Fantazya Deyip Geçmeyelim (Barış MÜSTECAPLIOĞLU)

Fantastik edebiyat gün geçtikçe daha fazla insan tarafından okunuyor, ülkemizde yazarlar artık küçümsenmekten ya da anlaşılmamaktan korkmadan hayal güçlerini eserlerine özgürce katıyorlar. Yazılan ve çevrilen eser sayısı arttıkça, doğal olarak okurların zihninde ve kitapçı raflarında çeşitli kavram karmaşaları yaşanabiliyor. Bu nedenle fazla geç olmadan bu konuyu biraz irdelemekte fayda görüyorum.

“Fantastik”, sözlük anlamıyla “gerçekte var olmayan, hayal ürünü” demektir, dolayısıyla gerçek dünyada yaşanamayacak olaylar içeren her romanı fantastik edebiyat çerçevesine alabiliriz. Fantazyaya böyle geniş bir pencereden baktığımızda, bu alanda kalem oynatmış yazarlar çok geniş bir yelpazeye yayılır. Jean Paul Sartre, İş İşten Geçti isimli romanında, öldükten sonra ruhlar aleminde tanışan bir çiftin ikinci bir şans için dünyaya gönderilmelerini takip eden olayları öyküler. Kafka, Dönüşüm adlı eserinde, uyandığında kendisini dev bir böcek olarak bulan Gregor Samsa’yla tanıştırır bizleri. Çoğumuzun Şeytan Ayetleri ile tanıdığı Salman Rushdie, ilk büyük başarısını fantastik öğeler içeren bir romanla, Gece Yarısı Çocukları ile kazanmıştır. Goethe, Faust’da, kurnaz şeytanı alıp karakterlerinin arasına katmıştır. Bütün bu yazarlar, eserlerini zenginleştirmek için fantazyanın sağladığı özgürlükleri farklı amaçlarla ve istedikleri şekilde kullanmıştır.

Stephen King, otoyol yapmak uğruna doğanın katledilmesine karşı çıkmak adına, canlanan araçların insanlara saldırmasını anlatır bir öyküsünde. Bu öyküyle, Tolkien’ın yeni bir dünya yarattığı Yüzüklerin Efendisi adlı romanı bir tutulabilir mi? Dante’nin İlahi Komedya’sını sevenin, Le Guin’in Yerdeniz Dörtlemesi’ni de seveceği yüzde yüz bir kesinlikle söylenemez elbette. Bu nedenle içinde fantastik unsurlar olan tüm kitapları aynı kefeye koymak pek mümkün görünmüyor. Zaten niye öyle yapmamız gereksin ki?

Aslında dünya çapında kabul görmüş ve yaygın olarak kullanılan bazı İngilizce alt tür isimleri bulunuyor, ama bunları bire bir Türkçeye çevirdiğimiz zaman anlamlarını yitirmektedirler. Epic Fantasy, High Fantasy, Low Fantasy gibi ifadeleri, sihirli bir dokunuş yapmadan Türkçeye uyarlarsak Epik Fantazi, Yüksek Fantazi, Alçak Fantazi oluyor ki bu şekilde kullanılmalarının fayda getirmeyeceği aşikâr. Bizim kendi dilimize ve anlayışımıza uygun, özgün tür isimlerine ihtiyacımız var. Bu yüzden, ilerleyen satırlarda kendimce bazı sınıflandırmalar yapmaya çalışacağım. Dışarıda kalan kitaplar elbette olacaktır, zaten bu yazı konuya nokta koymayı değil, açık fikirli bir başlangıç yapmayı hedefliyor. Farklı kişilerden gelecek yeni önerilerle, bu konu çoğunluk tarafından kabul görecek olgunluğa ulaşacaktır.

“Şehir Fantazyası” adı altında toplayabileceğimiz eserlerde, olaylar günümüzde ya da en azından bildiğimiz kent hayatına geçildikten sonraki bir dönemde vuku bulur. Neil Gaiman’ın Yok Yer isimli keyifli romanı bu türe güzel bir örnektir. Olayların yaşandığı ortam, hemen her gün gördüğümüz, tanıdığımız bir yerdir, yazar bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız şehir hayatına fantastik bir dokunuşla sürprizlerle dolu bir muğlaklık katar. Son dönemde Alacakaranlık serisi gibi vampirlerin günümüz şehirlerinde yaşadıkları maceralar da bu türün örnekleridir, her gün gittiğimiz okulumuzda ya da marketimizde fantastik bir yaratığın saklanması ihtimali heyecan vericidir. Türk edebiyatından bu türdeki kitaplara Sadık Yemni’nin romanlarını ve Doğu Yücel’in Okul ve Varolmayanlar isimli eserlerini emsal gösterebiliriz.

“Tarihi Fantazya” diyebileceğimiz kitaplar ise, okuru yine gerçek dünyada tutarlar, ama artık bize yabancılık hissettirecek kadar geçmişte kalmış dönemlere götürürler. Bu kitapları okurken sadece fantastik unsurlar değil, o dönemin kendine has yaşam biçimleri de bizi şaşırtma gücüne sahiptir. Batı edebiyatında Kral Arthur ve Büyücü Merlin’in maceralarını anlatan eserler ve benzerleri bu türün örnekleridir. Türkiye’den ise İhsan Oktay Anar’ın Amat ve Puslu Kıtalar Atlası isimli eserlerini anabiliriz, bu kitaplarda yalnızca hayal gücüyle yaratılmış karakterler ve gerçek üstü olaylar değil, Osmanlı’daki yaşam ve o dönemin korsanlarının ilginç hayatları da okurun aldığı keyifte önemli bir rol oynar.

