Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in dünya çapında yirmi dile çevrilen novellası Kâğıt Ev, Türkiyeli okurlarla henüz buluştu. Jaguar Kitap sayesinde ve Seda Ersavcı’nın çevirisi ile Ocak ayından itibaren raflardaki yerini aldı.
E-kitapların, PDF’lerin, sanal kütüphane ve kitap depolama programlarının hızla yaygınlaştığı böylesi bir zamanda Kâğıt Ev matbunun, mürekkebin, sert ciltlerin, kütüphanelerin ve bunlara değer veren tutkulu insanların kıymet-i harbiyesini gözler önüne seriyor. Hacimce küçük olan kitap, sayfalarında akıp giden kurgusuyla oldukça uzun bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Kimi zaman kıtalararası kimi zaman ise kitap düşkünü insanların kaderleri arasında olan bu uzun yolculuk sarsıcı bir cümleyle başlıyor: “1998 ilkbaharında Bluma Lennon, Soho’daki bir kitapçıdan Emily Dickinson’ın Şiirler’inin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında bir arabanın altında kaldı.” Akabindeki cümlede ise, “Kitaplar insanların kaderlerini değiştirir.” diyen yazar esasen, her sayfaya kitaplar ve insan kaderi arasındaki bu güçlü ilişkiyi işlemiş.
Kitabın başkarakteri olan yazarın kaderinin değişmesine müsebbip olan ilk adım; Bluma Lennon’ın ölümünün ardından yazarın eline geçen bir postadır. Posta, merhum meslektaşına aittir ve kuma çakıla bulanmış, eski, toz içinde bir kitaptır. Kitap, Joseph Conrad’ın Gölge Hattı isimli eski baskı bir kitabıdır ve bu da Bluma’ya aittir zira 8 Haziran 1996 tarihli kendi imzasıyla Carlos isimli birisine ithafta bulunmuştur. Bluma’nın aynı zamanda eski sevgilisi olan ve onunla ilgili pek çok şeyi bildiğini sanan yazar, kitabın neden bir sene sonra döndüğü, eskiden nerede olduğu ve neden çimentoya bulanmış şekilde yollandığına anlam veremez. Yazar, aklındaki bu sorularla beraber kitabın peşine düşer. Öncelikle, Bluma’nın eski klasörlerini karıştırmakla işe başlar ve Carlos’un bir kitap koleksiyoneri olduğu, Bluma ile bir konferansta tanıştığı bilgisi ile yaşadığı ülke olan İngiltere’den, memleketi Arjantin’e ve sonunda sorularına cevap bulabileceği Uruguay’a kadar uzanan bir yolculuğa çıkar. Yolculuğu sırasında bol bol gözlem yapma imkânı bulan yazar, kapitalizmin yozlaştırdığı toplumsal hayat ve edebiyatta popülerleşme aşkının geldiği noktaya da değinmeden geçmez. Buenos Aires’te insanların kulaklarından cep telefonunu hiç ayırmadıklarından; arabada, markette, toplu taşımada durmaksızın cep telefonu ile konuştuklarından yakınır. Yazara göre edebiyat “piyasası”nın içine düştüğü durum da hiç iç açıcı değildir: Yayınevlerinin pazarlama taktikleri ile bir gecede yıldızı parlayan, edebiyat ödülleri ile pohpohlanan, romanları kepaze filmlere uyarlanan rezil kitaplar; editörlerin iyi kitap yokluğundan, yazarların büyük yayınevlerinin yayımladığı kötü kitaplardan şikâyetçi olduğu bir edebiyat ortamı… Şimdilerde de kitaplarla haşır neşir olan iyi okurların genelde rahatsız oldukları ortak bir derttir bu. Edebiyat ürünü bile sayılamayacak olan kitapların “bestseller” olması, çarpıcı kapaklarla edebi nizamdan uzak bir şekilde yalnızca görsel olarak bir değer taşıması ya da yazarların AVM süsü olup imza günleri düzenlemeleri… vb. edebiyatı gerçek anlamda seven kimin hoşuna gider bu durum?
Kitabın en önemli bölümünde yazar, Carlos’a direkt olarak ulaşamasa da nihayetinde onu oldukça iyi tanıyan yakın bir arkadaşına ulaşır. Delgado isimli bu kişinin, Carlos ile ilgili anlattığı pek çok şey hayret vericidir yazar için. Carlos ve Delgado; ikisi de kitap koleksiyoneri ve aynı zamanda yakın dostturlar. Carlos’un salonundan yatak odasına ve hatta banyosuna kadar evinin her yerini kitaplar doldurduğu için bir şifreleme sistemi üzerinde çalıştığından ve bu sürecin Carlos üzerindeki, deliliğe varan etkilerinden söz açar Delgado. Örneğin, Carlos’un arkadaşına, Don Quijote’un eski bir baskısı ile karşılıklı şarap içerken yakalanması ya da yatak odasında yatağının üzerine kitapları insan bedenine benzeterek dizmesi gibi… Delgado, Carlos’un kitaplarla arasındaki rutin ilişkiden de bahseder yazara; yalnızca 19.y.y. romanlarını mum ışığında okuması ya da okuduğu her kitapta muhakkak bir iz bırakması ve bunu insanın kitapla sevişmesi olarak nitelemesi bu rutinin bir parçasıdır. Günümüzde artık format değiştiren ve tabletlerden okunabilen kitaplar ile Carlos’un kitaplarla kurduğu ve uç bir noktada bulunan bu ilişkiyi kıyaslamak mümkün değildir. Zira Kâğıt Ev okunduğunda görülecektir ki, Carlos gibi bir kitap tutkunu için kitaplar yalnızca okumak için yokturlar. Kitaplar, okumanın çok ötesinde çok daha aşkın anlamlar barındırır.
Kitabın ilk bölümünde yer alan “Kitaplar insanların kaderlerini değiştirir” cümlesi gene aynı yazar tarafından son bölümde “İnsanlar kitapların kaderlerini de değiştirir” cümlesine evrilir. Zira haklıdır da, Carlos’un kitaplardan ibaret hayatı Delgado’nun aktardığına göre bir yangınla altüst olur. Haftalardır üzerinde çalıştığı ve artık kitaplarını büyük ölçüde belli bir düzene sokan şifreleme sistemi kül olur. Yangında kitaplar zarar görmese de hangi kitabın nerede olduğu bilgisini yitiren Carlos büyük bir yıkım yaşar ve evini satıp bir sahil kasabasına taşınır. Yazarın esas derdi olan Gölge Hattı’nın akıbeti de artık ortaya çıkmaya başlar. Yine Delgado’nun aktardıklarına göre sahilde kendine küçük bir ev yaptırır Carlos. Görüldüğünde bir kitapseveri kedere boğacak cinstendir ev; çimentoyla birlikte tuğla niyetine eski evindeki kitapları dizdirir Carlos duvarları ören işçiye. Kâğıttan bir evdir artık inşa ettirdiği ev. Okunan ve kütüphanelerde titizce saklanan kitaplardan, duvar örülen tuğla kitaplara… İşte Carlos’un yaşadığı bu durum, kitapların kaderinin yalnızca okunmaktan ibaret olmadığının ve aksini düşünmenin naiflik olduğunun göstergesidir. Yazarın da hatırlattığı gibi, Arjantin’de askerî diktatörlük döneminde rejim için tehlike unsuru olan pek çok kitap sahipleri tarafından yakılmak zorunda kaldı. Türkiye’de de darbe dönemlerinde insanlar kitaplarının cellatları ve kitaplar da sahipleri tarafından maktul oldular. Bunlar da insanlar tarafından kaderleri değiştirilen kitaplara acı birer örnektir.
Aklındaki soruların cevabını bulmuştur artık yazar. Bluma’ya yollanan Conrad’ın Gölge Hattı’nın kaderi de nihayet ortaya çıkmıştır. Bluma bir bahane ile kitabı Carlos’tan geri istemiştir ve Carlos sırf bu sebepten balyoz ile evin duvarlarını yıkıp Bluma’nın isteğini yerine getirmiştir. Yazar da son olarak delice bir kitap tutkunu olan Carlos ile iyi bir edebiyat okuru olan Bluma’yı, Bluma’nın mezarına Gölge Hattı’nı bırakarak ikisinin kaderini bir kitapta buluşturur.
KÂĞIT EV,Carlos Maria Dominguez, Jaguar Kitap, (Çev.) Seda Ersavcı, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder