Dergilerden ve 2008’de Mayıs Yayınlarından çıkan kitabı ‘Kül Falı’ndan tanıdığımız Halil İbrahim Özbay’ın ikinci kitabı ‘Elmanın İlk Anlamı’, Nisan 2012’de Yeniyazı Yayınları’nca okurla buluşturuldu. Onca yoğunluğun arasında kitabı biraz geç okumuş olmak benim ayıbım olsun. Ancak şiirin her daim bir zamansızlık uğraşı olduğu, zamanı kıran / aşan bir uğraş olduğu da göz önüne alınacak olursa, ‘geç okumuş’ olmanın nihayet itibariyle hiç okumamış olmaktan daha anlaşılabilir olduğu da ortada. Tam da burada, şöyle bir karşılıklı gülümsedikten sonra; Halil İbrahim Özbay’ın edebiyat fakültesi mezunu olduğunu ve an itibariyle öğretmenlik yaptığını anımsatarak yazının ‘amaç sınırları’na geri dönelim.
‘Elmanın İlk Anlamı’ aslında okuma kültürü olan biri için fazlasıyla çağrışıma açık bir kitap adı. İnsanın oluş serüvenine dair, çok gerilere değil, en geriye giden bir derinliği barındırıyor. Özbay’da bu noktadan bir çıkış bulmuş olmalı ki kendine, üç bölümden oluşan kitabın bölüm adlarını ‘Kalbin Bilgisi’, ‘Ağzın Bilgisi’ ve ‘Gözün Bilgisi’ koyarak bir ‘insan anlatısı’ oluşturmuş. Bu her şeyiyle uzun anlatıyı da, sevgili kızı Elfin’e ithaf etmiş.
Aslında ‘bilinen’ isimler arasında Özbay’ın şiiriyle inşa ettiği uzunlukları deneyen / deneyimleyen pek kimse kalmadı. Hayatın hızı ve hikâyesi her şeyi minimalize edip, yoğunluk adı altında çürütürken, Özbay’ın şiir yapısı hem bütün hem de dize olarak uzun çalışması, bir direniş biçimi olarak okunabilir. Çünkü şeylerin anlatılması için, şeylerin her yerine dokunan, şeylerle her anlamda ilişki kuran bir anlayışa ihtiyaç olduğu kesin. Fakat doğru yakalanan bu noktanın, şiirlerin yayımlanması aşamasında, şiire zorunlu, kendine ait olamayan bir yapı dayatması işin en kötü tarafı. Özbay’ın uzunlukları, doğru kurulmuş olsa bile, kitap denen sınır içinde, okuyucu açısından zorlayıcı bir sürece dönüşüyor. Bu teknik bir konu ama açıkçası teknik konuların da çok önemli olduğunu ispatlıyor bize. Çünkü birçok şiirde dizeleri şair mi kırmış, kitabı dizen mi anlaşılmıyor. Özbay mutlaka basılmadan önce kitabını görmüştür diye düşünerek, dizelerdeki kırımların ve buna bağlı bazı anlam kırılmalarının, kendisine ait olduğu inancıyla yola devam ediyoruz.
Kitabın ilk şiiri, Seyyale. Seyyale; akıcı, akıp giden anlamlarını taşıyan bir sözcük. Kitabın bu şiirle başlaması, yukarıda değindiğimiz insan anlatısı belirlemesini de doğrulayan bir kavrayışla, akışın başlaması noktasında kendine bir anlam yüklüyor. Akışkan olan insan anlatısının içine düşülmüş akışın biçim değiştirmesi, ölümle ilgili ince ayrıntılar şiirin kuvvetini arttırıyor. Bu şiirde, ardı ardına gelmeyen, aralarında epey mesafeler olan şu dizeler hem şiirin kendisi açısından, hem de şairin genel söyleyiş tavrı açısından önemli, açıklayıcı özellikler taşıyor: ‘ardından bakılacak evsiz pencereler bırakıyorum sana’ / ‘ben ki seyyale tenini her gün rüzgârlı bir bıçakla değiştiren delik deşik biriyim’ / ‘ burada oturmuş fincandaki kahve rengini dinliyorum bir çingenenin’ / ‘yoksa ellerinde suyla bekleyenler seyyale ellerinde namlusuyla bekleyenlere / neden yeniliyor’.
