Arap Baharı, Libya Kışı (Engin SUNE)

“Saddam bir ‘Orospu Çocuğudur’ ama o bizim ‘Orospu Çocuğumuzdur.’” demişti ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın ve Ortadoğu masası şefi Geoffrey Kemp. Emperyalist güçlerin kadim müttefiki Şah’ın devrilmesiyle İran’da kurulan İslami rejimi dengelenmesi için katıksız destekledikleri Saddam Hüseyin, 2003 yılında evlatlıktan reddedildi. Kendi çocuğunun ipini çekecek denli körelmiş emperyalist güçler, bu olaydan yaklaşık yedi yıl sonra Ortadoğu’daki diğer diktatör çocuklarının miadlarının da dolduğu gerçeğiyle yüzleşince bilindik söylemler ve yöntemlerle sürece müdahale ettiler.

Kitlelerin; işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü ve kötü yaşam koşullarına karşı başlatmış oldukları mücadele, küresel kapitalist sınıfın çıkarlarını destekleyecek şekilde neoliberal reformlara sıkı sıkıya tutunan Bin Ali rejiminin çökmesine yol açtı. Buradaki kitle hareketleri, bir dalga gibi Mısır’a, Yemen’e ve Bahreyn’e sıçradı. Emperyalist güçler, bölgedeki müttefiklerini teker teker kaybetme tehlikesiyle burun buruna geldiler. Bin Ali ve Mübarek için artık yolun sonunun göründüğünün farkına varınca da, bu ülkelerde rejim değişikliği tehdidine karşı rejim ıslahını tercih ettiler. Bu ülkelerdeki kitlelerin mücadeleleri, Libya ve Suriye’dekilerin aksine, demokrasi ve insan hakları söylemleriyle alkışlanmadı. Bölgedeki dengenin kendi aleyhlerine dönüşmesi ihtimalinden korkan Atlantik güçleri, aradıkları fırsatı Libya’da buldular. Her ne kadar terörle mücadelede Atlantik Devletleri’nin bir müttefiki olsa da, petrol, siyasal istikrar ve neoliberal düzene geçişin önünün tıkanması gibi hususlar göz önüne alınınca Kaddafi’nin devrilmesine karar verilerek Arap Dünyası’nda başlayan devrim hareketi, bu güçler tarafından çalındı. Bir devrimin gelişmiş kapitalist devletler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda nasıl yeniden biçimlendirildiğini ve bir baharın nasıl kışa döndüğünü anlamak için Vijay Prashad’ın Arap Baharı, Libya Kışı adlı çalışması yol göstericidir.

Şüphesiz Orta Doğu halklarının otoriter rejimlerin ekonomik ve siyasi programlarından rahatsızlıkları yeni değildi. Arap toplumlarının, Atlantik güçlerin ekonomik gereksinimlerine açık olması anlamına gelen infitah süreciyle başlayan neoliberal politikalar ekseninde yapılan reformlar, Prashad’ın da dediği gibi,  Arap bölgesinin ekonomilerinin kendi halklarını geçinebilir hale getirmek yerine, Atlantik dünyasının finansal kurumlarını semirtecek ve diktatörlere muazzam tröst fonları sunacak şekilde düzenlemiştir.  Mısır ve Tunus gibi neoliberal güvenlik devletlerinde bu tür politikalar eşitsizliği arttırarak halkın sabrının taşmasına neden oldu ve yükselen bu protesto dalgaları ABD’nin istikrar yönündeki endişelerini arttırmaya başladı. Mübarek’in düşmesi İsrail adına işleri karıştırabilirdi ve Bahreyn ve Yemen’deki protestolar tırmanırsa da Suudi Arabistan ve Basra Körfezi emirlikleri için çalkantılı bir durum oluşabilirdi. Prashad’ın da altını çizdiği gibi, bu tür kaygılar, devrimci bir görüntü vermeye başlayan bu sürecin yönetimi için bir şeyler yapmayı elzem hale getiriyordu.

Emperyalist güçlerin Orta Doğu’da korumaya çalıştıkları bu denge oyunu aslında yeni değildir. 1950’lerden 1979’a kadar Nasırcılığın yaydığı anti-emperyalist politikaları dengeleyen temel müttefik Şah’ın İran’ıydı. 1979’da Şah’ın devrilmesi ve Sedat’ın Camp David’de İsrail ile barış anlaşması imzalamasıyla eski düşmanlar yeni müttefik, eski müttefikler de yeni düşman statüsü aldılar.  Değişmeyen tek müttefik ise Suudi Arabistan ve onun uydusu olan Basra Körfezi emirlikleriydi. Bu devletler Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK), ya da Prashad’ın değimiyle Arap NATO’sunu kurarak emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarlarını korumaktadırlar.
Günümüze geldiğimizde ise Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve başka yerlerdeki ayaklanmalar ise bu denklemi bozdu ve Prashad’ın da dediği gibi “düzenin şahinleri değişimin güvercinlerini zincire vurmak için her türlü teşvike başvurdular.” Prashad, kitabının ilk bölümünde Arap Baharı’na odaklanırken ikinci kısımda ise Libya’yla beraber bu hareketlerin nasıl kışa dönüştüğüne odaklanmaktadır.

Emperyalist güçlerin hesapları, Arap Baharı’nın gelişimini raydan çıkarma çabası üzerine kuruldu. Öncelikle Arap NATO’su ülkelerine de yayılan devrim hareketlerinin bastırılması gerekiyordu. Bu devletler protestolara askeri bir müdahalede bulunmaktan çekindilerse de, Libya ve Suriye’deki mücadelelerin Bahar’ın rotasını değiştirmesini fırsata çevirerek KİK’in bu demokrasi mücadelelerini bastırmasına izin verdiler.

Kuşkusuz 17 Şubat Hareketi olarak tabir edilen Libya’da başlayan ayaklanmalar, demokratik isteklerle güdümlenmiş ve ekonomik politikalardan muzdarip olan bir halk hareketiydi. Hatta bu halk hareketinin liderlerinden biri olan Abdül Hafız Goga 27 Şubat’ta dış müdahaleye kesinlikle karşı olduklarına dair bir açıklama dahi yapmıştı. Fakat Ulusal Geçiş Konseyi’ni oluşturan neoliberal klik, Atlantik güçleri tarafından önplana çıkarılarak dış müdahalenin yolu açıldı. Prashad’ın da dediği gibi “Libya devrimi neoliberal refomcular tarafından zorbaca çalınmıştır.”

Prashad’ın kitabının ikinci bölümünde de belirtildiği gibi,  Atlantik güçleri ve Basra Körfezi Araplarının insancıl müdahalesi alttan gelen isyanın ve genel olarak Arap Baharı’nın dinamiğini kırma girişimiydi. Kuşkusuz bu tür bir müdahalenin diğer bir motivasyonu da gelişmiş kapitalist devletlerin petrol kaynaklarına erişiminin  kolaylaştırılmasıdır. Emperyalist güçler için Libya’ya yapılan müdahale, Körfez petrol rezervlerini ve Arap petrol topraklarını korumak için gerekliydi.

Libya’daki isyan NATO müdahalesi olmaksızın da başarıya ulaşabilirdi. NATO müdahalesinin temel işlevi bu isyanın olası siyasi seçeneklerini daraltmaktı. Ayrıca bu müdahale Libya’daki neoliberal reformlar önündeki engelleri kaldırarak, ülkenin emperyalist çıkarlara göre yeniden inşasının önünü açmıştır. Prashad’ın belirttiği gibi Ulusal Geçiş Konseyi’nin ilk olarak Merkes Bankası’nın ve Ulusal Petrol Şirketi’nin kontrolü altına alması bunun bir göstergesidir.

Bu müdahale sonunda Kaddafi, Saddam Hüseyin’e yapıldığı gibi, yargılanmadan infaz edilmiştir. Oysa açık bir mahkemede konuşmalarına izin verilseydi kim bilir ne öyküler anlatacaklardı. Fakat Prashad’ın da kitabında değindiği gibi, “Ölü adamlar öykü anlatmazlar. Yargılanamazlar. İkitidarda kalmalarına yardım etmiş olanların adını veremezler. Bütün sırlar da onlarla birlikte silinir.”

Vijay Prashad, "Arap Baharı, Libya Kışı", Çeviren: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, 2012.


0 yorum:

Yorum Gönder