Romanlarında Pascal Mercier, adını kullanan yazarın gerçek adı, Peter Bieri. Felsefeci kimliğinin ardında yazdığı kitaplarında gerçek adını kullanan yazar, romanlarında Pascal Mercier adını tercih ediyor. Dil ve zihin felsefesi alanında çalışmasına rağmen romanlarında ahlak felsefesi etrafındaki temaları öne çıkarıyor. 2004 yılında yayımlanan, varoluş, yalnızlık, yabancılaşma gibi temaları birleştiren ve bireyin içinde bulunduğu durumu sorgulayan “Lizbon’a Gece Treni”nden sonra, “Sahnede Ölüm” ile okurların karşısına çıkıyor Mercier. Kırmızı Kedi Yayınevinden çıkan kitabın çevirisi İlknur Özdemire’e ait.
İlknur Özdemir’in Pascal Mercier’le yaptığı bir röportajda yazarın edebiyat-felsefe ilişkisine dair söyledikleri dikkat çekicidir: “Felsefede de edebiyatta da mesele, bir şeyi zihnimizde yeniden canlandırma ve yaşananların anlaşılması. Felsefede bu hatırlama kavramsaldır, konu düşüncelerin saydam olmasıdır. Edebiyatta ise konu poetik bir saydamlıktır; duyumsal ve poetik yoğunluk ve cümlelerdeki ezgidir. Her ikisinin de mevcut olduğu romanlar özellikle ilginç gelir bana: Düşünceye dayalı sorular ve poetik yoğunluk. Benim bütün kitaplarım böyledir. Varoluşsal temalara ise tabii felsefeden alışkınım.”
Felsefenin meselelerini edebiyatla birleştiren Pascal Mercier, Sahnede Ölüm’de insanlığın tabuları, doğrunun ya da yanlışın ne olduğu, yaşananların algısının insandan insana değiştiği, ahlakın nasıl algılandığı gibi konulara yer veriyor. Yüzyıllardır tartışılan bu sorulara zaman zaman felsefeci zaman zaman da yazar kimliğiyle bir yanıt arıyor.
Roman, karmaşık aile ilişkilerini ele alıyor. Baba, ünlü piyano markası Steinway’in akortçusu olarak tanınan ve bu alanda sözüne güvenilen biri; ancak o, bu işi küçümsüyor ve beste yapmak istiyor. Tüm hayatını bu isteği gerçekleştirmeye adıyor. Bu noktada okur istek, arzu, hırs duygularıyla yüzleşiyor. Tutkunun ve başarı hırsının insanı nasıl ele geçirdiği, zamanla nasıl şekillendirdiği, etrafındakilerle - en yakınlarıyla bile - ilişkilerini nasıl etkilediği üzerine düşünmeye başlıyor. Bundan sonraki bölümler babanın sürekli reddediliş hikâyesi etrafında gelişen aile trajedisini anlatıyor. Babanın bestelerinin farklı yarışmalarda reddedilişi, karısı ve ikiz çocuklarının psikolojisinde derin izler bırakıyor. Onların yaşamı algılayışına, kendilerini tanıma yolculuğuna eşlik eden, babanın tutkusu ve reddediliş hikâyesi. Özellikle çocuklarının kişilik gelişiminde babanın içinde bulunduğu ruhsal durumun etkileri ele alınıyor. Yazar, bu durumun, hayatı nasıl da zorlaştırdığı üzerinde okuru düşündürüyor. İkiz çocuklardan Patrice’in kitabın bir yerinde söyledikleri bu açıdan önem taşıyor: “Başarı istemiyorduk, çünkü o yabancılaştırıyordu, başarı arzusu, sende gördüğümüz gibi, insanı tahrip edebiliyordu. Başarısızlığın peşinden gittik. Senden daha iyi yapmak istiyorduk; başarısızlığın altında inlemek yerine, ondan yararlanıp kendimizi bulmak istiyorduk.”
Sahnede Ölüm, Patrice ve Patricia adlı ikiz kardeşlerin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşuyor. Bu mektuplarla ailenin yaşadıkları yavaş yavaş çözülüyor. Yaşadıkları bir olay nedeniyle yıllar önce evi terk eden ve birbirlerinden olabildiğince uzağa giderek orada yeni yaşamlar kuran kardeşler, yıllarca haberleşmeden, sadece anneleriyle bağlantı kurarak yaşıyor. İnsanlığın tabuları ikiz kardeşlerin birbirleriyle ve anneleriyle olan ilişkileri ekseninde ele alınıyor. Okur, bu ilişkiler aracılığıyla doğru-yanlış/iyi-kötü gibi zıtlıkların yanında sevgi, aşk, acıma, korku gibi duygularla insan doğasını ve toplumda yaratılan tabuları anlamaya/anlamlandırmaya çalışıyor.
Bir gün, hiç beklemedikleri bir haber alan kardeşler, eve dönmek durumunda kalıyor. Kurgu, bu noktadan sonra zamanda kırılmalar ve geriye dönüşlerle bu olaya kadar geçen zamanı anlatmaya başlıyor. Çocukluk anıları, annenin dengesiz psikolojisi, baba ile annenin birlikteliği, babanın kendileri ile ilişkisi, ayrı yaşadıkları süre boyunca hayatlarına giren insanlar yine mektuplar aracılığı ile ele alınıyor. Patrice ve Patricia’nın birbirlerinden ayrı kaldıkları dönemde yaşadıkları anlatılanlarda öne çıkıyor. Patricia bu zaman diliminde hayata tutunabilmek için çaba göstermiştir. Patrice ise, hasta bir çocuk olan Paco etrafında bir hayat kurmuştur. Yazar, Paco ile Patrice’in çocukluğuna gönderme yapıyor. Okur, Paco ve Patrice’in ilişkisinin ele alındığı bölümlerde kullanılan imgelerle bu göndermeye ulaşıyor. Paco’nun hastalığı, Patrice’in ruhundaki bunalıma ışık tutuyor. Patrice’in çocukluğuna dair bu bunalımı, Paco’nun hastalığı ile somutlaşıyor.
Bu karmaşık ilişkilerin ortasında okurun belki de en çok sorguladığı kavramlardan biri, masumiyet. Okur, Kimin masum/suçsuz, kimin suçlu olduğu; bir suçun olup olmadığı gibi sorulara roman boyunca yanıt arıyor. Her bir karakterin ruhsal açmazları, gerilimleri bu sorulara tek bir yanıtın verilebilmesini zorlaştırıyor.
Psikanalitik kuramın yaklaşımıyla çözümlenmeye çok uygun bir roman Sahne’de Ölüm. Yazarın Freud’un kuramlarını karşılayan karakterler yarattığı söylenebilir. Her olayın/durumun altında cinsel dürtülerin yer alması, her imgenin ahlaki yasakları akla getirmesi, roman boyunca kullanılan dil, özellikle hatırlama anlarında eşyalara yüklenen anlamlar ve bu eşyaların betimlenmesi sırasında seçilen sözcükler psikanalitik çözümlemeye yatkınlığın bir göstergesi.
Sahnede Ölüm, toplumsal/bireysel tabuları, ahlaki değerleri sorgulayan yaklaşımı ve dilindeki şiirsellik ile okurların ilgisini çekebilecek bir roman.
0 yorum:
Yorum Gönder