Türkiye’de yerel seçimlerde AKP’nin otoriter yönetimi ve yolsuzluk iddialarına rağmen %45 oy almasının arka planın sosyolojik olarak araştırılması dillendirilirken, gözler bir kez daha Neoliberal Politikaların laboratuvarı olan Şili’ye ve Pinochet diktatörlüğüne çevrildi. BirGün Kitap olarak NotaBene yayınlarından çıkan Neoliberal Laboratuvar: Şili, Türkiye ile benzerlikler kıyaslar farklar kitabının yazarı Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan ile neoliberal politikaların laboratuvarı olan Şili ile Şili’den 40 yıl sonra ülkemizde yaşanan benzerlikleri konuştuk.
Nedir bu Şili ile Türkiye arasındaki benzerliğe yapılan vurgunun arka planı?
T.K.C: Neo-liberal politikaların yaşama geçirildiği ilk ülke Şili oldu. 1973 yılında gerçekleştirilen “Pinochet Askeri Darbesi” ile uygulanmaya başlayan neo-liberal politikalarla Şili, bu süreçte bir anlamda “laboratuvar” işlevi üstlendi. Şili’de uygulanan siyasi ekonomik ve baskı politikaları daha sonra diğer ülkelere transfer edildi. Şili’de 17 yıl süren Pinochet diktatörlüğü ile hayata geçirilin neoliberal politikalar, Türkiye’de de 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte önce Özal dönemi ile sonrasında ise ikinci yapısal dönüşümler olarak nitelenen, eğitim sağlık, emeklilik, konut ve adalet politikaları AKP hükümeti ile yaşama geçirildi.
Neoliberal politikaların uygulanmasında ister askeri ister sivil olsun baskıcı rejimler kaçınılmaz. Çünkü insana ait tüm yaşamsal değerlerin bir meta haline dönüştürülerek alt üst edildiği bir sistem ancak baskıcı rejimlerle gerçekleşebilmektedir.
Neoliberal politikalar baskıcı rejimlerle hayat geçiriliyor dediniz, bütün bunlara rağmen hem 40 yıl önce Şili’de Pinochet’e hem de günümüzde AKP’ye verilen halk desteğini nasıl değerlendiriyorsunuz.
T.K.C: Şili’de Pinochet’in diktatörlüğü 17 partinin içerisinde olduğu cephe örgütlenmesi ile 1989 yılında devrildi. Böylece Pinochet Seçimle devrilen ilk diktatör oldu. Pinochet karşıtı cephe %55 hayır oyu ile zafer kazanırken, Pinochet onca vahşete katliama, yakınlarının ve kendisinin adının karıştığı yüzlerce yolsuzluk dosyasına rağmen yinede %44 oy almıştı. Pinochet’in 17 yıllık diktatörlük uygulamalarına, katliamlarına rağmen bu derece oy almasının arkasında, neo-liberal politikaların halk nezdinde yarattığı görece yaşam standartlarının arttırılması yatmaktadır. Nitekim Pinochet’e oy verenler onun vahşet ve yolsuzluklarını bilmelerine rağmen “çocuklarım okula gidebiliyor, kredi ile ev alabiliyoruz, özel hastaneye gidebiliyoruz” diyerek oy verme nedenlerini açıklamışlardır. Bugün AKP hükümetinin totaliter yaklaşımlarına rağmen oylarının yüksek olmasının arkasında da yatan, neo liberalizmin, yaşam standartlarını görece arttırması tuzağıdır. Kredilendirme ve özelleştirme yoluyla oluşturulan, sahip olma “ihtimal”lerinin arttırılmasıdır. Yoksulların ve orta sınıfın, kredi ile TOKİ evlerine sahip olabilmesi, kredi ile araba alabilme ihtimali, özel hastaneye gidebilmesi, hızlı trene ve uçağa binebilme ihtimalleri çoğaldıkça, neo-liberalizmin, yanıltıcı dev aynası topluma yansıyor ve gerçeklerden uzak, en temel insani değerlerden uzaklaşan neoliberal toplum oluşuyor. Üzerine birde dinsel motifler eklenince, sadece kendi yaşamını devam ettiren, ahlak, adalet, dayanışma, emek, insan hakları kavramlarının derinden sarsıldığı neoliberal bireylerin yanılsamaları ile belirlenen bir sürecin ortasında gerçekler, yanılsamalarla kapatılıyor. Birey önce yalnızlaştırılıyor, sorunları ile baş başa bırakılıyor ve sonra sadece hayatını idame edecek, barınacak, çalışacak bir yardım süreci ile iktidara göbekten bağlanıyor. Neoliberalizm insanın özdeğerlerini yok ediyor, insanları toplumsallıktan, insanı insan yapan değerlerden uzaklaştırıyor.
Toplumun neo-liberal yanılsama aynasını kıracak bir süreç başlayana kadar belli ki bizim ülkemiz de, bu böyle devam edecek. Gezi direnişi bu aynada önemli bir çatlak oluşturdu. Bu dönemde gelişen dayanışma dinamikleri Türkiye’de umut yarattı. Ancak bu umudu destekleyecek, aynayı kıracak ve akıl tutulmasını dağıtacak, neo- liberal politikalara karşı, halkçı politikaları benimseyecek bir siyasal güç, henüz yaratılabilmiş değil.
Pinochet diktatörlüğünün seçimle 17 partinin bir araya geldiği bir cephe örgütlenmesi ile devrildiğini söylediniz. Şili’den bugünün Türkiyesine bakıldığında cephe örgütlenmesi için ne düşünüyorsunuz.
T.K.C: Şili’de bir uzlaşma ve cephe örgütlenmesi kültürü hep vardı. Sosyalist Devlet Başkanı Salvador Allende’yi seçimlerle iktidara getiren “Unidad Popular” Halk Birliği cephe örgütlenmesiydi. Pinochet’in 17 yıllık diktatörlüğünü de deviren 17 partinin oluşturduğu cephe örgütlenmesiydi. Siyasette cephe ve uzlaşma kültürü yukarıdan aşağıya zorunluluklar üzerinden oluşturulmaz. Bugün bizde yerel seçimler sürecinde ortaya çıkan durum adaylar üzerinden yukarıdan aşağıya bir arayış olarak yapılandırılmıştır. Bu bir cephe kültürü oluşturmaktan öte, tâbi olma durumunu ortaya çıkartmıştır. Bugün AKP’nin neoliberal politikaları ve dini kullanarak arkasına aldığı rüzgârı kesmek için bir cephe örgütlenmesine olan ihtiyaç aşikârdır. Ancak cephe örgütlenmesi programlar ve ilkeler düzeyinde gerçekleşmez ise kalıcı bir kültür yaratmaktan öte, toplumsal dejenerasyona neden olur.
0 yorum:
Yorum Gönder