Gökdelen’de her şeyin kontrol altında olduğunu söylemek için epey kör olmak gerekiyordu ya da modern dünyanın yeni yorumu olduğu üzere nesnel gerçekliğin kontrol mekanizmaları tarafından her an değiştirilebileceği gerçeğine sarsılmaz bir inançla bağlanmak. Tersine, anlatılan “gökdelen” romanın yapısı gibi kusurludur. Her ne kadar mimari unsurları biçim ve tasarımın eşsiz ürünü ön şartından yola çıkılarak inşa edilmiş olsa da alt yapısındaki eksikler biçimle tasarımın fiyaskosuna dönüştüğünün göstergeleridir.
Roman kurgu şaheseri olmaktan çok, Ballard’ın toplum ve birey analizleriyle üst üste binerek gökyüzüne doğru yükselmiş bir yapı, teknolojinin tatlı düşlerini kâbusa dönüştüren bir elçi, sadece zihinde şekillenen gökdelenin soğuk, katı imgesidir. Ballard, romanının kusurlu kurgusu gibi, incelikle tasarlanmış teknoloji merkezli dünyanın ne denli kof olduğunu açıklamaya girişir. Yazarın “garez dominosu”(s.104) dediği yapı özgürlüğü muştulayan bir imajın yansımasıdır; gittikçe bu imajın kölesi olan gökdelen halkının geçmişe, şiddetle yoğrulmuş kökenlerine dönme hikâyesinin vurgusu.
“Apartman yeni bir sosyal tip, gökdelen hayatının psikolojik baskılarına karşı bağışıklığı olan, mahremiyet ihtiyacı asgari düzeyde kalan, nötr atmosferde gelişkin bir makine ırkı gibi serpilen, soğukkanlı, duygusuz bir kişilik yaratıyordu,” (s.33) der yazar. Başından sonuna kadar anlatıda beliren ve gölgesiyle var olan bütün karakterler bu görüşü doğrulamak için harekete geçmiş gibidir. Karakterler, bu tezin görünmez ellerinde yönetilen kuklalardan farksızdır.
Yazar, modern insanın güvenli rüyasında tehlike çanlarını duyar, şiddetin kâbusunu görür. Açlık, cinsellik ve bastırılmış uygarlığın simgeleri bu kâbusun görüngüleridir ve yaratılan kaotik atmosferde her zerreden tatlı hazlar devşiren insanların ilkel olana doğru yolculuğundaki tersine dönüş hikâyesini anlatır. Bunu bir batılı kafasıyla gerçekleştirir. Uygarlık kötülüğe biçim giydirilmiş bir elbiseyse o elbise tamamen çıkarıldığında geride ilkel insan kalacaktır. İlkellik ise vahşiliğin öteki adı, değiştirilemeyen özde beliren şiddetin esas kaynağıdır. Bana göre asıl tehlike de budur: Birincisi, bellenmiş standardın gerisinde kalanla özdeşleştirilen ilkellik düşüncesinin, ikincisi hayvanlar gibi yaşamanın, hayvana benzemenin kötücüllüğü iç ezber gibi sunulup defalarca anlatılarak değiştirilemez doğru diye benimsenmesidir.
Dışarıdaki dünyadan yalıtıldığı söylenen devasa bir yaşama alanı kurar Ballard. Profesyonellerin, mesleğinde uzman olanların mekânıdır burası. Bankası, yüzme havuzu, ilkokulu, kuaförü, alışveriş alanı olan kırk katlı, bin daireli, iki bin nüfuslu dikey, modern bir getto. Roman başta sağlam bir temelle kurulduğunun izlenimini verir ama gittikçe görünenin hiç de öyle olmadığını gösterir.
Romanda okuruna güvenmeyen bir yazar profili çıkar karşımıza. Yazar, ezberlenmiş bir şarkının bağırarak söylenen ahenksiz nakaratı gibi sık tekrarlarla yapılan açıklamalarıyla şiddetin üsluba yönelik başka bir çığlığını duyurur. Reklam sloganlarını hatırlatan söylemi reklam ve imajla kuşatılmış okur hatta yazar kuşağının algısındaki boşluklara yönelik bir eleştiri midir? Romanın hep odağında duran gökdelenin sosyal planlamasıyla dengesi bir anda bozulur. Uygarlığın öğrettiği bütün davranışlar birdenbire tüketilir. Bireysel saygı, toplumsal ahlak buharlaşmıştır. Mekânın fiziksel yapısı alt üst olur. Asansörler çalışmaz, sık sık elektrikler, sular kesilir. Havalandırma çalışmadığı gibi çöplerin tahliyesi de gerçekleşmez. Oysa nasıl da iyidir, çöplerin aktarımı için sütunlar yapılmıştır ama tıkanır. Bu teknik bozulma insanların davranışlarındaki bozulmayla paralel zamanda olur. Ama hiç kimse bunu dışarıya duyurmaz. Tüm bunlar anlatı boyunca sık sık tekrarlanır: Sınıfları temsil eden katlar arasında şiddetli bir savaş patlak verir, gerilimle baş gösteren soğuk savaş merdivenlere kurulan barikatlar, sopalar ve türlü eşyanın silaha dönüşmesiyle iyice alevlenir. Anlatımda güdümlü yönelim dikkat çeker. Örneğin, sular tamamen kesikken Laing tıp ofisine gitmek için hazırlandığı sırada musluklardan su akmaya başlar ve Laing duş alır. Çöplerle çevrilmiş bir dairede kaldığını dışarıya belli etmemelidir. Oluşturulan sahnelerde kimi boşluklar mantık silsilesindeki kopukluğu gösterir. Gökdelendeki savaşın sonunda canlı kalabilen tek erkek Laing, daireler arasındaki gezintisinde yatağında oturmuş, İran kedisiyle oynayan bir kadını görür. Kedinin tasmasının kayışı kadının bileğine bağlıdır ve kedi kadının bileğindeki açık yarayı kemirerek beslenir. Kitap eleştirmeni olan kadın durumdan hoşnuttur. Laing bunu engellemeye çalışsa da kadın izin vermez. Açlıktan bitkin düşen adam onu koltuk altlarından tutup kaldırırken, kendi odasına taşırken kedi yokmuş gibi ondan hiç söz edilmez. (s.147-149)
Ballard, gökdelenin halkıyla birlikte yapısını da şöyle açıklar: “Wilder’ın gökdelendeki hayatta en kızdığı şey, yüksek gelirli profesyonel insanların görünüşte homojen şekilde bir araya geldikten sonra üç tane apayrı ve düşman kampa ayrılmış olmalarıydı. Güce, sermayeye ve kişisel çıkarlara göre belirlenen eski sosyal tabakalar her yer gibi burada da oluşmuşlardı.” (s.50) Ballard, söz konusu sosyal sınıfların ortak eğilimlerini, psikolojik yönsemelerini analiz ederken felsefeci yönüyle konuşur. Bilgi akışı, karakterlerin sağlam bir kişilik biçiminde oluşmasının da önünü kesen en büyük engeldir.
Kadınlar, erkeğin gözünde sahip olunması gereken bir nesnedir romanda. Erkekler “cinsel organları” ya da güçlü vücut yapılarıyla gösterilirken onları öylesine bir anlığına gören ya da bilinçli olarak izleyen kadınların erkeklerden etkilenmesi beklenir. Romanın ilk bölümünde bekâr kadınlardan söz edilir, onlar da kaçamak birliktelikleri anmak için anlatılmıştır. Daha sonra bu kişilerin de silikleştiği, öne çıkan kadınların hep bir başkasının eşi ya da kız kardeşi diye tanımlandığı dikkati çeker. Romanın sonunda kadınlar, sağlam bir karakter olmaktan çok yine bir işlevi yerine getirmeleri için figür biçiminde kullanılır. Bir ilkokulu dolduracak kadar çocuğa ne olduğuysa soru işareti olarak kalır. Şiddeti vurgulamak için evcil hayvanlar öldürülüp yenir. Eylemlerin mantığını genel geçer yargılara yaslayarak verir Ballard.
Gökdelen’i başyapıt bir roman diye tanımlamak için şiddetin doğasını kör bir inançla kutsamak, onu ne yaparsa yapsın her haliyle kabul eden bağışlayıcı bir anne gibi davranıp ona sıkı sıkı sarılmak gerekir. Ballard, teknoloji tutkunu modern dünyanın kof fantezisini resmeder. Gökdelen, sorgusuz onaylanan imajlar çağının karabasan imgesidir, bütün karabasanlar gibi gerçeğini gerçek dışılığında yaratan.
J.G. Ballard, Gökdelen, Çeviren: Dost Körpe, Sel Yayıncılık, Eylül 2012,168 sayfa.
0 yorum:
Yorum Gönder