Ekmekle ilgili deyimler, atasözleri, şiirler, hikâyeler birçok dilde olduğu gibi Türkçede de oldukça yaygındır. “Ekmek kapısı”, “ekmek kavgası”, “ekmeğinden olmak”, “ekmek aslanın ağzında”, “ekmeğin büyüğü, hamurun çoğundan olur” gibi ifadeler, gündelik yaşamımıza içkin ve insanın yaşam kalım savaşının ekmekle ilişkisini açıklıyor sanki.
Daha önce YKY’den Akdeniz’in Kitabı (1999) ve Öteki Venedik (2007) adlı kitapları yayımlanan Bosna-Hersek’li yazar ve aynı zamanda aktivist -Yugoslavya’da savaşa karşı çıktığından dolayı Avrupa’ya sığınmak zorunda kalmış, kendisi gibi düşünen birkaç yazarla birlikte dönemin iktidar sahiplerine açık mektuplar yazmıştır- Predrag Matvejević bu kez ekmeğin tarihini anlattığı Ekmeğimiz (2013) kitabıyla Türkiye okurlarının karşısında. Yazarı ekmeğin kültürel tarihini anlatmaya iten nedenler arasında en önemlisi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında kendi çocukluk deneyimleri ve o dönemde duyduğu ekmek ve açlık hikâyeleri.
Matvejević’in hikâyesi coğrafya ile başlar. İlk buğday başağının ne zaman filizlendiğinin bilinmediğini ancak ilk tahıl türlerinin Afrika Boynuzu’nda, Çin Denizi ile Kızıldeniz arasında, Aksum’dan, Asmara’dan, Addis Ababa’dan az bir mesafede ortaya çıktığını belirtir. Bunun yanı sıra başaktaki sıra düzeninin uyum ve ölçülerinin, tanelerin yerleşiminin insanların zihninde bir eşitlik örneği teşkil etmiş olabileceğini, buğdayın kalitesinde farklılığın ise erdem veya hiyerarşi hissini uyandırmış olabileceğini anlatır.
Buğdayın ekip biçilmesi, ekmeğin yapılması zamanı belli hayat ritimlerine bölmüş ve yeni bir işbölümü organize etmiş, hem buğdayın öğütülmesi sürecinde hem de ekmek hazırlığında yapılan jestler ve hareketler kadın ve erkek arasında yeni bir işbölümü pratiği oluşturmuştur. Ekmeğin şekli doğadaki görünümler ve imgelerle uzlaşmış, kimi zaman daire, kare, üçgen, küp, küre veya piramit şekillerini alırken kimi zaman balık, kayıt, yumurta, hilal, örgü, erkek veya kadın bedeni veya kadın/erkek cinsellik organı olarak karşımıza çıkmıştır.
Tüm dünyada açlık kol gezdiğinde ise (1420, 1693, 1816, 1819 yıllarında mesela) beden, doğa ve ekmek arasındaki denge bozulmuştur. Bu dönemlerde tahıllar yerle bir olmuş, birçok insan açlıktan ölmüştür. 1700’lerde öldürücü buz devri yaşanmış ve bu sadece kuzey bölgelerini değil, Sardinya ve Mallorca adalarını, ve Sicilya ve Kıbrıs’ın bir kısmını da etkilemiştir.
Ekmek tüm dinlerin ve coğrafyaların ritüellerinde - ritüellerin kontrollü olmasını sağlamayı amaçlamıştır- veya ayinlerinde yer almış, inançlarda, hikâyelerde ve dualarda geçmiştir. Bütün bu hikâyelerde fakire ekmek vermenin nasıl yüceltici bir davranış olduğu dile getirilmiş, aynı zamanda serseri ve dilenci alaylarının bir parça ekmek çalmak veya bulmak uğruna bir şehirden bir başkasına, bir pazardan bir diğerine nice yol kat ettikleri anlatılmıştır. Hapishanelerde mahkûmlara sadece ekmek ve su verildiği, cenaze yemeklerinde ise yine ekmek tüketildiği anlatılmaktadır. İyi günde kötü günde ekmek derde devadır.
