Bu topraklarda şiirin gelişimi için en çok emek verenlerden biri, kuşku yok ki Veysel Çolak. Düşünen şiirlerden, şiire dair düşüncelere kadar ortaya koyduğu / emek verdiği onca çalışmanın her biri üzerinde farklı okumalar yapılabilecek nitelikte. Böyle bir noktada olmak, bu noktaya varmak kolay değil elbette. Yılların biriktirdiği bilginin de tek başına yeterli olmadığı, bu bilgi birikimini işlemek için başkaca bir çabanın, yoğun bir çalışma sürecinin gerektiği de ortada. Bu açıkçası, şiirin bir hayatı baştan aşağı kurması anlamını taşıyor. Dolayısıyla şirin kurduğu / biçimlediği hayat, hayatı kuran / biçimleyen şiirlere dönüşüyor. ‘O Zaman Bitti’ böyle bir yoğunluğun son ürünü olarak Hayal Yayınları’nın etiketiyle, 2013 Şubat ayında raflardaki yerini aldı.
Bu çalışmanın bize şiir adına söylediği şey, şairlere ait kanıksanmış söyleyiş biçimlerinin olaylar ve durumlar karşısında, yapısal bir değişikliğe uğramadan, anlam alanlarının genişlemesiyle de zenginleşebileceği. Çoğu zaman bu tür bir zenginleşme olumsuz eleştirilerin konusu olarak görülse de, aslında tam tersi bir perspektiften değerlendirmek gerekiyor. Çünkü şair hem kendi özgünlüğünü koruyor, yerini sağlamlaştırıyor; hem de yeni bir kapı aralıyor kendisi ve şiiri için. Ancak bunu yapmak gerçekten zor; daha öncede bazı yazılarda bu durumdan söz etmiştim. Yinelememin nedeni ise şiirimizde giderek böyle bir, ‘oturmuş şiir’ gerçekliğinin ağırlığını ortaya koyması. Sözcüklerin dizilişinde değil, seçilişinde girişilen farklılık arayışı da bu şiir görüntüsünün ana arterlerinden biri. Veysel Çolak şiirinin anlam aralıkları da, ‘O Zaman Bitti’deki şiirlerde böyle okunabilir.
‘Başka Uzak’, ‘İnsana Sorun’, ‘Hayatın Argosu’ isimli bölümlerden oluşan kitabın, insan, insanlar ve dilleri gibi bir anlam bölümlemesini de barındırdığı düşünülebilir. Başkalarını çözmek / anlamak / anlamlandırmak için insanın kendisinden yola çıkması gerektiğini Çolak’ın tüm şiir çalışmalarında görmek olası. Bu kitapta şair, yola çıktığı bu merkezi daha belirgin çizgilerle işlemiş. Kitabın ilk şiiri olan Eskiden Beri, kitaptaki en etkili dizelerden biriyle hem şiiri hem de kitabı açıyor; “Ne bulacağımı bilmeden dağları kazdım”. Bu dize yalnızca içinde bulunduğu şiire ait değil aslında. Çolak bütün şiir aranışının gerek şiirde, gerek şiir üstüne düşündüğü çeşitli ve farklı metinlerde, nasıl bir çabayı gerektirdiğini, bunun nasıl bir sonsuzluk biçimi olduğunu söyleyerek, dizeyi şiirin dışına çıkarıyor. Şiirin dizesini, şiirin dışına çıkararak, onu gövdesinin dışında bir parça olarak kuvvetli kılmak, ustalık denen şeyin şiir açısından nasıl okunması gerektiğini de ispatlıyor. Kitabın ve ilk şiirin böyle kapsayıcı bir dizeyle açılması tesadüf olmasa gerek.
İlk bölümün tüm şiirlerinde insanca isteklerin yoğunluğu da dikkat çekiyor. İnsanın içinden insanın içine yönelen şiirler bunlar; yerleri belli. Öyle ki, bu bölümdeki şiirlerin gizli bir köprü gibi düşünülmesi bile olası iki insan arasında; bir bağ, anlamını herkesle paylaşan ama kendini, bir duyuş olarak yalnızca iki insan arasında kuran bir bağ. Ardı ardına gelen öyle dizeler var ki, şiirler kendilerini şiir kılan değerleri durmadan çoğaltıyorlar. Örneğin, ‘Seninle Yatağım Güneş Dolu’ isimli şiir, bu anlamda ilk bölümün en kuvvetli şiirlerinden biri olarak gösterilebilir: “… / akşam açmayan menekşeydi / sessizlikti, okunmaz bakır yazıydı / belli belirsiz birkaç kişiydi gece.”. “…/ gizlediğin tohumun buluşma zamanı / gövdemi toprağın say / yola çıkart huysuzlana atlarını”. “ Gitmesen, odamızda kuşlar da gecelese.”.
“İnsana Sorun” isimli ikinci bölüme geldiğimizde artık aşkla birlikte başka şeyler de toplumsallaşmaya başlıyor. Örneğin bölümün etkili şiirlerinden “Pıhtı”da, “ Anlat insanlar arasında genişleyen salgını / kentleri, zehirleyen parayı ve tırmanan ölümü / halkına yeni bir hayat sunmayanı / anlat yaşanılanın neden bir ateş olduğunu.” diyor Çolak. Bu şiirin bitiş yargısı da dikkat çekici: “ yol biter, bavul eskir, avuçlarında ateşten bilet / gövdeni kudurtur gecikmek bu yolculukta.”. Yine bölümün etkili şiirlerinden “Yazdın Bana“, içinde yer alan şu dizelerle farklı bir yerde duruyor, diğer şiirler içinde: “Bakıyorsun büyüyen ellerine / arkadaşların için genişliyor omzun / döndün, iyi ki öptün sevgiliyi titreyen dudağından / dünya çürümüş, durağanlık boğucu, tiksinti uzun / kendine yabancı işlek eli her emekçinin / cinayetleri çok, yalanları parlak bir çağdı / sakladık o geçmişi / hiç solmadı kınından damıttığım mürekkep.”. Bu bölümdeki şiirlerin görüldüğü üzere, ilk bölümdeki şiirlere nazaran daha kapsayıcı bir duyarlılık sergilediği, insanla insan arasındaki bağı bu defa başka araçlarla kurduğu okunuyor.
Son bölümde, “Hayatın Argosu”nda, Çolak aslında ilk başta değindiğimiz farklı sözcük seçimiyle kurulan ve yarattığı anlam olanaklarıyla yeni olan şiire daha net bir biçimde değiyor. “Kadın Argosu”, “Erkek Argosu” ve “Kayış Dili” adı verilen şiirler, içerikleriyle düşünüldüğünde ilk bakışta, adlarını yansıtan birer çalışma olarak okunabilir. Ancak, dikkat edildiğinde, Veysel Çolak’ın kitabın sonuna koyduğu bu şiirlerle ve bu şiirlerde kullanılan dille aslında önceki bölümlerde yazdığı insani naifliklerin artık hayat içerisinde görülmesinin giderek zorlaştığında dair bir göndermede de bulunuyor bence. Çünkü insan değiştikçe, daraldıkça, azaldıkça, sıkıştıkça artık eskiden kendini ifade etmek için kullandığı açık ve net sözcüklerin yerine, daralmış, azalmış, sıkışmış bir dil kullanmaya başlıyor. Bu durumu görmek bence son derece önemli. Ama Çolak, işin içine kendi şair duyarlılığını katınca, argo sözcüklerin o kaba yanları, bir şiirin önemli ayrıntıları olarak ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak Veysel Çolak’ın bir şair olarak, ‘şair’liğin yalnızca içini değil, çevresini dahi doldurduğu düşünüldüğünde, kitabın yalnız bunun için bile okunması gerekliliği ortaya çıkıyor. Bunun haricinde giderek yozlaşan bir dünyanın içinde, hala harflere, sözcüklere ve insan dair ‘iyi’ şeyler olduğunu görmek, duyumsamak isteyenler de bu kitabı okumalı. Şiirin gerçekten şairlerce yazılan bir şey olabileceği de, kitabın bize sunduğu asıl mühim ayrıntı.
0 yorum:
Yorum Gönder