Üniversite yollarındayken kantinde oldukça ateşli siyasal tartışmalar yapardık. Okuduğumuz kitaplar üzerinden toy bir heyecanla birbirimizi sınardık. Bir arkadaş istikrarlı bir biçimde hep kinik bir tavır içerisinde olurdu. Her şeyden, en başta da insandan umudunu kesmişti. Biz de bir seferinde ona şakayla karışık bir kızgınlık içinde “insandan umudumuzu kestiysek uzaylılardan medet umalım” demiştik. O da hazır cevap bir gülümsemeyle “insan onları da bozar” diye cevap vermişti.
Walter Tevis’in orjinal baskısı 1963’te yapılan Dünyaya Düşen Adam adlı romanını okurken ister istemez bu anıyı hatırladım. Zira bu bilimkurgu eserin tematik ve dramatik vurgusu da bu doğrultuda. Dünyaya Düşen Adam’ı hem roman olarak hem de başrolünde David Bowie’nin etkileyici bir performans sergilediği bir film olarak rahatlıkla modern klasikler arasında sayabiliriz. Ancak ben kitabı filme tercih ederim. Çünkü Hollywood’un işin içine karıştığı her filmde her eser bağlamından şu veya bu oranda saptırılır. Hollywood bilimkurgudan melodrama dek her filmde son derece ideolojik bir alt yapıya sahiptir. Şaşırtıcı bir biçimde en çok da bilimkurgularda geçerlidir bu husus. Dünyaya Düşen Adam bir roman olarak tam tersine endüstri ve tüketim toplumunu, yapaylığı, kapitalist ilişkileri, insanın kendine yabancılaştırmasını, nükleer savaş çılgınlığını, kısacası doğrudan ABD zihniyetini hedef alır.
Gezegeni, susuzluk ve türler arasında çıkan uzun savaşlar sonucu yok olma aşamasına gelmiş bir Anthealı, halkı tarafından dünyaya gönderilmiştir. Amacı halkını kurtarabilmek için dünyadan faydalanmaktır. İnsandan daha zeki olan bu uzaylı dünyaya kısa sürede adapte olur. Üstün teknolojik bilgisini kullanarak birkaç yıl içinde dünyanın en büyük şirketlerinden birini kurar. Böylece bir uzay aracının yapımını finanse edecektir. Bu arada insanları ve dünyadaki yaşamı gözlemler insanları tanıdıkça kendisini yarım akıllı çocuklar arasında kalmış bir yetişkin gibi hisseder. Bu gidişle hoyratça kullanılan dünyanın insan tarafından yok edileceğini ve kendi halkını kurtarmak için bu dünyayı da kurtarması gerektiğini düşünür. Oysa çeşitli nedenlerle dünyadaki konukluğu uzadıkça işler tersine dönmeye başlar. Alkol televizyon, konfor vs. bu çok zeki uzaylıyı da ele geçirmeye başlar. Odysseus sirenlerin sesini duyduğunda kendisini gemisinin direğine bağlamıştı. Anthealı eve dönüş yolculuğunda bunu başaramaz işte. Novalis, felsefeyi ve bilinci sıla özlemine benzeterek “öyleyse nereye gidiyoruz?” diye sorar ve şu cevabı verir: “daima kendi evimize”. Anthealı ise bu bilinci yitirmiştir. Aslında Tevis Antheali’dan kasıtla tüm insanlığa seslenmektedir. Bu yanıyla roman bilimkurgu olmasına karşın son derece gerçekçi bir dünya portresi çizmektedir. Gelişmişliği, teknolojisiyle ölçerek kendini aldatan insanlığın doğaya yabancılaşmasını eleştirir. Bir bakıma insanlığın geleceğinden gelmiş bir uyarıdır Anthealı.
Tevis, uzaylı aracılığıyla insanın varoluşsal olarak dünyadaki yabancılığını, ayrıksılığını ve uyumsuzluğunu da çok ustaca hissettirir. Birey olarak birazcık düşünebiliyorsak eğer içimizdeki dünya ile dışımızdaki dünyanın bölünmüşlüğüyle yaşamının huzursuzluğunu sıkça duyumsarız. “Her insan bir uyumsuzluktur” der Turgut Uyar. Romanın ikinci karakteri Dr. Bryce de böylesi biridir işte. Dünyaya yabancı hisseder kendin ve iç dünyasıyla dış dünyayı birleştirmeyen bir tutumu vardır. Bu nedenle mutsuz biridir ama tümüyle de sahici bir insandır. Yapaylıktan, hazır kahvelerden, hamburgerden, kısacası sentetik her şeyden tiksinir. Anthealı insanlara benzedikçe, Dr. Bryce biraz uzaylılaşır, dünyaya yabancılaşır, içindeki dünya ile dış dünyayı uzlaştırmaz. Sonunda Anthealı kör bir ayyaşa dönerken Dr. Bryce insandan kaçarak insanlığını bulur. Sonuçta uzaylı ya da dünyalı fark etmez, Sartre’in dediği gibi, hiçbir yol işaretinin olmadığı dünyaya fırlatılan insana yol gösterecek tek şey bilinçtir. Ama Dr. Bryce’in dediği gibi: “Her seçim bedeliyle birlikte karşımızda durur”. Üstelik sirenlerin her an, her yönden çalındığı günümüzde.
DÜNYAYA DÜŞEN ADAM, Walter Tevis, Çeviri: M. Ali Ağaoğulları, Everest Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder