F. Scott Fitzgerald’ın 1925’te yazdığı ‘The Great Gatsby’, “Muhteşem Gatsby “kitabı, Amerikan Edebiyatının en önemli örneklerinden sayılır. Bir Amerikan Rüyası eleştirisi olarak da görülen ve arka fonuna Caz Çağı’nı yerleştiren romanın, farklı yayınevlerinden çevirisi zaman zaman raflarda yerini alırken, beyazperde de bu romandan uzak kalamıyor. Özellikle de klasikleri modernize etme hastalığına tutulduğumuz bu yıllarda! Cannes Film Festivalinde boy gösteren yeni Muhteşem Gatsby, Türkiye’de geçen hafta vizyona girdi. Bu yeni ve 3 boyutlu versiyonu, Romeo ve Juliet, Moulin Rogue ve Avustralya filmlerinin yönetmeni Avustralya’lı Baz Luhrmann yönetti. Film, oyuncu kadrosuyla da oldukça göz dolduruyor. Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Joel Edgerton gibi ünlü isimlere Carey Mulligan eşlik ediyor. Birçokları Muhteşem Gatbsy’i 1974’te çekilen ve Robert Redford’un harika oyunculuğuyla ete kemiğe bürünen haliyle tanıdı aslında. Zaten çıtayı oldukça yükseğe çıkarmış bir film ortadayken, yenisini çekmek doğrusu cesaret işi. DiCaprio’nun Redford’un efsaneleştirdiği bir karakteri oynamayı kabul etmesi de kendine olan güvenini ortaya koyuyor sanırım.
Filme geçmeden önce ben biraz romandan bahsetmek istiyorum çünkü romanlardan beyazperdeye transfer olan öyküler genelde bir hayal kırıklığına yol açıyor. Romanda olup bitenleri bize anlatan, olayların hem içinde hem de dışında kalmayı başaran Nick Carraway karakteri. Filmde Nick’e Tobey Maguire hayat veriyor fakat fantastik filmlerin hayranı olan benim gibiler için Örümcek Adam’la bütünleşmiş birinin başka bir role bürünmesini kabullenmek oldukça güç oluyor. Bu nedenle, her an Carraway’ın ellerinden örümcek ağları fırlayacak hissiyle izliyorum filmi ve karaktere bir türlü ısınamıyorum. Romanda buram buram hissettiğimiz tutkulu aşk, DiCaprio ve Mulligan arasındaki tutmayan kimya yüzünden bir türlü ekrana yansımıyor.
Roman başlarken Nick Carreway bizi, babasının öğüdüyle selamlıyor ve aslında öyküye bu nasihata kulak vererek yaklaşmamız gerektiğini belirtiyor. “Birini eleştirmeye niyetlendiğinde, yeryüzündeki herkesin senin imkânlarınla doğmadığını hatırla.”
Birçokları için Amerikan rüyasının sağlam bir eleştirisi sayılan roman benim için - ve sanırım Gatsby için de-bir umut etme öyküsü. Ondaki olağanüstü umut etme yeteneği, hayatın vaatlerine karşı şairane hazır bekleyiş hali bende de var galiba. Bu romanın ölümsüzlüğünün asıl nedeni de umut etmenin öldürücü yan etkisi sanırım.
Bir insanı beş yıl beklemek ve beklerken geçen tüm zamanı, ona yaklaşmak için adım adım hesaplamak… Bir erkeğin bir kadına böylesi sadakatle bağlı olması, geçmişi tekrarlamak için duyduğu saplantı, kimin başını döndürmez ki? Üstelik bir de Gatsby, Daisy’e, her genç kızın kendisine bakılmasını arzu ettiği gibi bakıyor, onun için her çılgınlığı yapmaya hazır görünüyor. Amerikan rüyasından ziyade bunlar her kadının hayali, olsa gerek.
Peki ya Gatbsy nasıl biri? Sizi tam anlaşılmak istediğiniz gibi anlayan; size kendinize inanmak istediğiniz biçimde inanan ve başkalarında yaratmayı umduğunuz en iyi izlenimi onda da yarattığınızı hissettirip içinizi rahatlatan bir adam. Malikanesinde eşsiz partiler veren, evinde şehrin tüm ilginç insanlarını ağırlayan; hepsine çok yakın ama aslında çok uzak duran biri…Gerçek adıyla, James Gatz! Sevdiği kadından duymak istediği tek şey, beş yıl boyunca yalnızca onu sevdiğini, onun yokluğunda evlendiği, emekli polo oyuncusu, sistemin temsilcisi, ahlaktan yoksun ama ahlak bekçisi gözüken Tom Buchanan’ı asla sevmediğini bir kerecik duymak olan, Gatsby!
Filmde odaklanılan nokta, bu aşktan ziyade ihtişamlı partiler aslında. Bu sahnelerin çekimleri öylesine hareketli ki, insan kendini caz çağında değil; pop çağında hissediyor! Ayrıca böylesi bir filmin ruhuna, üç boyut çekimi hiçbir şekilde yakıştıramıyor insan. Zaten üç boyutun filme kattıklarından çok, eksilttiklerini anabiliriz ancak. DiCaprio sahneye çıktığı ilk andan itibaren oyunculuğunun gücünü hissettiriyor; orası kesin fakat, bazı sahnelerin bilinçli olarak karikatürize edilmiş olması, romanın duygusal atmosferine uyum sağlayamıyor ne yazık ki.
İletişim fakültesi öğrencilerine senaryo derslerinde ilk öğretilen şeylerden biri Çehov’un “Duvarda asılı duran silah mutlaka patlar” cümlesidir. Romanı okurken Gatsby’nin söylediği “Bütün yaz havuzu hiç kullanılmadı” cümlesi, bu nedenle dikkatli bir okur için çok önemli. Bunu okuduğum an, başıma gelecekleri hissettim aslında. Belki de o satırda, bırakmalıydım okumayı… Gatsby’i unutulmaz kılan, romanın içeriği, üslubu kadar sonudur ne de olsa. Onca umut etmeden sonra gerçeklerin yüzümüze bir tokat gibi, o havuzda çarpılmasıdır bu romanı efsane yapan… Son çekilmiş, üç boyutlu film içinse maalesef aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
0 yorum:
Yorum Gönder