“Metaforik Fantazya” diyebileceğimiz bir başka grup eserde ise, fantazya unsurları öykünün temel değil, sadece zenginleştirici bir unsurudur. Kafka’nın Dönüşüm isimli eserinde, karakterin uyandığında kendisini dev bir böcek olarak bulması elbette fantastik bir olaydır, ama kitabın anlatmak istediği şey ve okurda uyandırmak istediği duygu açısından, bu olayın gerçek dışılığı oldukça geri plandadır. Calvino’nun İkiye Bölünen Vikont ve Varolmayan Şövalye gibi eserlerini de emsal verebiliriz. Bu tür kitaplarda yazar yarattığı fantastik olayı derdini anlatmak için bir metafor olarak kullanmaktadır yalnızca. Burada vurgulanması gereken, aslında tüm fantastik romanlarda çeşitli metaforların yer aldığı, ama bu tür kitaplarda metaforun eserdeki öneminin, içerdiği hayal gücüne nazaran çok daha fazla oluşudur.

Kimliğini 20.yüzyılda bulan “Diyar Fantazyası” ise, fantastik edebiyatın alt türleri içinde hayal gücünün en özgür kullanıldığı türdür. Bu türün ayırt edici özelliği, gerçek dünyaya fantastik öğeler katılması yerine, tamamen hayal gücüne dayanan bir diyar yaratılarak orada geçen öyküler anlatılmasıdır. Mitolojisi, coğrafyası, tarihi, ırklarıyla, “yani her detayıyla” yazara ait bir yerdir burası. Bu kurgulanmış dünyanın en çekici yönü, yaratılan hayali milletler nedeniyle her milletten okura aynı mesafede durabilmeyi sağlamasıdır. Mesela tarihteki belli bir savaşı değil ama savaşın kendisini, insanlar üzerinde yarattığı etkileri işleyebilirsiniz. Teknolojinin yerini büyünün alması, türün diğer belirgin özelliği ve renkli tarafıdır. Bu kitapları okurken, belgesellerde daha önce görmediğiniz, ansiklopedilerde anlatılmayan, yazarın hayalinde kurguladığı yepyeni bir diyarı keşfetme keyfi de yaşarsınız.

Bu yazıda detaylarına girmemekle birlikte, daha detay bir incelemede Köy (ya da Taşra) Fantazyası, Dinsel Fantazya şeklinde bazı farklı gruplandırmalara da ihtiyaç duyabileceğimizi söyleyebiliriz.

Fantastik edebiyat yapıtlarını sınıflandırırken, okurda uyandırmayı amaçladıkları duygu açısından da bir değerlendirme yapmak doğru olacaktır. Diğer edebi türlerde olduğu gibi fantastik romanların da içinde, korku romanları, romantik romanlar, eğlenceli romanlar, macera romanları gibi farklı temalarda eserler bulunur. Diyar Fantazyası için örnek verirsek, Yüzüklerin Efendisi anlattığı öyküde heyecan ve görkemi ön plana çıkarırken, Terry Pratchet’in Disk Dünya’sı, birbirinden komik karakterleri ve olaylarıyla okuru bol bol güldürmeyi hedefler. Ursula K.Le Guin’in Yerdeniz’i ve Murathan Mungan’ın Şairin Romanı, insanın ince duygularına ve düşüncelerine seslenirken, birçok başka diyar fantazyası bunlarla ilgilenmeyip, heyecanlı ve hareketli bir macera yaşatmak amacı taşır. Bu nedenle gruplandırmaları yaparken, kitabın türüyle birlikte temasını da vurgulamak daha anlamlı bir yaklaşım olacaktır. Bu şekilde Dracula ya da Frankenstein’ın günümüzde korku temalı tarihi fantazyalar olduğunu söylerken, Alacakaranlık serisinin romantik bir şehir fantazyası olduğunu söyleyebiliriz.

Tüm bunların ötesinde, bu sınıflandırmaların daha çok eleştirmenler, kitapçılar ve akademisyenler için önemli olduğu, ama yazarlar için pek de anlamlı olmadığını söylemek gerek. Bir kitap yazarken önce türünü belirleyip ona göre kurgu yapmazsınız, içinizden geldiği şekilde yazarsınız ve sonra ortaya çıkan eser başkaları tarafından bir gruba dahil edilir. Bu nedenle birçok kitap, farklı bölümlerinde farklı türlerin özelliklerini gösterebilir, bazı bölümlerinde şehir fantazyasına yaklaşırken ilerleyen bölümlerde diyar fantazyasına dönüşebilir, kimi sayfalarında okuru korkuturken kimi sayfalarında kahkaha attırabilir. Stephen King ve Peter Straub’un birlikte yazdıkları Tılsım buna iyi bir örnektir. Bu nedenle türü hakkında ne söylenirse söylenilsin, iyi yazılmış bir romanın daima okuru için sakladığı sürprizleri olacaktır.

0 yorum:

Yorum Gönder