Edebi türler içerisinde en çok dala ayrılan türdür roman. Ortaya çıktığı dönemden bu yana, melez bir tür olmanın getirdiği bir şey bu. Diğer türlere doğru genişleme eğilimi taşıması, aynı anda şiiri, öyküyü, denemeyi, mektubu, masalı, destanı barındırabilmesi, farklı alttürlerin oluşmasını da olanaklı kılıyor. Ama belirli bir alt türe ait olma durumunun, genellikle edebi değerin azaldığı önyargısını beraberinde getirdiğini söylemek de mümkün. Polisiye, aşk romanı, korku, gerilim ve en sonu fantastik, böyle bir değer düşürücü söylemin etkisi altında kalıyor ne yazık ki. Bu önyargıyı besleyen bir başka sebep ise alttürlerin yazımının çoğu durumda mekanikleşmesidir.
20. yüzyılın ikinci yarısı, fantastiğin kült eserlerine yataklık etmişti. Tolkein’in Yüzüklerin Efendisi serisinin 1960’larda inanılmaz satış rakamları yakalamasıyla birlikte fantastik roman, yayıncıların iştahını kabartan bir alan olmaya başlamıştı. Ardı sıra, özellikle üçleme şeklinde yazılması yayıncılar tarafından desteklenen bir sürü eser ortaya çıktı. Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz serisi gibi uzun satara dönüşen ve “yüksek edebiyat” mertebesine yükselen örneklerin yanında, birbirine benzeyen bir sürü kitabın yayınlanması da kaçınılmazdı. Fantastik edebiyat 20. yüzyılın ikinci yarısında yazarı, editörü ve yayıncısıyla profesyonelleşmiş bir sektör haline dönüşmüştü.
Böyle bir profesyonelleşmenin yarattığı değer düşürücü yargıların, fantastik edebiyata dair nesnel değerlendirmenin önünü tıkamasına izin vermek ise başlı başına sorunlu. Çok satan her kitaba dair oluşan önyargıya karşı Moretti’nin sözlerini hatırlamak anlamlı olabilir: “Kitle edebiyatı, pek çok eleştirmenin –hala- söylediğinin aksine, hepsi birbirine benzeyen ürünlerden oluşan anlamsız bir yığın değildir. Nice sürprizlere gebedir, üstelik sırf kendi içindeki anlamlardan dolayı değil, farklı türden eserler üzerine düşürdüğü ışık sayesinde”. Fantastik edebiyat da kendi mecrası içerisinde akan ve edebiyatın her alanında hayal gücünü harekete geçiren bir alttür olarak varlığını sürdürüyor.
Arafta Kalan Okuyucu
Fantastik edebiyatı bir edebi tür olarak ele alıp, biçimsel bir çerçeve üzerine oturtmaya çalışan ilk ve en önemli eserlerden birisi Tzvetan Todorov’un, Fantastik-Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım kitabıdır. Todorov, ilk olarak, bir eserin fantastik olabilmesi için gerçek ile hayal ürünü arasında bir yerde konuşlanması gerektiğini belirtir. Basılı eserin “örtük okuyucu”su, okuma deneyimi esnasında sürekli arafta kalmalıdır: “Fantastik, bu kararsızlık süresinde yeralır: Yanıtlardan herhangi birisini seçtiğimiz anda fantastikten uzaklaşarak komşu bir alana, ya tekinsiz ya da olağanüstü türlerin alanına girmiş oluruz. Fantastik, kendi doğal yasalarından başka yasa tanımayan bir öznenin görünüşte doğaüstü bir olay karşısında yaşadığı kararsızlıktır”.Todorov ayrıca fantastiğin tekinsiz ile olağanüstü arasında ince bir çizgide salındığını vurgular. Onun için fantastik yazarının özellikle dikkat etmesi gereken nokta, açıklamaların var olduğunu hissettirirken karanlığı devam ettirip yazdıklarını tekinsize meyletmesini ya da yaşananları doğaüstü güçlere atfedip açıklanamaz olmasını sağlayarak olağanüstüne savrulmasını engellemektir.
Bir diğer önemli nokta ise anlatının şiir ile alegoriye teslim olmaması gerekliliğidir. Fantastik romanların tanıtımları yapılırken sıklıkla kullanılan masalsı ve şiirsel gibi ifadeler aslına bakılırsa metnin gücünü düşüren nitelemeler olarak görülmelidir. “Eğer bir metni okurken her türlü temsili dışlarsak ve her tümceyi kendi başına anlamsal bir bileşim olarak görürsek fantastik ortaya çıkmaz”. Fantastik, alegoriyi de dışlamalıdır. Todorov bu konuda bir not düşme zorunluluğu duyar: Okuyucunun her metni zorunlu olarak alegorik olduğu yolundaki varsayımının önüne geçmek olanaksızdır. Yine de fantastik yazarı bu tarz tartışmaları en aza indirgemelidir. Zaten fantastik yazarlarının çoğu da -iki kurucu usta Tolkein ve Le Guin’de dahil olmak üzere- alegorik metinler yazmadıklarını iddia ederler. Todorov, fantastik edebiyatın biçimsel çerçevesini çizerken, aslında içeriğine dair –her ne kadar biçimin içeriğin belirlenmesinde etkili olduğu iddia edilebilse de- birçok noktada eksik kalır. Edebi türün yapısına böyle bir odaklanma ister istemez o edebi türün toplumsal, kültürel, sınıfsal analizine alan bırakmaz.
Ortaçağ Nostaljisi ve Fantezi
Todorov’un eksik bıraktığı noktada devreye Fredric Jameson girer. Jameson, ütopyacı itkinin temelleri ve olasılıklarını tartıştığı kitabı Ütopya Denen Arzu’da fantastik eserlerin, saf ve geleneksel ortaçağ havasına sahip olmasının, köy nostaljisini hareketlendirdiğini savunur. Bu anlamda fantastik ütopyayı değil muhafazakâr geçmiş özlemini hareketlendirir. Fantezideki iyi-kötü karşıtlığı, insan ilişkileri içindeki kastlaşma eğilimini, büyünün gerici kullanımı da bu muhafazakârlaşmayı destekler. Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter’da karşılaştığımız Hristiyan nostaljisi bu duruma örnek olarak verilebilir.Jameson fantezideki gerici eğilimin bir kural olduğunu savunmaz. Fantastik edebiyat kimi örnekleriyle “yabancılaşma ve sınıf mücadelesinin, maduniyetin ve ezilmişliğin somut toplumsal dünyasına” da nüfus edebilir. “Fantezinin görünüşte geri dönülemez yükselişinin, bu durumda, ekolojiye ve insan bedenine içkin olasılıkların çok daha kapsamlı araştırılmasına dayalı yeni içeriğinin sağladığı edebi üstünlüklerle ilişkisi yabana atılamaz”. Bu şekilde ele alındığında fantastik edebiyat eleştirel bir duruşu olanaklı kılarak, içinde barındırdığı mistikleştirme ve gerçeklikten kaçış eğilimlerini aşabilir. Ursula K. Le Guin’in Hep Yuvaya Dönmek ve Yerdeniz serisi bu anlamıyla yeniden okunabilir.
Edebi türlerin kendi içinde sınıflandırılmasının ciddi sorunlara yol açtığını söyleyebiliriz. “Yüksek edebiyat”, alttürleri dışlama ya da görmezden gelme konusunda ısrarcı olsa da, alttürlerin saçağında iyi edebiyatın yapılabileceği birçok örnekle kanıtlanmıştır. Eleştirinin görevi, edebi eserin içinde barındırdığı potansiyelleri ve olanakları önyargısız bir şekilde ele alıp yeniden değerlendirmektir. Ursula K. Le Guin, yetişkinlerin kabullendikleri hayatın sahteliğine bir cevap verdiği için fantastik edebiyattan uzak durduklarını söyler bir yazısında: “Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar”. Todorov ve Jameson’a ejderhalardan korkmadıkları, fantastiğin ütopik ve geleneksel sınırlarını sorgulattıkları için teşekkür etmemiz ve “ejderhaları uzaktan sev” diyen aile büyüklerimize kulaklarımızı tıkamamız gerekiyor sanırım.
0 yorum:
Yorum Gönder