Dışarıda yağmur yağıyor, soğuklar iyice hissettiriyor artık kendini. Kasım ayı, kuru öksürükle, hapşırıp tıksırmalarla, burun tıkanıklığıyla geldi yine. Şu an itibariyle 61 gündür kalbi tıkanmışlardan bahsetmiyorum bile. Fincanımdaki ada çayının kokusu beni babannemin evine götürürken, arka fonda Closer söylüyor sevgili Travis. Tam şu an, yıl 2012. 10 Kasım Cumartesi sabahı, saat on bire beş varken oluyor tüm bunlar. Bir de birazdan bahsedeceğim bulutlar var ki Haliç’ten geçiyor ve memleketin dört bir yanına dağılıyorlar. Yaşadığımız bu anlar, o bulutların gölgesi altında yine. Şüphe içinde, tedirgin ve yağdı yağacak bekliyoruz günleri.
Her gün bitmesini umut ettiğim ama bir türlü bitmeyen, geçmeyen şeyler var. Haberleri açtığımda duyduğum tek şey ölü sayıları. Hiçbir hesaba, hiçbir kitaba sığmayan ve artık vicdanımı iyiden iyiye sızlatan ölü sayıları. Çatışma çıkar, helikopter düşer, mühimmat deposu patlar, terorist sanar. Bahaneler bitmez ölü sayıları artarken. "On yaşında O.....a başlamış" diye başlıklar atılan bu topraklardan daha kaç Ş. B.'ler, Güldünya'lar geçecek? Yetmedi mi, bitmedi mi, ayırdığınız bacaklar, akıttığınız kanlar. 61 gündür sadece musluk suyuyla ölüme direnenler var. Onları görmezden, duymazdan gelenler var. İnkâr neyi çözmüş ki buna çare olsun. Dedim ya bir kötü haberi daha kaldıramayacakmışız gibi yüreğimiz ağzımızda yaşıyoruz. Haliç’ten bulutlar geçiyor bu hafta ve insan olan hepimiz üşüyoruz.
Görkem Yeltan’ın kaleme aldığı dokunaklı, aynı zamanda oldukça sürükleyici olan “Haliç’ten Bulutlar Geçerken” ortaokuldayken okuduğum Şeker Portakalı’nı anımsattı bana. Hikâyesi ile değil, tamamen hissettirdikleri, okunduktan sonra bıraktığı tatla ilgili bir benzetme olduğunu söylemeliyim. Bitirmeye kıyamadığınız sırf bu yüzden elinizde sürüklenen kitaplar vardır ya; Haliçten Bulutlar Geçerken benim için tam da öyle oldu.
Beş yaşındaki Rojin ile bir milyon yüz yedi buçuk yaşındaki Yeşil Saç’ın Haliç’in deniz kokan sokaklarında yaşadıkları maceraları inanılmaz güzellikte anlatmış Görkem Yeltan. Anlatım dili oldukça anlaşılır ve sadeyken hayal dünyası öylesine zengin ki, herhangi bir kitap değil, bir dünya ile de tanışmış olacak minikler. O dünyada kimler ve neler mi var? Çevreci bir kraliçe, kırmızı yanaklı ejderha, ejderhanın kuyruğunda sallanan balıklar, takım elbiseli yılan Serpen, sevimli cırcır böceği Lacigale Rojin’e eşlik eden isimler. Bu büyülü dünyanın sırrı Rojin’de saklıyken, Rojin’in sırrı ise Haliç’in sokaklarında saklı. Hikâye yokluğa, yoksulluğa ve her şeye inat var olan çocukluğa götürüyor bizi. Şimdi saklanacak ve saklayacak yer ararken bir zamanlar çocukların yağmur yağdığında sokağa çıktıklarını hatırlattığı gibi. Abiler ablalarla kurulan ve anne babadan gizlenen hayaller gibi, komşu teyzeler, çok sevilen büyükanneler, büyükbabalar ve hastalanınca içilen ıhlamurlar gibi… Herkeste aynı etkiyi bırakır mı bilemem ama sanki sevdiğim ve korktuğum bütün kahramanları tek hikâyede bir araya getirip yepyeni anlamlar katmış Görkem Yeltan. Belki o nedenle Serpen’i Küçük Prens’i gezegenine gönderen yılana, Yeşil Saç’ı Alice’in tavşanına, ve hissettirdikleriyle Rojin’i Zeze’ye benzettim ben. Doğan Egmont’tan çıkan bu güzel kitap toplam 94 sayfa… 9 yaş üstü çocuklara hitap eden ve bir solukta okunan bu hikâyeyi çocuklar kadar büyüklerin de okumasını tavsiye ederim.
Bu arada kapağın güzelliğine değinmeden edemeyeceğim. İnsanın evine asası geliyor! Kapak tasarımını yapan Sedat Girgin’in de emeğine sağlık!
Şimdi ne zaman yolum Haliç’e düşse, Rojin’i arayacağım o bahçeli ve asıl sahiplerinin atıldığı evlerin önünde. Kimbilir belki bir gün Yeşil Saç’ı da görürüm?
Arka Kapaktan: "O kadar çok seviyorum ki, göremezsin..."
HALİÇ’TEN BULUTLAR GEÇERKEN, Görkem Yeltan, Doğan Egmont Yayıncılık, 2011.
0 yorum:
Yorum Gönder