Bazen bir kitap okursunuz, içine alır sarmalar sizi. Bazen üveylik koyar kendiyle arasına bir diğer kitap. Onları bize kardeş yapan içindekilerin yaratıcısına olan bağlılığımız, yazarın kalemine duyulan yakınlıktır çoğunlukla.
Minimalist akımın en iyi örneklerini veren Edgü, gerçekçilik üzerine düşünmeye çağırıyor okuru. Öykülerindeki düş ve gerçek tanımlamasını ise şöyle yapıyor: “Ben gerçeğin içindeki düşü ve düşün içindeki gerçeği aradım. Bize gerçek diye sunulanlar önünde sonunda yazarın uydurduklarıdır. Gerçeğin içindeki gerçeğe varmanın tek yolu kanımca düşten geçer.” İlk basımı 1978 yılında gerçekleştirilen ve 1979 yılında Sait Faik Hikaye ödülünü alan Bir Gemide, 1962-1976 yılları arasında yazılmış sekiz öyküden oluşuyor. Öyküler arasında gezinirken gerçek birçok zeminde yer değiştirip yeniden yaratılıyor.
İlk öykü Kaza, anlatıcının otobüsle yaptığı Ankara yolculuğu sırasında yaşadığı kaza etrafında gelişir. O hariç herkes kaza yapanın bir uçak olduğunu söyler. Öykü kahramanı etrafındakileri kendine inandıramaz ve bir sarmalın içine hapsolur.
Kent Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku, Anlatıcının kokulara duyarlılığıyla betimlenir. Ancak tüm kokulara hassas algıları, tanımlayamadığı kötü bir kokunun belirmesiyle duyarsızlaşır. Evde, sokakta, kentin her yerinde dayanılmaz derecedeki bu kötü kokuyla yaşayamaz hale gelir. Sorun şudur ki onun dışında kimse kokunun farkında değildir. Koku, giderek yozlaşan şehrin ve değerlerini yitiren insanlığın simgesidir.
Bir Gemide, insan varoluşu ve sorgulama üzerinde gidip gelir. Anlatıcının gemide tanıştığı genç bir yolcuyla, başıboş, rotasız ve kaptansız yol alışı yaşam üzerinden anlatılır. İnsanların sorumsuzluğu ve ilgisizliğinin yaşam üzerindeki etkisi ve hakikatın arayışıdır esas. Okurun derinliğine kendini kaptıracağı Bir Gemide incelikle işlenmiş bir öykü.
- Söz konusu senin kurtuluşun, dedim. Başka kurtuluş yok. Bu gemi batacak. İçindekilerle birlikte. Yüzüme baktı, tiksintiyle mi, acıyarak mı, çıkaramadım.Seksek, diğer öykülerde de okurun sıkça karşılaştığı gerçeklik kavramını yeniden gözler önüne serer. Toplum, iktidar ve kokuşmuşluğun izine rastlanır öykü boyunca.
- Atlayıp yüzsem ve o ışıklara varsam bile kurtulmuş olmam ki, dedi. Benim istediğim ortak bir kurtuluş.
- Ortak bir kurtuluş yok, dedim.
- Var, dedi. Olmalı. Bu köhne geminin üstünde yaşasak bile var. Gemi su almaya başlasa bile var. Kayalara çarpsak bile var. Batarken bile var. Giderek, asıl o zaman var diyesim geliyor. Gerçek bir umutsuzluktan doğan gerçek bir kurtuluş. Bir gün göreceksiniz bunu
Kokuşmuştur her şey. Etler. Tüm yiyecekler. Her şey. Ama gene de: Hayır, kokuşma olayı yok. Bu et yenebilir, diyor doktor. Bu et yenebilir demek. Öyleyse sen ye it oğlu it. Etin kokuştuğunu bilenler baş kaldırıyor. Güvertede ayaklanma. Açlık daha iyi. Ölmek daha iyi. Bu kokuşmuşluktan.
Olanak-siz, öykü yazmaya başlayan anlatıcının yer yer değiştiği ve farklı bakış açılarının gözlemlenebildiği bir öykü. Hikaye nesne ve özne anlatıcıların dilinden yansır okura. Bu yansıma, öykü yazma eyleminin deneyselliği açısından da önem taşır. Çünkü yeniyi seven ve korkmadan uygulayan Edgü, çoğulcu anlatıcı tekniğini bu öyküde denemiş ve dönemin öykücülüğüne de önderlik etmiştir.
Kanca, anlatıcının geçmişine dönüşünü, ilk gençlik heyecanlarını, aşkı arayışını, coşkunluğunu, keşiflerini ve gelecekte karşılaştığı eksikleri işler. Yazarın öykülerinde rastladığımız erotizm, öyküde ustaca kullanılır.
Edgü’ye göre yazmak, neyi anlatmak değil, nasıl anlatmaktır. “Resimde önemli olan portre natüre-morte, değil, bunların nasıl resmedildiğidir. Resim ne kadar büyük ve konusu ne olursa olsun o anda karşınızdadır, onunla dolaysız bir diyaloğa girme olanağı vardır.” der. Görsel sanatlardan aldığı ilhamla, hiçbir fazlalığı kabul etmeden, sözcüklerin en yalın halleriyle geçer tuvalinin karşısına. Edgü, o çok sevdiği tuvalini düşün renkleriyle boyarken, kıyısına gerçeğin siyahını eklemeyi de ihmal etmez.
BİR GEMİDE, Ferit Edgü, Sel Yayıncılık, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder