Fransa'nın önemli edebiyat ödülleri sahiplerini buldu. 7 Kasım'da açıklanan Goncourt ödülü "Le sermon sur le chute de Rome" adlı romanıyla Jérôme Ferrari’ye verildi. Ferrari’nin şiirsel bir Korsika destanı olarak tanımlanan romanı, daha kolay ve huzurlu bir hayat için eğitimini bırakan ve bir arkadaşıyla beraber bar işletmeciliğine başlayan bir felsefe öğrencisini anlatıyor. Fakat gerçek dünyada da Korsika’da suç oranın ciddi anlamda yükselmesi Ferrari’nin kahramanın hayatını da etkiliyor ve planları kendisini daha iyi bir hayat yerine alkol, seks ve şiddet dolu bir maceraya götürüyor.
6 Kasım'da açıklanan Medici ödülleri ise henüz dördüncü kitabı yayınlanan Emmanuelle Pireyre ve Yabancılar kategorisinde de İsrailli büyük yazar Avraham B. Yehoshua'ya gitti. Pireyre'in "Féérie Générale"' adlı kitabı modern toplumun para, çevre, türban, Avrupa'nın sivilleşmesi gibi çeşitli sorunları esprili fakat keskin ve son derece modern bir dille, birden fazla kahramanın hikayesi üzerinden tartışıyor.
Yabancılar kategorisinde ödül ise Avraham Yehoshua'nın fransızca çevirisiyle "Rétrospective" adıyla yayınlanan ve usta yazarın hayat ve sanatın birbiriyle ilişkisini, yaşlı bir sinema yönetmeninin kendi retrospektif gösterimi için İspanya'nın her ülkeden hacıları toplayan şehri Santiago de Campostela'ya yolculuğu üzerinden anlattığı ve diğer romanları gibi Fransa'da çok beğenilmiş eserine değer görüldü.
7 Kasım'da açıklanan Renaudot ödülleri ise gerçek bir sürprize sahne oldu. İlk romanıyla Aurélien Bellanger ve diğer iki ödülün de kuvvetli adaylarından olduğu söylenen ve ülkemizde "Pura Vita" adlı romanıyla tanınan Patrick Deville "Peste et Choléra" ile listede yerlerini alan kuvvetli adaylar olarak görülmekteydiler. Fakat, bütün tahminlerin ötesinde Renaudot ödülü Ruanda asıllı yazar Scholatique Mukadonga'nın oldu. Son seçim listesine giremeyen yazar, Notre Dame du Nil adlı kitabıyla onuncu kapalı oylama turunda oyların altısını alarak ödülü elde etti. Kendisinin kaçabildiği Tutsi katliamı sebebiyle annesi dahil ailesinden yirmi yedi kişiyi kaybetmiş olan yazarın kitabı, Ruanda soykırımının arifesini, aileleri tarafından her şeyden önce bekaretlerini koruyabilmeleri için yerleştirildikleri yatılı okul öğrencisi kızların, etrafları Hutu güçleri tarafından sarılırken kapalı kapılar ardında yaşadıkları üzerinden anlatıyor.
Dört prestijli ödülün sonuncusu olan Femina ise diğer listelerde de aday gösterilen ve eseriyle geçtiğimiz yaz okuyucular ve kitapevleri tarafından verilen FNAC ödülünün de sahibi olan Patrick Deville'e gitti. Yazar, “Peste et Choléra” adlı romanında üstün yetenekli araştırmacı Alexandre Yersin'in hayatından esinlenmiş. 1885'te henüz 22 yaşında bir genç adam olarak ana vatanı İsviçre'den Paris'e Louis Pasteur ile birlikte çalışmaya gelen Yersin vebaya sebep olan bakteriyi bulan ve kolera üzerine çalışmalarda yoğun emeği geçen kişi olmasına rağmen, Paris'te adının verildiği küçük meydanın civarında yaşayan mahalle sakinleri ve Yersinia Pestis bakterisine aşina doktorlar hariç fazla kimse tarafından tanınmıyor olmasının acısını Deville'in romanıyla çıkaracak ve hak ettiği şöhreti yakalayacak gibi. İsviçreli bilim adamının 1863'te başlayan ve 1943'te şimdi Vietnam topraklarında yer alan ve fakat o dönemin Fransız Hindiçini'ne dahil olan Nha Trang'da sona eren yaşamıyla aynı zamanda Avrupa’nın önemli bir dönemine ve kolonizasyon sürecine de tanıklık ediyor.
0 yorum:
Yorum Gönder