Bahçekapılı, hazırladığı büyük boy 287 sayfalık Nâzım Sen Gittin Gideli adlı kitapla Nâzım’ın granitten mezar taşına, duygu ve düşünceden bir taç yerleştiriyor. Nâzım’la yüz yüze gelenler, onu tanıma onuruna erenler, onunla hapis yatanlar, onun kitaplarını okuyanlar, onun şiiriyle beslenenler, onu okudukları için başı sıkıntıya girenler… yazdıkları mektuplarla görüşlerini bütün içtenliğiyle ifade ediyorlar.
Ölüm ve Nâzım Hikmet
Ölüm, bir insanın sevdikleriyle yüz yüze gelemeyeceğini, yaşamın var kıldığı gerçeğin belirtileriyle bir daha yüzleşemeyeceğini ifade eder.
Ama öyle ölümler vardır ki yaşamın gerçeğine yön vermede zaman tanımaz.
Dünya ekseninde bu tür örneklere alabildiğine rastlarız.
Ve şair Edip Cansever’in bir dizesini öne çıkarıp, ölümün kuşattığı insanlara bakarak “ölü mü denir şimdi onlara” deriz.
Nâzım Hikmet onlardan biridir.
Yaşarkan de ölümle kucaklaştıktan sonra da “var” olmayı sürdürmüştür.
Eğer öyle olmasaydı ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, onca seveni ona mektup yazar mıydı?
Nâzım’ın doğumunun 100. yılında dünya çapında kutlamalar olduğu gibi ölümünün 50. yılında da anma törenleri düzenlendiğini biliyoruz. 50. yıl salt törenlerle geçiştirilirse eksik olur düşüncesiyle araştırmacı-yazar Alâettin Bahçekapılı’nın var kıldığı önemli bir yapıtla baş başayız: Nâzım Sen Gittin Gideli.
Kitapta yer alan mektuplara bakarken, bu mektupların sahibini bulduğunu, onun bunları bir güzel okuduğunu düşünüyorum. Sevgilerin, düşlerin, coşkuların, renklerin, kokuların, aşkların savrulup ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya akıp gittiği gibi burada yazılanlar da bir solukta onu Moskova’daki Novodoviçye Mezarlığı’nda bulmuş, ardındaki sevgi selinden haberli kılmış, yaşamını dolduran onca savaşımın bir zerresinin bile boşa geçmediğini göstermiştir.
Nâzım üzerine bugüne değin yazılanlar bir kütüphaneyi dolduracak boyuttadır. Bundan böyle yazılacaklar da olacaktır kuşkusuz. Çünkü Nâzım insanlık kültüründe dünü yarına bağlayan önemli bir köprüdür, bütün insanlığın yolculuk yaptığı. Bu çerçevede onun yaşamı ve savaşımı daha uzun yıllar örneklik oluşturacaktır.
Yürekten Yazılan Mektuplar: Nâzım Sen Gittin Gideli.
Nâzım Sen Gittin Gideli adını taşıyan yapıtın düzenlenmesinde estetik boyut göze çarpıyor. Mektup sahiplerinin yüzde doksanı, sözlerinin giriş bölümünü el yazısıyla kaleme almışlar. Bu bölüm daha sonra yeniden bilgisayara geçirilerek kitabın ana metnine eklenmiş. Böylelikle de Nâzım’a mektup yazanların el yazıları farklı bir karakterde kitabın biçimselliğine anlam katmış.
Bahçekapılı, büyük boy 287 sayfalık bir kitapla Nâzım’ın granitten mezar taşına, duygu ve düşünceden bir taç yerleştiriyor. Nâzım’la yüz yüze gelenler, onu tanıma onuruna erenler, onunla hapis yatanlar, onun kitaplarını okuyanlar, onun şiiriyle beslenenler, onu okudukları için başı sıkıntıya girenler… bir yolla görüşlerini bütün içtenliğiyle ifade ediyorlar.
Bahçekapılı, öncelikle Nâzım’ı sağlığında tanıyanların yazılarına yer vermiş. Üvey oğlu Memet Fuat’ın ayrıntılı bir Nâzım Hikmet özgeçmişiyle açılıyor yapıt. Nâzım’la Bursa Cezaevi’nde yatan, büyük şairden resim dersleri alan, ustasına “Şair Baba” diye seslenen 90’ını geride bırakan Balaban, en sıcak duygularıyla sesleniyor Nâzım’a. Onu bir sürat motoruyla özgürlüğe uçuran Refik Erduran ise bir sevginin, bir kardeşliğin bir bağlığının, bir cesaretin örneğini veriyor. Nâzım hapisten çıkmış sürekli izlenen biridir. Bir süre sonra askere alınacak ve belki de Sabahattin Ali gibi faili meçhul bir cinayete kurban gidecektir. Nâzım’ın 1951-1963 yılları arasında yazdığı, yaşadığı, anlattığı her şey Refik Erduran’ın gözüpekliğiyle gerçekleşmiştir denilebilir.
Hıfzı Topuz, Nâzım’ın Paris’teki Vera’lı günlerini yazmış. Kuşkusuz Paris denilince Nâzım’a ev sahipliği yapan Abidin Dino ve saygıdeğer eşi Güzin Dino gelir akla. Nâzım orada Türkçeye yaslanarak sevdikleriyle anadilinin en güzel sesini paylaşmanın mutluluğunu yaşamıştır. Yazıda yer alan bir fotoğrafta Hıfzı Topuz, Avni Arbaş eşleriyle Nâzım da “saçları saman sarısı kirpikleri mavi”olan sevdiği Vera iledir.
1960’ta Moskova’da Nâzım’ın yanı başında yer alarak ona yüreğini yaslayan değerli bir gazetecinin de mektubu yer alır kitapta. Bu gazeteci-yazar Orhan Karaveli’den başkası değildir. Karaveli’nin tek emeli onun mezarının, ülkesine getirilmesidir. Karaveli, yıllardır yinelediği bu isteğini burada bir kez daha dile getiriyor.
Kitapta Yaşar Kemal’in İngiltere’den yazıp postaya verdiği mektup, “Nâzım’ın aldığı son mektup” olarak belirtilir. Ataol Behramoğlu mektubunda, Nâzım’ın evrensel bir kültür insanı olduğunu, emeğinin insanlık kültürüyle özdeşleştirdiğini vurgular.
Alâettin Bahçekapılı’nın 50. Yıl Armağanı
Yapıtı hazırlayan Alâettin Bahçekapılı’nın mektubunda yansıttığı çok boyutluluk üzerinde durmakta yarar var. Bilindiği gibi Nâzım’ın yaşamı üç devrede ele alınabilir. Birincisi uzun süreli hapis yaşamının öncesidir. İkincisi kilit altındaki yıllarıdır. Üçüncüsü de 1951’den 1963’e uzanan süreçtir. Bahçekapılı, Nâzım’ın göz izini taşıyan Orhan Kemal’den Balaban’a, Aziz Nesin’den Rady Fish’e, Konstantin Simonof’tan Zeynep Hanlarova’ya, Nail V. ’den (Çakırhan) Refik Erduran’a, Nedim Otyam’a… mikrofonu tutuyor. Nâzım’ı anlattırıyor. Onların anlattığı Nâzım’ın insan kimliği, bir gazeteci-yazarın çok boyutlu algı gücüyle dantel gibi örülüyor.
Nâzım Sen Gittin Gideli adını taşıyan yapıtta Nâzım’la ilgili Bakü’ye Gidiyorum Ay Balam adlı özgün yapıta imza atan Aslan Kavlak’ın mektubundan, şair Ayten Mutlu’nun yazdıklarına uzanan bir sevgi köprüsü görürüz. Nâzım’ın şiiriyle soluk alan, yaşamının savaşım dolu yıllarını binbir kaynaktan okuyarak güçlenen çoğu kişinin, bir anı çerçevesinde büyük şairle yakınlık kurduklarını görürüz. Korkut Akın’dan Orhan Nedim Ayık’a, Ruhi Türkyılmaz’dan Ali Mustafa’ya, Ümit Tarı’dan Mustafa Balel’e, Kâmuran Semra Eren Ayık’tan Melahat Babalık’a, Cengiz Bektaş’tan Mustafa Ruhi Şirin’e, Sevgi Türker Terlemez’den Selçuk Ülger’e… onca kişinin yaşamında bir Nâzım ışığını bulmak söz konusudur. Kitapta, “Sevgili Nâzım Hikmet’imiz” başlıklı yazısında Nâzım’ın yapıtlarının geniş bir listesini hazırlama görevini üstlenen Öner Yağcı’nın emeği, okurlar için bilgi ufku açıyor.
Kitapta yer alan mektubumun ışığında şunu belirtmek isterim ki Nâzım’ın şiirlerini daha sağlığında okurken yaşadığım heyecanı, ona şiirler yazarken de duyumsamışımdır.
Moskova’da Novodoviçye Mezarlığı’nda
Alaettin Bahçekapılı hazırladığı kitabın “önsöz”ünde belirttiği gibi 3 Haziran 2013, Nâzım’ın ölümünün 50. yıldönümüydü. O gün Moskova’daki mezarının başında 20 kişilik bir arkadaş grubu büyük heyecanlar yaşayarak ona sevgilerini dile getirdiler. Gruptakilerin çoğu Nazım’a bir şeyler götürmüştü. Şiir götürenler baştaydı. Bence en güzel armağan ona yazılan mektuplardı. Mektupların bir sureti, orada Nâzım’ın mezarının yanı başında tanıştığımız Vera’nın kızı Anna’ya teslim edilirken de Nâzım elimizden tutuyordu.
Ömrünü dünyanın güzelleşmesine adayan, sevdiği ülkesinin tam bağımsız olması için savaşım veren, şiirleriyle bizi dünyanın dört bir yanında tanıtan güzelim Nâzım Hikmet’e yazılan mektupların var kıldığı dünyayı, onun 1939 Erzincan depreminin ardından yazdığı “Kara Haber” şiirinde yer alan iki dizeyle bağlamak isterim: “Kesemden verecek şeyim yok, yüreğimden verdim.”
Nazım Sen Gittin Gideli yapıtında yer alan her mektubun Nâzım’a “keseden verilen” değilse de “yürekten sunulan” duygulu, anlamlı, sevgiye dayalı, iç titreten, coşkulu yazılar olduğunu düşünüyor, böyle bir yapıtı hazırlama düşüncesini yaşama geçiren Alâettin Bahçekapılı’yı kutluyorum.
NÂZIM SEN GİTTİN GİDELİ, Haz. Alâettin Bahçekapılı, BRT Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder