmiş bir saray tiyatrosu tarzında sahnelenmiştir; yönetmen, en temel mesleki beceriden yoksun olduğu gibi, Aiskhylos sahnelemek için mutlaka gereken en temel bilgi birikiminden de yoksundur. Bu daraltmaya ve yoksunluğa ilaç olarak ortaya konan şey ise pek tabii sansürdür. Sansür, geçmiş kültürün taşıdığı sanat objesini paketlemeyi hedeflemektedir; fakat bu paketleme sırasında gözden kaçan şey geçmiş kültürün tarihinin de görünmez kılındığıdır. Bulgakov’un edebiyatı da, tam olarak bu görünmez kılma çabasından kaçınmak uğruna geliştirilmiş manevralarla özgünleşmiştir. Bulgakov’un Kader Yumurtaları isimli eseri bu kuşatıcı sansürün içinde, sansüre rağmen onu betimleyerek ve aşmaya çalışarak ortaya çıkmış bir novelladır. Belki novella oluşunun nedeni bile bir çeşit manevradır.
Anlamak ve fayda sağlamak çabalarının körlüğü
Bulgakov’un eseri iki ana eleştiri barındırıyor. Bunlardan ilki, bilim dışındaki her şeye nötrleşmiş bilim insanının sahip olduğu duyarsızlığa karşı geliştirilmişken, diğeri ise keşfedileni “anlamak” yerine, henüz ne idüğü belirsiz olan bu keşiften “fayda sağlamak” isteyen ideolojik yaklaşıma karşı geliştirilmiştir. Novellanın kahramanı Persikov, zooloji, embriyoloji, anatomi, botanik ve coğrafya konularında otorite olan bir profesördür. Bu konularda konuşurken tam bir canavar kesilen Persikov, bunlar dışındaki şeylere karşı sonsuz bir ilgisizlik içindedir; örneğin gazete okumaz, tiyatroya gitmez ya da içine gömüldüğü çalışmalarından dolayı karısının ondan ayrıldığını bile fark etmez. Persikov çalışmalarına devam ederken şans eseri bir kızıl ışın keşfeder. Bu ışın, Persikov’un üzerinde çalışmalar yaptığı embriyolarına, bilinen gelişim kurallarını yıkan bir çoşkunluk vermektedir. Kızıl ışına maruz kalan embriyolar akıl almaz bir hızla gelişerek, güneş ışığı altında gelişmeye çalışan güçsüz embriyoları yok edip, iki gün içerisinde kurbağaya dönüşmektedirler. Persikov’un amacı, keşfettiği bu ışının ne olduğunu anlayana kadar üzerinde çalışmalar yapmaktır. Bu sırada onun yaşam veren kızıl ışınının haberleri bütün Moskova’ya yayılmıştır, fakat elbette medyayı takip etmeyen Persikov’un bütün bu olan bitenden hiç haberi olmamıştır. Onunla buluşu hakkında röportaj yapmak isteyen gazeteciler, evlenmek isteyen yedi odalı dullar, ona ödül vermek ve onun çalışmalarını sahiplenmek isteyen kızıllar birbiri ardına Persikov’un peşine düşerler. Bulgakov’un vurgusu da, üstte bahsettiğimiz haliyle Benjamin’in Aishylos oyununu sahneye taşımayı amaçlayan Sovyet yönetmeni örneğiyle vermeye çalıştığı gibi, ele alınan konuların henüz ne olduğunu bile anlamadan ondan bir fayda sağlamaya çalışan ideolojinin anlamsız çabasına işaret etmektedir. Yalnız bilim üzerine çalışma yapmak isteyen insan bilimi etkileyen dış etmenlere körleşirken, özel konularla ilgili iç etmenleri bilmeyen ideoloji ise keşiften sağlamaya çalıştığı fayda ile keşfin kendine ve keşfi anlamaya çalışan kişiye körleşmektedir.
Sansürden sıyrılan karamizah
Tam Persikov’un ışını Moskova’nın gündemine oturmuşken, bir kıran neredeyse şehirdeki tüm tavukların sonunu getirecektir. Tavuk kıtlığıyla baş etmek isteyen SSCB yönetimi Kadert isimli bir memuru Kızıl Işık Örnek Üretim Çiftliği’nin başına getirerek, Persikov’un ışını ile tavuk yumurtalarının gelişimini hızlandırıp, şehri tavuk kıtlığından kurtulmaya niyetlenir. Kadert Persikov’un yanına gelir ve ona yönetimin bu niyetinden bahseder. Persikov neredeyse çıldıracak noktaya gelmiştir, çünkü kendi bile bu ışının nelere yol açabileceğini test etmemişken, bu işlerden hiç anlamayan birilerinin ortaya çıkıp da kızıl ışını hayvan üretimini hızlandıracak bir alet olarak kullanmayı düşünüyor olmaları delicedir. Birkaç gün sonra korkunç bir felaket baş gösterir: Yumurtalardan çıkanlar Kadert’in ve SSCB’nin beklendiği gibi tavuklar değil, on metrelik sürüngenlerdir ve bunlar korkunç bir hızla bütün şehre yayılmaktadırlar. Işını bulduğu için göklere çıkarılan Persikov, şimdide şehre bu korkunç sürüngenleri yayan ışını keşfetmiş olması dolayısıyla nefret edilen birine dönüşecektir. Kızıl Ordu sürüngenleri yok etmek için harekete geçerken halk da Persikov’dan intikam almak için harekete geçecektir. Persikov’un ise yine bütün bu olan bitenlerden haberi yoktur, çünkü onu ilgilendiren tek şey ışının anlamıdır. Bulgakov’un, okura bir çıkmaz gibi sunduğu bu ikilikte parıldayan şey ise hem kendini hem de edebiyatını kurtaran karamizahıdır.
KADER YUMURTALARI, Mihail Bulgakov Çev. Erdem Erinç, Everest Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder