Üniversite hayatım boyunca Prof. Dr. Hüseyin Köse’nin derslerine katıldığım için kendimi şanslı hissediyorum. Öyle ki, hem şiir kitaplarını hem de akademik çalışmalarını okumanın dışında kendisini yakından tanıma şansı da yakaladım. Üzülmüş Evler Kraliçesi, Mahvedici Melek, Orada Olmayan Adam, Unutma Mesafesi gibi şiir kitaplarının yanı sıra, Bourdieu Medyaya Karşı, Medyatik Parodigma, Alternatif Medya, Medya ve Tüketim Sosyolojisi, Medya Mahrem, Flanör Düşünce ve Eric Dacheux’nun Kamusal Alan adlı kitabının tercümesi.
İran sinemasının “yaralı bilinç”inin dolaysız ürünü sayılabilecek filmlerle çokça haşır neşir olmayan birisi olarak, Hüseyin Köse’nin son kitabı Kara Perde’de bahsi geçen çoğu filmi ilk kez duyuyordum. En azından Hüseyin Köse’nin ele aldığı Macidi filmlerini… Aslına bakarsanız, Hüseyin Köse’nin derlemiş olduğu bir kitap, Kara Perde- İran Yönetmen Sineması Üzerine Okumalar… Kitap, masama usulca gelip yerleştiğinde, Bahman Gobadi'nin yazıp yönettiği ve başrollerinde Monica Bellucci, Behruz Vüsuki, Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk, Beren Saat ve Beçlim Bilgin’in yer aldığı Gergedan Mevsimi filminin afişinden kopma bir kapağa bakmaktan kendimi kurtarıp sayfaları çevirdim. Önsöz’de ‘niçin Beyaz Perde değil de Kara Perde?’ sorusunu yanıtlıyor Köse, bu sorudan yola çıkalım ilkin diyor; “sinemaya ilişkin bu en iyimser, en yalın, en yaygın nitelemenin; ‘Beyaz Perde’nin ters-yüz edilmiş sentaktik ve semantiğinden. İran sinemasının, genel sinema sanatının büyük gerçekliğine; ‘opus magnum’una tasallut eden tefekkürünün kendine özgü bir iç hatlar terminali oluşundan belki de. İçinde tüm renklerin temerküz ettiği bir duraktan… Perde’nin ‘kara’lığı, yargı gücünün uzlaşımcı estetizminden belirgin bir sapma açısı her şeyden önce, unutuşun kapkara belleğinde bembeyaz bir leke…”
1960’ların başlarında “özgürlükçü sinema ortamı”nı kısa bir süre sonra gerçekleşen İslam Devrimi’yle (1970’lerin sonları) birlikte kaybeden İran kültür sanat ortamı, uzun bir süre devlet sansürüne yenik düşse de, özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren ana akım sinema eğilimine alternatif oluşturmayı da bilecekti.
Üç bölümden oluşan Kara Perde’nin ilk perdesi Seçil Büker’in, Hana Makhmalbaf’ın Utanç filmine dair yazısıyla açılıyor; savaşların çocuklar üzerinde bıraktığı yıkımı kavramaya çalışıyor yazar, şiddetin oyun dürtüsüyle birlikte sahnelenmesi üzerinden. Hemen ardından Nihat Nuyan’dan, Bahman Ghobadi’nin “imaj tipini”, film başlıklarının metaforik değerini, Ghobadi’nin Kürt halkının uzun süren dramını anlatırken şiirselliği bırakmayışını okuyoruz. Derya Önder’in Füruğ Ferruhzad’ın şiir-sinema ilişkisine eğilen yazısında Ev Karadır’ın acı hikâyesine bir kez daha tanık oluyoruz. Sayfaları çevirince Mevlana’dan alıntıyla giriş yapan Ömer Alanka’nın “Ayın Arkasındaki Güneş Mohsen Mahmelbaf Sinemasında Sır ve Kadın Denklemi” başlıklı yazıya rastlıyoruz. Muhsin Mahmelbaf sinemasını ele alan Alanka, Kandahar ve Gabbeh filmlerini inceliyor. Bu bölümün sonunda kitabın editörü Hüseyin Köse’nin “Göz Suçlarının Yükü: ‘Beed-e Majnoon’da Görmenin Karanlık Renkleri Üzerine” başlıklı yazısı karşılıyor okuyucuyu. İran sinemasının “farsi” sinema eğiliminden bir süre sonra “entelektüel” yönelimli bir sinemaya evrimle nedenlerini, bu çerçevede Majid Macidi’nin film söyleminin İran toplumundaki kültürel ve ahlaksal karşılığını, hangi sanat çevrelerince ve hangi estetik/etik değerler açısından itibar gördüğünü tahlil ediyor Köse ve şöyle devam ediyor: “… yine aynı güçlü esinle, Macidi de tüm diğerleri gibi 1960’ların sonlarında etkisini Mehrcuyi’nin Gav (inek) isimli filmiyle gösteren İran sinemasının ‘yeni dalga’sına kapılanlardan birisi olacaktır. Macidi, kendine özgü şiirsel üslubu ve patetik anlatım tarzıyla her iki türsel yapılaşmayı da gözetiyor görünen filmlerinin genel karakteristiğinden kaynaklanan nedenlerle hem ortalama sinema izleyicisinin hem de entelektüel sanat çevrelerinin beğenisine mazhar oluyor.”
Kitabın ikinci bölümünde Bahman Ghobadi sinemasını bu kez Ahmet Ergenç aralıyor. Peşinden Özgür İpek, Abbas Kiarostami sinemasını irdeliyor, Özge Özdüzen’in ise “Samira Makhmalbaf Sinemasının Gerçeklik, Sansür ve Mekânla imtihanı” başlıklı yazısıyla karşılaşıyoruz. Burak Bakır, İran’da sinemanın “estetik ve siyasal oluşum süreci”ne eğilirken, Ahmet Oktan, Baran filmi bağlamında gelişen sıra dışı bir aşk ilişkisinin “Teklik ve Çocukluk Halleri”ne odaklanıyor.
Üçüncü bölümde Ertuğrul Akgün Cafer Panahi sinemasına değinirken Nezih Orhon, 2000’lerin modern İran sinemasını temelde dört tematik çerçevede düşünmememizi tavsiye ediyor. Ali Sadidi Heris, Mehrjui’nin İran sinemasının gelişimine yaptığı katkıları irdelerken bir sonraki yazıda Farhad Eivazi’nin “Zamanın Füruğ’u: Rakshan Bani Etemad” başlıklı yazısıyla karşılaşıyoruz. Son olarak Ahmet Sarı’nın “Asghar Farhadı Düğümü” ve Gökçen Civaş’ın “Self-Oryantalizm Kıskacında Kandahar’a Yolculuk” başlıklı yazılarıyla kitap tamamlanıyor. Perde’nin arkasındakileri merak edenlere…
KARA PERDE, Der. Hüseyin Köse, Ayrıntı Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder