Modern toplumlarda, okur-yazar olmak önemli bir ölçüttür. En azından sistem ve bileşenlerinin bize “ol” dediği durumlardan birisidir. Mesele, okuma ve yazma pratiğinin “nasıl” şekilleneceği yönünde fikir yürütülen bir tartışma konusu haline geldiğinde, başka birçok problemi de beraberinde getirir. Okuma-yazma pratiği nasıl yapılacaktır? Yöntemleri nelerdir? Yöntem aramak/yaratmak gerekli midir? Okunması gerekenler skalası nasıl yaratılmıştır? Klasikler neden klasiktir?
Türdeş soruları çoğaltmak mümkün. Daniel Pennac, Roman Gibi’de bu sorulara cevap arıyor ve şöyle diyor;
“Okuma zevki kaybolmuşsa bile (devamlı söylendiği gibi, ‘oğlum, kızım, gençler’ okumayı sevmiyorsa), bizden çok uzaklarda kaybolmuş değildir. Olsa olsa yolunu şaşırmıştır. Yine de, hangi yolda aranacağını bilmek gerek, bunun için de modernliğin gençlik üzerindeki etkileriyle alakası olmayan birkaç gerçeği sıralamak gerek. Sadece bizleri ilgilendiren birkaç gerçek. ‘Okumayı sevdiğimizi’ iddia eden ve bu sevgiyi çevremizle paylaştığımızı savunan bizleri.”
Bir çocuğun okuma alışkanlığı kazanması, birçok modern toplumda olduğu gibi ülkemizde de “çok önemli” olarak görülür. “İyi bir okur olan çocuk, iyi bir birey olacaktır.” algısı ile hareket ederiz, etmeye zorlanırız. Toplumun “ol” dediklerinden birisidir bu. Yetişkinler olarak çocuğun ne istediği ise hiç umurumuzda değildir. Pennac da kitabın ilk bölümünü bu konuya ayırmış: çocuk bilincinin gereksiz okumalarla ve okuma biçimleriyle şekillendirilmesine.
Çocuk burada metafor olarak da görülebilecek bir anlatım yöntemi. Saf ve temiz olanın kirletilmesi sürecinin okuma üzerinden ilerlemesi bir bakıma “Pennac Yöntemi” olmuş durumda. Gerek otobiyografik romanı Okul Sıkıntısı’nda gerek Teşekkür Ederim kitabında olmak üzere bu yöntemi hep kullandı zaten Pennac ve bütün çabasını buraya yoğunlaştırdı.
1)Okumama hakkı.
2) Sayfa atlama hakkı.
3) Bir kitabı bitirmeme hakkı.
4) Tekrar okuma hakkı.
5)Canının istediğini okuma hakkı.
6) “Bovarizm” hakkı.
7) Canının istediğini okuma hakkı.
8) Canının istediği yerde okuma hakkı.
9) Yüksek sesle okuma hakkı.
10) Susma hakkı.
Bu yazıda hepsini işleyemeyeceğim için -kahrolsun karakter sınırlaması, yazılara özgürlük!- birkaçına değinmek istiyorum. Bir kitabı bitirmeme hakkı, benim en yabancı kaldığım “hak” oldu. Pennac’a göre belirli bir yaşa gelmeden okunmaya çalışılan kitaplar oldukça -metninden anlıyoruz ki, Borges, Stendhal, Mann ile anlaşamamış Pennac da- zor okumalar oluyor ve okurun burada kendisini zorlamasına gerek yok, zira okur kitabı yarım bırakınca ona küsmüş sayılmaz. İyi kitaplar yaşlanmaz, diyor Pennac ayrıca; sadece anlamak için biraz daha “olgun” olmak gerekir. Bu konuda kendisine hak veriyorum ancak peki ya okundukça da daha berbatlaşan kitaplar? Sanırım burada “sayfa atlama hakkı” ya da “okumama hakkı” devreye giriyor, yani meselenin bir alt kümesine denk geliyorum.
Bovarizm hakkı da Pennac’ın ilginç açıklamalarını içeriyor. Bilindiği üzere Bovarizm, Gustave Flaubert’in Madam Bovary kitabı ile özdeşleşmiş bir terimdir. Kişinin kendisini okuduğu/izlediği kurgunun ve/veya gerçeğin içinde ya da yerinde olma isteği olarak basitçe tariflenebilen Bovarizm, yine bir hak olarak görülüyor. Okuyucunun okuduklarıyla kendini özdeşleştirmesinin kaçınılmaz olarak tarifliyor ve bu durumun “metinlerden bulaşan bir hastalık” olduğunu söylüyor. Bu türden bir hastalığa nasıl karşı çıkabilir insanevladı? Pennac bu soruyu cevaplamaya odaklanmamış olsa da en azından bunun çok insani olduğunu ve okunan metnin derinliğini önemsemeden, yalnızca okuyucunun buna karar vermesi gerektiğini söylüyor. Buradan yapılacak çıkarım da ancak Pennac ile paralel ilerleyebilir çünkü okurun okuduğu metni yazarından bağımsız değerlendirmesi, özellikle günümüz şartlarında çok zor.
Roman Gibi için, okur olma yolunda iyi bir yol gösterici ve okuma pratiğinin geliştirilmesi açısından da mühim ipuçları veriyor. Belki size ne okuyacağınızı söyleyemez ama en azından nasıl okuyacağınızı anlatabilir. Bugün, nasıl bir okuma yapılacağını bilmemek, yeni çağın beraberinde getirdiği en büyük hastalıklardan birisi. Pennac sizi iyileştiremeyebilir ama daha uzun yaşamanızı sağlayacaktır, lütfen bana güvenin.
Artık Okuyamama Durumu
Günümüz okur yazarının sık sık dile getirdiği ve hayıflandığı “artık oku(ya)mama” durumunun halinden dem vurarak girişiyor bu işe, Pennac. Okumanın bir iletişim yöntemi olmasa da en nihayetinde bir paylaşma konusu olabileceğini söylüyor. Peki, neyin paylaşımını yapıyoruz? Açıkçası bu soru da yukardaki sorular gibi “kesin” cevaplar ile savuşturulacak bir soru değil. Türdeş ya da değil, çok çeşitli cevaplar bulunabilir, verilebilir. Pennac bu soruya çocuklar üzerinden yaklaşıyor.Bir çocuğun okuma alışkanlığı kazanması, birçok modern toplumda olduğu gibi ülkemizde de “çok önemli” olarak görülür. “İyi bir okur olan çocuk, iyi bir birey olacaktır.” algısı ile hareket ederiz, etmeye zorlanırız. Toplumun “ol” dediklerinden birisidir bu. Yetişkinler olarak çocuğun ne istediği ise hiç umurumuzda değildir. Pennac da kitabın ilk bölümünü bu konuya ayırmış: çocuk bilincinin gereksiz okumalarla ve okuma biçimleriyle şekillendirilmesine.
Çocuk burada metafor olarak da görülebilecek bir anlatım yöntemi. Saf ve temiz olanın kirletilmesi sürecinin okuma üzerinden ilerlemesi bir bakıma “Pennac Yöntemi” olmuş durumda. Gerek otobiyografik romanı Okul Sıkıntısı’nda gerek Teşekkür Ederim kitabında olmak üzere bu yöntemi hep kullandı zaten Pennac ve bütün çabasını buraya yoğunlaştırdı.
Okur Hakları Beyannamesi
Roman Gibi’nin ikinci bölümüyse o meşhur on maddelik “Kitap Okurunun Hakları”ndan oluşuyor:1)Okumama hakkı.
2) Sayfa atlama hakkı.
3) Bir kitabı bitirmeme hakkı.
4) Tekrar okuma hakkı.
5)Canının istediğini okuma hakkı.
6) “Bovarizm” hakkı.
7) Canının istediğini okuma hakkı.
8) Canının istediği yerde okuma hakkı.
9) Yüksek sesle okuma hakkı.
10) Susma hakkı.
Bu yazıda hepsini işleyemeyeceğim için -kahrolsun karakter sınırlaması, yazılara özgürlük!- birkaçına değinmek istiyorum. Bir kitabı bitirmeme hakkı, benim en yabancı kaldığım “hak” oldu. Pennac’a göre belirli bir yaşa gelmeden okunmaya çalışılan kitaplar oldukça -metninden anlıyoruz ki, Borges, Stendhal, Mann ile anlaşamamış Pennac da- zor okumalar oluyor ve okurun burada kendisini zorlamasına gerek yok, zira okur kitabı yarım bırakınca ona küsmüş sayılmaz. İyi kitaplar yaşlanmaz, diyor Pennac ayrıca; sadece anlamak için biraz daha “olgun” olmak gerekir. Bu konuda kendisine hak veriyorum ancak peki ya okundukça da daha berbatlaşan kitaplar? Sanırım burada “sayfa atlama hakkı” ya da “okumama hakkı” devreye giriyor, yani meselenin bir alt kümesine denk geliyorum.
Bovarizm hakkı da Pennac’ın ilginç açıklamalarını içeriyor. Bilindiği üzere Bovarizm, Gustave Flaubert’in Madam Bovary kitabı ile özdeşleşmiş bir terimdir. Kişinin kendisini okuduğu/izlediği kurgunun ve/veya gerçeğin içinde ya da yerinde olma isteği olarak basitçe tariflenebilen Bovarizm, yine bir hak olarak görülüyor. Okuyucunun okuduklarıyla kendini özdeşleştirmesinin kaçınılmaz olarak tarifliyor ve bu durumun “metinlerden bulaşan bir hastalık” olduğunu söylüyor. Bu türden bir hastalığa nasıl karşı çıkabilir insanevladı? Pennac bu soruyu cevaplamaya odaklanmamış olsa da en azından bunun çok insani olduğunu ve okunan metnin derinliğini önemsemeden, yalnızca okuyucunun buna karar vermesi gerektiğini söylüyor. Buradan yapılacak çıkarım da ancak Pennac ile paralel ilerleyebilir çünkü okurun okuduğu metni yazarından bağımsız değerlendirmesi, özellikle günümüz şartlarında çok zor.
Roman Gibi için, okur olma yolunda iyi bir yol gösterici ve okuma pratiğinin geliştirilmesi açısından da mühim ipuçları veriyor. Belki size ne okuyacağınızı söyleyemez ama en azından nasıl okuyacağınızı anlatabilir. Bugün, nasıl bir okuma yapılacağını bilmemek, yeni çağın beraberinde getirdiği en büyük hastalıklardan birisi. Pennac sizi iyileştiremeyebilir ama daha uzun yaşamanızı sağlayacaktır, lütfen bana güvenin.
0 yorum:
Yorum Gönder