Çoğumuzun hayatında hakkında o ya da bu şekilde bir şeyler bildiği, belirli bir kanaat eşliğinde konumumuzu açık ettiğimiz insanlar vardır. Bu konumlanmanın entelektüel faaliyette de hiç kuşkusuz bir yansıması, karşılığı bulunmaktadır. Sıradan bir insan için konumlanma ölçüsünü ebeveynleri ya da kendisini patolojik/travmatik olarak ilişkilendirdiği birileri oluştururken, bir entelektüel için ölçüyü, çözmek istediği sorunsalın kavramsal hazinesini temel olarak elinde bulunduran bir düşünür oluşturur. Dolayısıyla ölçü insanlar için her daim varoluşa içkinlik ve özgünlük kazandıracak bir direnç halindedir. Bu dirençle ne yapacağını bilme karakterin oluşumuna ve kişiliğin tanınır hale gelmesine yol açar. Örneğin sosyal bilimler alanında Platon, Aristoteles, Kant, Hegel, Husserl gibi klasik filozoflarla, Machiavelli, Marx, Nietzsche ve Benjamin gibi daha heterodoks düşünürlerle, Clausewitz, Lenin, Luxemburg, Sorel, Schmitt gibi son derece güncel ve pratik düşünürlerle cebelleşen öğrenciler ve entelektüeller tam da ifade ettiğimiz ölçüyle karşı karşıyadırlar. Karşılaşma bir süre sonra çeşitli mimetik etkiler yaratır, entelektüeller söz konusu düşünürlerin dilini/sorunsalını/üslubunu benimsemeye başlarlar. Kimileri tüm hayatlarını aynı düşünürlerin ekseninde geliştirmeye adarlar, kimileri ise giderek referans noktalarını, düşünme imkanlarını, müdahil olma potansiyellerini, aktüel çizgilerini belirlemede etkili olan bu direnç noktalarıyla girdikleri tartışmalarda aşmaya, başkalaştırmaya, dönüştürmeye başlarlar. Kısacası başlangıçtaki ölçüleriyle nasıl başedeceklerini artık biliyorlardır. İşte içkinlik ve özgünlük ile donanmış bir kişilik, bu öğrenme sürecinin doğal bir sonucu olarak kendini belirginleştirmeye başlar. Aksi takdirde farkında olarak ya da olmayarak tekrara ve tekrarın yarattığı bir derinlik tutulmasına yerleşirler. O halde entelektüellerin/düşünürlerin de ebeveyleri, patolojik/travmatik esinleyicileri vardır. Ve entelektüel bunlarla temas kurmadan dünyanın düşünsel gramerine katılamayacağını bilir. Bu yüzden er ya da geç dünyanın düşünsel gramer(ler)ini bilmek entelektüel kişiliğin kaçamadığı bir mirastır.
Marx üniversitede hukuk eğitiminin sonuna geldiğinde, okulundaki Hegelci düşünürlerin hukuk yaklaşımları konusundaki “iki zıt tutumu aşmak”, söz konusu dönemdeki anayasa yazımı tartışmalarına “köklü bir yaklaşım getirmek” ve fikirlerini “tutarlı bir şekilde inşa edebilmek” için Hegel felsefesi ile özel olarak ilgilenmeye başlar. Marx’ın babası oğlunun tutkuyla giriştiği bu çabayı hem sevinçle hem de kaygıyla karşılar. Çünkü oğlunun derinlikli bir şekilde hukuk ve felsefe ile ilgileniyor olmasını çok değerli bulur ama kendini heba ederek bunu yapmaya kalkışacağını düşünerek kaygıya kapılır. Derhal baba Marx, oğluna bir mektup yazar ve kendisini ziyaret etmek istediğini bildirir. Oğul Marx, aynı ivedilikle cevap yazar: “Baba gelmeni istemiyorum. Şu an ve bir süre kadar daha Hegel felsefesi ile uğraşacağım. Bu konu benim için baba katilliği gibi bir şey” minvalinde bir cevap verir.
Güçlü Ateşoğlu, Hegel: Alman İdealizmi II başlıklı derlemeyi, yukarıda kısaca ifade ettiğimiz tarzda, bir miras ve kopuş sorunsalı içinde bize sunuyor. Sosyal bilimler alanındakiler için -ve özellikle de felsefeciler için- önemli düşünce sistemlerinden birisinin kurucusu Hegel hakkında her gün doğrudan ve dolaylı olarak speküle edilen bir yığın kavramsal set, düşünsel tarafgirlik, esinleyici bilgi ile karşılaşıyoruz. Bunlardan bir kısmını kendimiz dile getiriyor ya da getirmek zorunda kalıyoruz. Bir başka deyişle Maurice Marleau Ponty’nin dediği gibi, kendimizi onun düşünce sistemine göre konumlandırıyoruz. Çünkü Ponty’e göre “felsefe 19. yüzyıldan beri Hegel’e düşülmüş bir dipnottur”. Fenemonoloji, varoluşçuluk, yapısalcılık, psikanaliz, Marksizm vb. bu dipnot ilişkisinin oldukça berrak bir şekilde görünen yüzlerinden birkaçıdır. Yani Hegel sadece Marx için değil, modern çağın tüm düşünce çabaları içinde önemli bir yer işgal etmektedir. Dolayısıyla Hegel tam anlamıyla Freudyen manada “baba”dır ve onun ardılları için bir ölçüdür. Ateşoğlu’da bunun farkında olarak okuyucuya iki farklı şey söylüyor. İlkini kendi öznel deneyiminden hareketle ortaya koyuyor ve bunu: “Derleme oylumlu bir şekilde hazırlandı çünkü kendi entelektüel serüvenim yıllar içinde bu minvalde gelişti ancak burada önemli olan şey gerçekten bir filozofun düşünce evrenine tutunmaktan daha fazlasının olduğu farketmektir” şeklinde ortaya koyuyor. Yani kendi entelektüel serüvenine sadece işaret ile belirginlik kazandırıyor. Ardından bu derlemeye seçtiği makaleler ile kendi entelektüel serüveni yaşayacak ya da Ateşoğlu gibi yazarlara yarenlik edeceklere sesleniyor. Onlara Hegel ve felsefe bağlamında ilk adımlarını atarken lojistik bir desteğe ihtiyaçları olacağını hatırlatıyor, yardımcı olmak için derlemeyi sunuyor ve bunu bir tartışma için de davete dönüştürüyor.
Hegel derlemesi başlangıç sunumları dışında iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Hegel’in bazı yazılarının çevirilerini, ikinci bölüm ise otuzun üzerinde uluslararası telif çeviri makaleyi barındırıyor. İlk bölüm oldukça kısa (58 sayfa) ama önemli kimi yazıları içeriyor. Hegel’den yapılan çevirilerin yekün olarak kısa olması oldukça isabetli bir karar. Bu bir dezavantaj değil. Çünkü Hegel Reader tadında olmayan bir derleme dışında bu tür çeviriler pek kullanışlı olmuyor. İkinci bölüm oldukça oylumlu (650 sayfa), üstelik telif çeviri makalelerin neredeyse tamamı tanınmış ve otoritesi teslim edilmiş çağdaş Hegel uzmanlarına ait. Bu makalelerin bir diğer özelliği, Hegel okurlarının sık sık tartışa geldikleri birçok Hegelyan kavrama açıklık getirmesi ve Hegel’in önemli eserlerinden kimilerinin genel yapısını tarihsel ve felsefi bağlamları ile anlaşılır kılması. Ayrıca Hegel ile kimi düşünürlerin ya da çevrelerin arasındaki ilişkiyi çözümleyen, böylece hem Hegel öncesi hem Hegel ve sonrasıyla felsefi düşüncede süreklilik ve kopuşları tartışan yeterli sayıda makale de mevcut.
Hegel düşüncesinin kavram setinde bulunan bilinç (H.S. Harris), öz-bilinç (H.S. Harris, H.G. Gadamer), Geist (R.R. Williams), diyalektik (F. Dastur), spekülasyon (M. Inwood), özgürlük (S. Avineri), edimsellik (M. Inwood), parça-bütün ilişkisi (M. Inwood), zaman (A. Kojeve), mutlak özne ve öznellik (W. Jaeschke) gibi kavramların açıklandığı en bilindik eserler; Tinin Fenomenolojisi, Mantık, Ansiklopedi (O. Pöggeler, G. Lukacs, G.E. Müller, T.F. Graets), Hukuk Felsefesinin İlkeleri (K. Hartmann) derlemede müstakil makalelerle değerlendirilmekte. Aynı şekilde derlemede Hegel ve metafizik (F.C. Besnier), Hegel ve ahlak (D. Losurdo), Hegel ve Hıristiyanlık (A. Kojeve), Hegel ve devlet (K.-H. Ilting), Hegel ve sanat (D. Heinrich, S. Houlgate), Hegel ve Spinoza (L. Colletti), Hegel ve Locke (H.P. Kainz), Hegel ve Marksizm (A. Wood), Hegel ve Heidegger (H.G. Gadamer), Hegel ve Fransa (B. Bourgeois) temalarında da müstakil makaleler bulunmakta.
Şimdiye kadar bütün bu makalelere ve adını anmadığımız diğerlerine burada ne tek tek ne de genel hatlarıyla değinmek imkanımız olmadı, zaten olması da mümkün değil. Bu yüzden Hegel derlemesinin genel bir algısını oluşturmaya çalıştık. Fakat iki şeye değinmeden bu yazıyı bitirmek doğru olmaz. Birincisi yazının başlığında ve ardından başlarında değinilen “Baba ve Katilleri” mevzusunun çıkmaz bir sokak olmadığıdır. Çoğumuz düşünsel sadakatle bağlandığımız fikirlerin evreninden kopmak zorunda değiliz ama kopmak zorunda kaldığımızda doymuş fikirlerimiz olması gerekir. Elbette babanın dışında da bir dünya var olabilir, bu dış dünya fikirlerimizin özgünlük ve içkinlik kazanmasıyla anlam kazanacaktır. O güne kadar hep “ustamız acemilik”tir. Turgut Uyar’ın dediği gibi kimileri “babasını doğrumak” zorunda kalsa da babayla girilen çıkmaz sokak sadece verilidir, olgunlaşan düşünce sokağın çıkmazlığındaki kuruntuyu sona erdirir. Bir başka deyişle acemilikten, saygısızlıktan ve korkaklıktan kaçınırken yeter ki kendi serüvenimizi yaşamayı unutmayalım. Yoksa akademikler her yerden bizi babaya sadakate zorlayacaktır: “Hegel’in modern dünya üzerindeki gölgesi, bir çok insanın tahmin ettiğinden daha büyüktür. Marx’ın toplumsal ve siyasi hayattaki etkisiyle birlikte, kimilerinin inandığı kadarıyla felsefedeki etkisi, yeterince açıktır. Çok farklı bir alanda, teolojide Kierkegaard’ın etkisi de aynı derece de belirgindir. Hegel’i okuyanlara ve araştıranlara kıyasla, bugün birçok kişi Marx’ın ve Kierkegaard’ın takipçisi durumundadır. Fakat unutmamak gerekir ki, Marx ve Kierkegaard Hegel’in iki meraklı ve hevesli öğrencisiydi”(s.674). T.M. Knox’tan yapılan bu alıntıya benzeyen ve aslında derleme boyunca yinelenen farklı yazarlara ait birçok ifade bulunmakta. Eğer bu sözlere bütünüyle teslim olunursa geçmişin külleri altında kalmak kaçınılmaz. Oysa sadece Ateşoğlu’nun işaret ettiği ile yetinerek bu ifadelere bakmak gerekir: İlk adımı atmak için birikim gerekir, birikiminize katkı olsun diye size bu derlemeyi sunuyorum, isterseniz tartışabiliriz de, aslolan zaten bu tartışmadan doğacak olanlardır.
Son olarak da şunu belirtmek gerekir: Derlemenin sonunda 38 sayfalık bir Hegel kaynakçası bulunmaktadır. Ateşoğlu söz konusu kaynakçayla Türkçe’de Hegel ile ilgilenenlerin işini çok kolaylaştırıyor. Zaten derleme kitap yeterince zengin, bir de bu kaynakçanın izini sürerek lisansta, yüksek lisansta hatta doktora tez çalışmalarında, yazarların ve entelektüellerin Hegel ile ilgili araştırmalarında kendi yollarını çizecek adımları bulamamalarına imkan yok.
Hegel: Alman İdealizmi II, (der.) Güçlü Ateşoğlu, Ankara, Doğu-Batı Yayınları, 2013, 794 sayfa.
0 yorum:
Yorum Gönder