Mustafa Ergin Kılıç 2006’da yayımlanan ilk kitabı Lâlfabe’den beri aslında oldukça zor olan bir şey yaparak hem aynı hem de farklı olan bir şiir yazmaya devam ediyor. Şairin kendi sesini bulması denen mesele üzerinden değerlendirildiğinde olumlu, şairin kendini tekrar etmesi denen mesele üzerinden değerlendirildiğinde ise tartışmaya açık bir durum bu. Kaldı ki ‘doğrusu şöyle’ demekte pek akıllıca değil. Hal böyle olunca, olması gereken şey oluyor ve Mustafa Ergin Kılıç şiiri değerlendirilmek, okunmak, anlanmak istendiğinde hem her kitap hem de her şiir bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Bu aslında bir alt okumayla Kılıç’ın bir dönem şiiri yazmadığını ayrımsamak; gündeliğin, şairin zihninde gerçekleşen şeylerin kodlarıyla bütünleşmediğini, olup bitenin belki de romantik bir tavırla minimalize edilerek, şair açısından bir kendilik haline dönüştürüldüğünü söylemesi açısından önemli. Böyle bir şiir aranışı kimileri açısından bir tür duyarsızlık olarak bile okunabiliyor. Azaltmakla indirgemek arasındaki farkı, kodların, alışkanlıkların dünyasında eksik okuyanlar ya da ancak o kadar okuyabilenler yapıyor bunu daha çok. Bu oldukça önemli bir tartışma konusu ama dediğimiz üzere Kılıç’ın şiiri tam da bu noktadan ele alınmasını sağlayacak ve asla bir ilk okuma kabul etmeyen zor bir şiir. Onun yazdıklarını hemen kavradıklarını düşünenlere de bu yüzden şaşmak gerekiyor.
Bu anlamda Sardünya’nın kendi evreninde de, Kılıç’ın diğer çalışmalarından aşina olduğumuz aklın öne sürüldüğü bir tavır ön planda. Ancak bu tavır, bu bakış açısı öylesine doğallaşmış ki bir tür tercih olarak yorumlanamayabiliyor. Aklın inşasında yer alamayan ve bireyin koridorlarında akılla hep ve her anlamda çatışma halinde olan, temelde de insanın uyumsuzluğunu aslında akıldan çok biçimleyen lirik parçalar dahi, Kılıç’ın şiirinde akıl yoluyla keşfediliyor. Dolayısıyla yukarıda söylediğim ve romantik olanın kendi tarihinde her daim büyüttüğü çoşku, aklın kendi çeperleri içerisinde bir indirgemeye uğrayarak yorumlanmış oluyor böylece. Tabi tam da bu noktada çelişkiye kapı aralama olasılığı olan başka bir açmazın kendini hissettirdiğini söylemek olası; o da düşünmenin nihayetinde akla dayanıp dayanmadığı; dolayısıyla yorumlamanın. Her düşünme sürecinde ya da düşünmenin her sürecinde işleyen şey gerçekten akıl mı? Metaforlar aklın devre dışı kaldığını mı söylüyor yoksa aklın devreye daha yeni girdiğini mi? Ancak her halükarda metaforun, özellikle şiirde aklı içine düşürdüğü açmazlar nasıl okunmalı? İşte tam da bu sorular, Kılıç şiirinde dışarıdan müdahale etmenin pek de kolay olmadığı bir saflıkla kendine yer buluyor.
Bu söylediklerimizi en iyi örnekleyen şiirlerden biri ‘deniz suyu’. Ardılı olan ‘kara suyu’ şiirinde de benzer özellikler kullanılsa da, ‘deniz suyu’nun kuruluşu ve bağlamları bakımından biraz daha öne çıktığının altını çizebiliriz. ‘deniz suyu’ şiiri ‘göçüğe hazırlanan madenciyim / bir kadın dudağı değil / artık yatağım’ (aslında) tek dizesi ile açılıyor. Bu dize(ler)de okunan kesinlik, iki ayrı açıdan sonlanma vurgusunu ele alıyor. Birinci vurgu ‘göçüğe hazırlanan madenci’ esprisi ile aslında oldukça farklı okunabilecek noktalara tekabül ediyor. Öncelikle ‘göçüğe hazırlanma’ denen şeyin, alanı içindeki belirsizliğine / kesinliksizliğine dair yapılan göndermeyle, şeylerin hem bir baş ve son ilişkisi içinde hem de belirsizlik / net olmama durumu ile de en azından tahayyül aleminde her halükarda sonla girdiği ilişkiyi aynı anda vermesi açısından önemli. Bu bulanık duruluk daha önce de değindiğimiz üzere Kılıç şiirinin temel özelliği. Mustafa Ergin Kılıç şiirlerindeki bu tür keşiflerle, şeylerin doğasındaki paradoksları, ‘akıllı olmak için kullanılmamış’ bir akılla diyalektiğin olanaklarına teslim ediyor. Bu tür bir yaklaşıma zeka deyip geçmekse, ilk elden kolaycılık olur.
Şair bu noktadan sonra gelen iki ayrı dize bütününde ise daha somut ilişki biçimleri üzerinden, izleyen / algılayan bir göz olarak, tek düzlem üzerinden gitmeyen, yayılan hatta mecra değiştiren bir şiir kurmaya başlıyor. Mecra değişiyor çünkü Kılıç şeylerin duyumsal değerleriyle varlık biçimlerinin zannettiğimizden daha pratik bir ilişki içinde olduğunu düşünüyor. Mesela ‘deniz suyu’nda yer alan ‘yeniden dikilmem için / gövden iskelet vermeli’ söylemi alt okumada yalnızca karşılıklı bir ilişkide olması gereken ‘vücut’ aranışından çok tüm bireysel ve toplumsal katmanlardaki, sürekli çelişki ve çatışkı içinde olan ikiliklerin nasıl bir ortaklaşmaya dayandıklarını açımlaması noktasında değerli. Burada açık olarak Ergin Kılıç ancak bir merkez gövde / merkez yapı üzerinden örgütlenecek bir anlam ihtiyacının tıpkı göçüğe hazırlanan madenci esprisinde olduğu gibi ne olması gerektiğini bildiğini ancak bu oluşun nasıl olması gerektiğini kestiremediğini söylüyor. Bu bırakılmış / terk edilmiş sonsuz anlam yakalanacağı / yeniden kabul edileceği ve dolayısıyla dolacağı yeri şairin zihninde değil okurun zihninde hem arıyor hem de somutluyor.
‘nerede duyarsam duyayım sesini / hemen bir yarık açıyorum / kendime / ey su’ ile sonlanan şiir yeniden bir özne değişimi ile sen / ben / o ilişkisini tek değer olan son üzerinden başarılı bir şekilde kurmanın yolu olarak ‘son’a yerleştirilmiş Kılıç tarafından. Burada özne değişiminin, yayılan, mecra değiştiren, bütünlüğünü çoğulluğun olanaklarında sağlayan dolayısıyla aklı her şeyden çok bir zemin olarak kullanan bir şiire ulaşıldığı da görülmekte. Fakat Kılıç, suya seslenerek ve ‘ey’ nidasının meydan okuyuculuğunu kullanarak aslında tek yapı içinde yerlerini alan tüm özne ve kodlara da rest çekiyor. Ve başta yaptığımız tespit kendini bir kez daha ortaya koyuyor / kanıtlıyor: Bulanık bir duruluk.
Sonuç olarak Mustafa Ergin Kılıç’ın Sardünya’yı bir örnek üzerinden incelenen ama kitabın bütününde de rahatlıkla izlenen, aklın kendini şeyler üzerinden okunmasını sağlayan bir ‘ürün’ olarak oldukça önemli görünüyor. Zırvaların sardığı bir şiir dünyasında, şairine yaslanmadan okunabilecek dolayısıyla pazara kapalı, özgür, sıkı bir kitap.
Önce okunmalı; sonra tekrar okunmalı. Çünkü her şeyi bir kez daha ihtiyacımızın olduğu günlerden geçiyoruz.
Mustafa Ergin Kılıç’tan bir kuvvetle bitirelim: “ Hiç kimsenin bilmediğini bilirim / mesela en güzel hangi çiçek solar // ölümlerle anıldığından en koyu karanfil kokar”
0 yorum:
Yorum Gönder