Özbay şiirlerinde karşılaşılan ilginç başka bir özellikse, şairin kendini yazarken / söylerken bazı şeyleri şiirin bütünlüğü açısından bir zorunluluk olarak görmemesi. Kimi şiirlerinde özellikle belirgin bu durum; örneğin ‘seni bana elmaya bulanmış bir ağacın karnında biriktirdi annen’ ve ‘ben de kalktım yüzünden başlayan ilk göğe inandım’ gibi çarpıcı dizelere de sahip olan ‘Renkli Kukla Replikleri’ şiirinde, bazı başka dizelerin bu kuvvetli söylemi incitecek bir rahatlıkla kullanılmış olması şiirin has okurunu şaşırtabiliyor: ‘sonra iplerimi toplayıp kahramanı olmadığım kendi masalımda sustum’…
Özbay bunlarla birlikte sözcüklerin yakınlıklarını da kullanmayı, anlamın yoksulluğunu böyle boğmayı, anlamın sonsuzluğunu böyle zenginleştirmeyi seviyor. Benzer kullanımları olan ‘riya tabirleri’ gibi ifadelere, ilk defa Özbay’da karşılaştığımız ‘gri zekalı adam’ gibi ifadeler eşlik ediyor. Bu tür kullanımların şiir ya da başka bir yazı biçimi açısından pek tutulmaması gereken şeyler olduğu söylense de, yapmayan yoktur. Nihayet itibari ile sözcükler hayat içinde yaklaşırlar ve uzaklaşırlar hem kendilerine hem anlama / anlamlara.
Özbay’ın, ‘Verdiğim Geçici Rahatsızlığın Özrü’ şiirindeki ‘ ama hiç kimse atlarıma sonsuz bir bayır uydurmadığı içindi / sabahları çirkin çıktığım kuyulara geceleri öldürülmüş yusuf’ eksikliğinin muhteşemliği, hemen altından gelen bir bağ dizesiyle bozulmuş gibi görünüyor: ‘olarak güzel güzel dönüşüm çünkü her gece beyaz’; evet altına devam edince şiir gidiyor, akıyor, yürüyor ama sanki tam bütün bunlar olacakken kırmızı da bir süre bekliyoruz… Açıkçası şairin tercihlerine saygı her zaman esastır fakat okurun tercihleri şairin tercihlerinden daha kırgındır, narindir…
Demek istediğim şu aslında; Özbay, yazabileceği / söyleyebileceği bir şeyi zaman zaman kendi eliyle gizliyor sanki; ‘Yüreğe İnmek’ şiirinde kusursuzca yaptığı şeyi bazen yapmak istemiyor gibi görünüyor: ‘ kendime büyürken bir gün eğildim eteğine / düşen gökyüzünün tozuna baktım: / namazın bitince dedim bana ilk aşkın / seni sahi kıldığı öyküyü anlat / örneğin yalındudak topuğundan öptüğün ilk sevgiliyi’. Buradaki bağ dizenin güzelliği ve kullanılışındaki ustalık ortada…
Son olarak kitabın, kendi açımdan en başarılı şiir olarak gördüğüm ‘Komik ve Hüzünlüdür Aşk’tan bir şey paylaşmak istiyorum. Bu şiiri tek başına başka bir mecrada ele alacağımı söyleyeyim; bu kitabın dışında bir şiir çünkü. Kitabın içindeki diğer şiirler akraba, bu şiir sanki karşı komşu. Tek kelime ile çok sevdim: ‘komik ve hüzünlüyüz olan biten bu: yenilsek de sevişerek çekiliyoruz evlerimizden’
Okunmalı.
‘Elmanın İlk Anlamı’ aslında okuma kültürü olan biri için fazlasıyla çağrışıma açık bir kitap adı. İnsanın oluş serüvenine dair, çok gerilere değil, en geriye giden bir derinliği barındırıyor. Özbay’da bu noktadan bir çıkış bulmuş olmalı ki kendine, üç bölümden oluşan kitabın bölüm adlarını ‘Kalbin Bilgisi’, ‘Ağzın Bilgisi’ ve ‘Gözün Bilgisi’ koyarak bir ‘insan anlatısı’ oluşturmuş. Bu her şeyiyle uzun anlatıyı da, sevgili kızı Elfin’e ithaf etmiş.
Aslında ‘bilinen’ isimler arasında Özbay’ın şiiriyle inşa ettiği uzunlukları deneyen / deneyimleyen pek kimse kalmadı. Hayatın hızı ve hikâyesi her şeyi minimalize edip, yoğunluk adı altında çürütürken, Özbay’ın şiir yapısı hem bütün hem de dize olarak uzun çalışması, bir direniş biçimi olarak okunabilir. Çünkü şeylerin anlatılması için, şeylerin her yerine dokunan, şeylerle her anlamda ilişki kuran bir anlayışa ihtiyaç olduğu kesin. Fakat doğru yakalanan bu noktanın, şiirlerin yayımlanması aşamasında, şiire zorunlu, kendine ait olamayan bir yapı dayatması işin en kötü tarafı. Özbay’ın uzunlukları, doğru kurulmuş olsa bile, kitap denen sınır içinde, okuyucu açısından zorlayıcı bir sürece dönüşüyor. Bu teknik bir konu ama açıkçası teknik konuların da çok önemli olduğunu ispatlıyor bize. Çünkü birçok şiirde dizeleri şair mi kırmış, kitabı dizen mi anlaşılmıyor. Özbay mutlaka basılmadan önce kitabını görmüştür diye düşünerek, dizelerdeki kırımların ve buna bağlı bazı anlam kırılmalarının, kendisine ait olduğu inancıyla yola devam ediyoruz.
Kitabın ilk şiiri, Seyyale. Seyyale; akıcı, akıp giden anlamlarını taşıyan bir sözcük. Kitabın bu şiirle başlaması, yukarıda değindiğimiz insan anlatısı belirlemesini de doğrulayan bir kavrayışla, akışın başlaması noktasında kendine bir anlam yüklüyor. Akışkan olan insan anlatısının içine düşülmüş akışın biçim değiştirmesi, ölümle ilgili ince ayrıntılar şiirin kuvvetini arttırıyor. Bu şiirde, ardı ardına gelmeyen, aralarında epey mesafeler olan şu dizeler hem şiirin kendisi açısından, hem de şairin genel söyleyiş tavrı açısından önemli, açıklayıcı özellikler taşıyor: ‘ardından bakılacak evsiz pencereler bırakıyorum sana’ / ‘ben ki seyyale tenini her gün rüzgârlı bir bıçakla değiştiren delik deşik biriyim’ / ‘ burada oturmuş fincandaki kahve rengini dinliyorum bir çingenenin’ / ‘yoksa ellerinde suyla bekleyenler seyyale ellerinde namlusuyla bekleyenlere / neden yeniliyor’.
Özbay şiirlerinde karşılaşılan ilginç başka bir özellikse, şairin kendini yazarken / söylerken bazı şeyleri şiirin bütünlüğü açısından bir zorunluluk olarak görmemesi. Kimi şiirlerinde özellikle belirgin bu durum; örneğin ‘seni bana elmaya bulanmış bir ağacın karnında biriktirdi annen’ ve ‘ben de kalktım yüzünden başlayan ilk göğe inandım’ gibi çarpıcı dizelere de sahip olan ‘Renkli Kukla Replikleri’ şiirinde, bazı başka dizelerin bu kuvvetli söylemi incitecek bir rahatlıkla kullanılmış olması şiirin has okurunu şaşırtabiliyor: ‘sonra iplerimi toplayıp kahramanı olmadığım kendi masalımda sustum’…
Özbay bunlarla birlikte sözcüklerin yakınlıklarını da kullanmayı, anlamın yoksulluğunu böyle boğmayı, anlamın sonsuzluğunu böyle zenginleştirmeyi seviyor. Benzer kullanımları olan ‘riya tabirleri’ gibi ifadelere, ilk defa Özbay’da karşılaştığımız ‘gri zekalı adam’ gibi ifadeler eşlik ediyor. Bu tür kullanımların şiir ya da başka bir yazı biçimi açısından pek tutulmaması gereken şeyler olduğu söylense de, yapmayan yoktur. Nihayet itibari ile sözcükler hayat içinde yaklaşırlar ve uzaklaşırlar hem kendilerine hem anlama / anlamlara.
Özbay’ın, ‘Verdiğim Geçici Rahatsızlığın Özrü’ şiirindeki ‘ ama hiç kimse atlarıma sonsuz bir bayır uydurmadığı içindi / sabahları çirkin çıktığım kuyulara geceleri öldürülmüş yusuf’ eksikliğinin muhteşemliği, hemen altından gelen bir bağ dizesiyle bozulmuş gibi görünüyor: ‘olarak güzel güzel dönüşüm çünkü her gece beyaz’; evet altına devam edince şiir gidiyor, akıyor, yürüyor ama sanki tam bütün bunlar olacakken kırmızı da bir süre bekliyoruz… Açıkçası şairin tercihlerine saygı her zaman esastır fakat okurun tercihleri şairin tercihlerinden daha kırgındır, narindir…
Demek istediğim şu aslında; Özbay, yazabileceği / söyleyebileceği bir şeyi zaman zaman kendi eliyle gizliyor sanki; ‘Yüreğe İnmek’ şiirinde kusursuzca yaptığı şeyi bazen yapmak istemiyor gibi görünüyor: ‘ kendime büyürken bir gün eğildim eteğine / düşen gökyüzünün tozuna baktım: / namazın bitince dedim bana ilk aşkın / seni sahi kıldığı öyküyü anlat / örneğin yalındudak topuğundan öptüğün ilk sevgiliyi’. Buradaki bağ dizenin güzelliği ve kullanılışındaki ustalık ortada…
Son olarak kitabın, kendi açımdan en başarılı şiir olarak gördüğüm ‘Komik ve Hüzünlüdür Aşk’tan bir şey paylaşmak istiyorum. Bu şiiri tek başına başka bir mecrada ele alacağımı söyleyeyim; bu kitabın dışında bir şiir çünkü. Kitabın içindeki diğer şiirler akraba, bu şiir sanki karşı komşu. Tek kelime ile çok sevdim: ‘komik ve hüzünlüyüz olan biten bu: yenilsek de sevişerek çekiliyoruz evlerimizden’
Okunmalı.
0 yorum:
Yorum Gönder