Buğday ve ekmekle ilgili bilgiler veya resimler zamana, farklı coğrafyalara, gündelik hayata yayılmıştır. Bu bilgilere ve şekillere kâğıtta ve taşta, ahşap ve metalde, parşömende, papirüs ve dokumada, gravürde kabartmada ve heykelde, duvar fresklerinde, mozaiklerde, minyatür ve ikonalarda rastlanır. Matvejević’e göre on dokuzuncu yüzyıl öncesi anlatılarında ve görsel aktarımlarında genellikle dini çerçevelerle sunulan ekmek, Aydınlanma ve Fransız devrimi ile bu dini çerçeveden arınıp daha dünyevi bir bağlamda tartışılmaya başlanmıştır. Fransız devrimine giden sürecin tetikleyicilerden birinin ekonomik kriz olduğunu ve ekmek meselesinin başat meselelerinden biri olduğunu düşünürsek ekmeğin dünyevileşmesi daha da açıklık kazanacaktır. O dönemin Fransa’sında ekmek fiyatlarının halkın hararetini arttırdığını söyleyebiliriz. Sadece Fransa’da değil, dünyanın birçok yerinde ekmeksizliğin birçok isyanı tetiklediğini söylemek mümkün. On dokuzuncu yüzyılla birlikte birçok sanatçı ekmeğin sosyal anlamını vurgulayacak ve görsel olarak da ekmek anlatıları değişmeye başlayacaktır. Saban kullanan insanlar, ekinciler, başak demetleri, tarım gereçleri, köylü ve fırıncı figürleri resimlerde yoğun bir şekilde karşımıza çıkacaktır.
Matvejević kitabı boyunca ekmeğin sadece doğanın değil aynı zamanda kültürün ürünü olduğunu vurgular. Dinler onu kutsamış, ritüel ve ayinlerin bir parçası olmuş, halklar onun üzerine yeminler etmiştir. Savaşların nedeni barışların şartı olmuştur, umudun göstergesi, umutsuzluğun sebebidir. Matvejević’in dediği gibi “herkese yetecek kadar ekmeği olmayan ülkeler bahtsız, sadece ekmeği olan ülkeler ise mutsuzdur.”
Günümüzde Asya’nın ve buğdayın ilk filizlendiği Afrika’nın birçok yerinde halen insanların açlıktan ölmekte olduğunu düşünürsek, bu hikâyeler daha da fazla önem kazanıyor. Ekonomik kaynakların eşitsiz ve adil olmayan dağılımı, iklim değişikliği, kontrolsüz enerji tüketimi pek çok insanı açlıkla karşı karşıya bırakmakta. Son dönemde hızla önem kazanmaya başlayan çevre tarihi çalışmalarına göre yaklaşık 8 milyara ulaşan dünya nüfusunun dörtte birinin ekmeksiz kalma ihtimali var.
Matvejević de kitabında ekmeğin kültürel tüketiminin ve açlık dönemlerinin ne gibi sosyal krizlere neden olduğunun tarihsel olarak izini sürmeyi amaçlıyor. Ekmeğin kültürel hayatı nasıl dönüştürdüğü veya kültürel öğelerle nasıl sembolize edildiği kitapta oldukça iyi anlatılsa da, ne yazık ki ekmek ve toplumsal krizler arasındaki ilişki, Matvejević savaş alanlarından, Gulag kamplarından bir takım örnekler sunsa bile, eksik kalıyor.
Matvejević kitabın sonunda anlattığı hikâye ise oldukça etkileyici. Toplumsal içerikli şiirler yazan Ermeni şair Taniel Varujan 1915 katliamı sırasında Ağrı Dağı’nın ötesine sürgün kafileyle birlikte yürürken bıçaklanır ve cebinden “Ekmeğin Şarkısı” adlı bir el yazması bulunur. Bu buruş buruş kan lekeleriyle dolu kâğıtlarda şunlar yazılıdır: Rüzgarlar geçer- başakların altından, ayın testisinden sütlerin taştığı yerden; buğday taneleri titreşir/ Harman alanından köye, köyden değirmene- Deniz geçer … Ve gelinler güzel ekmeği yoğurduğunda, bu olsun aşkın ezgisi.
0 yorum:
Yorum Gönder