Farkında mıydınız bilemiyorum fakat değilseniz de ben söylemiş olayım 25 Kasım, “Kadına Karşı Şiddete Hayır” günüydü. Her yıl bir çok ülkede ve de ülkemizde şiddete karşı, yaşanan şiddete dikkat çekmeye yönelik etkinlikler gerçekleştirilir. Ve genel olarak, ülkemizde tam da bugün şiddete maruz kalan kadın sayısı diğer günlere oranla artış gösterir. (En azından televizyon kanalları, gazeteler o gün daha dikkatli davranarak şiddeti haberleştirdikleri için sayıda artış varmış gibi de görünebilir!) Ve her yıl “Güldünya” hatırlanır bir kere daha… Hikayesi Bitlis’ten Türkiye’ye yayılan Güldünya… Adına şarkılar yapılan, şiddet gören kadınların simgesi Güldünya…
Güldünya’yı bana hatırlatansa Gülseren Engström’ün hazırlamış olduğu “Aile İçi Şiddet/Çaresi Ne?” isimli kitap oldu. Kitap, üç yıl boyunca yürütülen aile içi şiddet ile namus adına yapılan şiddeti önlemeye yönelik proje çalışmaları çerçevesinde elde edilen teorik bilgi ve deneyimleri içermekte. Şiddetin önlenmesine yönelik çözüm önerisi ise hemen kitabın başında Hüseyin Ergün’den alıntılanarak söylenmiş: “… Bu cehennemi hayatın ateşinin azalmaya başlaması için devasa ve artsız-aralıksız bir demokratik ve eşitlikçi eğitim şarttır. Kanunlarda değişiklik, cezai önlemler vb. bu kültür devriminin yanında ancak ikincil üçüncül önlemlerdir.”
Gülseren Engström, İsveç’te yaşamasından dolayı oradaki durumla ülkemizdeki durumu da kıyaslamış zaman zaman. Ve kitaptan öğreniyoruz ki İsveç, 1982 yılında kadına yönelik şiddeti, kamu davası kapsamına almış. Böylece, bir kadın başvuruda bulunduktan sonra başvurusunu geri alsa bile durum değişmiyormuş. Savcı davayı kamu adına yürütüyormuş. Bizde tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlanan kadınları düşününce…
Kitap “Şiddet Nedir?” büyük başlığı ile şiddeti tanımladıktan ve şiddet türlerini işledikten sonra yine büyük bir başlıkla şiddete maruz kalan bir kadına verilebilecek “İlkyardım” konusunu ele almış. “Şiddetin Nedenleri”, “Şiddete Karşı Gösterilen Tepki” yine dikkat çekici başlıklar. “Değişim Süreci” başlığı altında da rehber olabilecek ayrıntılara yer vererek yaşanmış örneklerle desteklemiş yazar: “Şiddet uygulayan erkeği anlamaya çalışmak, şiddeti günlük yaşamın bir parçası olarak kabul etmek anlamına gelir. Bu nedenle onu anlamak yerine, ben kendime neden bu tür muameleyi layık görüyorum sorusunu sormak gerekir. Soru, değişim sürecinin başlaması anlamına gelmektedir.”
Ülkemizde kadın hareketinde etkin bir isim olan, “Kadından Sakıncalı” isimli kitabın da hazırlayıcısı Ayşe Kilimci’nin üç kısa öyküsü de kitaba can katmış. Ne anlatılmak istendiğini edebiyatın büyülü diliyle kısa yoldan gözler önüne sermiş.
“Aile İçi Şiddet/Çaresi Ne?” isimli bu kitap kadına karşı işlenen suçun azaltılmasına mutlaka bir katkı sağlayacaktır. Yeter ki Engström’ün anlattıklarına, çözüm önerilerine kulak verilsin. Bu noktada verilerin İsveç ile karşılaştırılmış olmasının da yararlı olduğunu söyleyebiliriz. “Böyle yapsak ne değişecek?” sorusunun yanıtı hemen verilmiş bu sayede.
Ve ben bu kitabı incelediğim günlerde Erzurum’dan bir şiddet haberi daha düştü ekranlarımıza. Kocasından tekme tokat dayak yiyen kadın üç küçük çocuğunun gözü önünde belinden bıçaklanmış! Bu olay ilk değil, ne yazık ki son da olmayacak… Daha önce onlarcasını, yüzlercesini okuduğumuz, izlediğimiz ve sonrasında unuttuğumuz olaylardan sadece biri.
Tam da bugünlerde, kadına karşı uygulanan şiddete karşı mücadelenin konuşulduğu bugünlerde Gülseren Engström’ün yazdıklarına bir göz atmakta yarar var diye düşünüyorum. Yeni Güldünyalar simge olmasın diye…
0 yorum:
Yorum Gönder