Mahir Ünsal Eriş, Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik isimli öykü kitaplarıyla yaşamın kıyısındakileri edebiyata taşıyan yazarlar arasında yer aldı. Eriş, İstanbul dışını, Bandırma’yı, Erdek’i konu ederken, piyasanın istediği “taşra edebiyatı”nı üretmedi. Sınıfsal bir bakışla, kentin görünmezlerine, emekçilerine, yoksullarına, yeniklerine öykü karakterlerinde can verdi. Bu yüzden öyküleri ne okurunu eğlendirdi, ne de adından çokça söz edilen “taşra sıkıntısı”na örnek oldu. Eriş, umudu da, acıyı da, sıkıntıyı da parmakla gösterenlerden değil, anlatmayı başarabilenlerden… Yazar, öyküye getirdiği yeni solukla, okurlarını olduğu kadar edebiyat insanlarını da şaşırtacağa benziyor. 60. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan Mahir Ünsal Eriş, okurlarının karşısına bu kez bir romanla çıktı. Yine zoru seçti, “Dünya Bu Kadar” isimli ilk romanını “bir den’eylem alanı” olarak kurdu.
Güneş neden gelmedi?
Edebiyatta deneysellik denilince ilk akla gelen, tekniğe dayanan biçimsel denemelerdir. Ancak içerikte de deney yapılabilir. Edebiyatımızda deneysellik, avangartla karıştırılmakta, ürünün bir öncülük vaadi taşıması beklenmekte ya da esere “alışılmışın dışında” olana gösterilene benzer bir tepki verilmektedir: Üzerinde uzlaşılanla benzemeyen yönleri öne çıkarılarak, değersizleştirilmekte veya anlaşılmadığından edebiyatın ana yolunun dışına itilmekte, “deneysel edebiyat” isimli oyun parkına hapsedilmektedir.
İyi bir gözlemci olan Mahir Ünsal Eriş, bu niteliğini bir adım ileriye götürerek, ilk romanında birbirini doğuran roman karakterleriyle zorlu bir deneye girişmiş. Roman, “Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi” biçiminde başlıyor ve yazar karakterler birbirini doğururken, hep bu cümleyi zihnimizde canlı tutuyor. Farklı zaman dilimlerinde, farklı mekânlarda gezinirken dahi okuyan hep o kahvaltı masasını düşünüyor: Güneş neden gelmedi?
Romanda karşımıza çıkan öncül karakterlerden ikisi, Güneş’in arkadaşları. Selim ve Turgut. Eriş, Oğuz Atay’ın kült romanı, Tutunamayanlar’daki Selim Işık ve Turgut Özben’e gönderme yapıyor. Atay’ın tutunamayanları, Eriş’in mağrur ama yenik karakterleri, iki yazarın da kurduğu keskin gözleme dayalı ironilerde ve metinlerin arka planında kendini hissettiren Türkiye’nin ruhunda yakınlaşıyor. Atay ile Eriş’i eserlerinde birbirine yakınlaştıran bir diğer özellik, her ikisinin de ironilerine orta sınıf insana ilişkin kodları konu ediyor oluşları… Eriş’in karakterlerinde “üzülmeyi dost edinen” anneler, kurduğu mekânlardaysa, “haritasını dantellerin çizdiği gizemli bir kurallar ülkesi” olan orta sınıf evleri var. Eriş’in betimlemelerine acı acı gülümserken, biliyoruz ki anlatılan bizim hikâyemiz…
Minör Karakterlerle Örülü Bir Roman
Yazar, romanını minör karakterlerle örüyor. Metnin ilk 25 sayfasında karşımıza kurucu karakter Güneş’in ardından 10’un üzerinde minör karakter çıkıyor. Eriş, karakterlerin kahramanlaşmasına engel oluyor. Hiçbir karakter birbirinin önüne geçmiyor. Ama Dünya Bu Kadar’ı okuyanların farklı farklı karakterlerde kalplerinin ve akıllarının kalacağı belli. Minör karakter zenginliğiyle dikkati çeken metin, bu yönüyle kurgu ve dil açısından da bir deneyselliğe kapı açıyor. Her bir minör karakter farklı ses ve dille kurulmuş. Romanı değerli kılan unsurların başında minör karakterlerin konuştuğu farklı dillerdeki sahicilik geliyor.
Güneş’in bir gün ortadan kaybolmasıyla başlayan roman, ana karakterin ailesinden Turan Bey’in ve Hasan Fehmi Bey’in yaşam öykülerinin serimlerinin ardından, arka planında Türkiye’nin yakın tarihinin aktığı ve kurucu unsuru birbirini doğuran karakterler olan olaylar zinciri ile ilerliyor. Mahir Ünsal Eriş, yakın tarihin kırılma anlarının dokunduğu yaşamları anlatmaya Kore Savaşı ile başlıyor ve savaşın Güneş’in büyükbabası ve asker arkadaşlarının yaşamlarında yarattığı yıkımı aktarıyor. Bu bölüm, savaşmış bir kuşağın çocuklarının yalnızlıklarını, çekincelerini de yansıtıyor. Mesela Kore Savaşı’nı yakıcı bir biçimde yaşamış İstanbullu Tevfik’in oğlu Korhan’ın 1980 darbesi öncesi sol harekete meyledip, darbe sonrası sessiz çoğunluğa dönüşmesinde, savaşın etkilerinin kuşaklar boyu sürdüğünü hissettiriyor Eriş.
Saklı Kırılma Anları
“Her hayat, birdenbire bambaşka yöne akmasını sağlayacak kırılma anları saklar” diye devam ederken yazar, 1999 Gölcük Depremi’ni, karakterlerinin yaşamından ve dilinden metnine taşıyor. İnsanların ölümü güçlü bir biçimde duyumsadıkları anın, depremin, yarattığı keskin yüzleşmeyi Figen’in hikâyesi üzerinden anlatan Eriş, bir kez daha bizi yaşamın kıyısında gezdiriyor.
Eriş, karakterleriyle romanını zenginleştirirken, bar müzisyenlerine, mevsimlik işçilere ve ailelerine, aşçılara, sosyete falcılarına uzanıyor. Yazar, yaşamı kıyısından kavramayı sürdürüyor. Romanın ikinci bölümünün sonlarına doğru, yeni karakterler daha önce karşımıza çıkan karakterlerin hikâyelerine dokunmaya başlıyor ve metindeki olaylar ortak bir sona yaklaşıyor.
Yaşadığımız coğrafyanın toplumsal kırılma anları metnin arka planını oluştururken, son bölümde karşımıza en derin bireysel duygu çıkıyor: Aşk. Roman sonlara doğru hızlanırken, Eriş okuyanı ritmik, ahenkli diliyle, bir define haritasının izinde harekete davet ediyor. Ana karakter Güneş’in yakın arkadaşlarının Tutunamayanlar’ın karakterlerinin isimlerini taşımasına benzer şekilde, Güneş’in aşkının adının Bilge olması, Tehlikeli Oyunlar üzerinden, metinlerarası espriyi güçlendiriyor.
Mahir Ünsal Eriş, romanın başındaki “Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi” cümlesi ile okuru bir kuyu ağzına çağırıyor ve roman boyunca ilk sözcüklerde yarattığı heyecanı sürdürüyor. Oluşu değil, olamayış(lar)ı anlatarak… Güneş’in gelmeyişini…
DÜNYA BU KADAR, Mahir Ünsal Eriş, İletişim Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder