Ceriham, Muammer Can’ın Aralık 2012’de, Hayal Yayınları etiketiyle çıkan ilk şiir kitabının adı. Adı gibi kitapta, anlatılan / aktarılan yaralardan oluşuyor. Kuşku yok ki, gerilim dozu oldukça yüksek ve tenhalarda gezinen bir ruh hali kitaba hâkim. Ancak ruh halinin tenhalarda gezinmesi, şair sözünün dışa dönük bir yapı sergilemesine engel değil. Her şeyden, çok bu saptamanın ispatı niteliğinde bir kitap Ceriham. Okumayı derinleştirdiğinizde bu gerçekliği anlamanız daha da kolaylaşıyor. Aslında bu anlamda Muammer Can’ın bir şair olarak kendi şiir düzeyini, ülkede yazılan şiirin etik ve estetik taraflarından soyutladığı bile söylenebilir.Daha açık bir ifadeyle, her nerden görüyor ve yazıyor olursa olsun Muammer Can, bağımsız. Bu önemli bir ayrıntı; çünkü şairin bağımsızlığı, okuyana belli bir şiir birikiminden geldiğini duyumsatıyor. Bir yerden gelip bağımsız kalabilmek her şeyden önce şair tavrının bir gereği zaten.
Belli ki şair bu anlayışın zaten başkaları tarafından kolay anlaşılamayacağı / adlandırılamayacağı konusunda kendisinden emin. Kitabın ilk şiir Temren Ucun’da da anlaşılıyor bu. Aslında insanın durduğu yerin bir adı olması gerekmediğini de söylemek gerekiyor; bunu söylüyor Can. Şiirin ilk dizeleri bu anlamda da okunabilir ve zihinde daha doğru bir noktada konumlanabilir: “ şuramda; direncin dal boylusu, saman saçlısı / yıllardır sizin için parçalanıp durdum, ama / aklım dilinizden eridi, kara listede düşüm”. Bu dizeler herhangi bir yabancılaşmanın, toplumdan uzaklaşmanın dizeleri gibi görünse de ilk elde, şiirin adından yola çıkıldığında, bu hesaplaşmanın zaten çoktan yapılmış olduğu anlaşılıyor şair tarafından. Temren ok gibi şeylerin ucunda yer alan metal ve sivri nesnenin adı; Muammer Can anımsanacaktı bu isimde bir dergide çıkarıyordu; bu anlamda yapılan hesaplaşma şairin göğsüne çoktan saplanmış durumda. Bunu yinelemek, onaylamak istercesine aynı şiir içre şu dizeleri kuruyor Can: “isterseniz yaralarımızı değişelim / belki anlarsınız kanadığımı”.
Kitaptaki gerilim dozunu yükselten şiirlerden biri de Afili Fail. Afili Fail, bu hayatı yaşayıp, olanı biteni görüp ısrarla kendine küçük ve yalıtılmış bir dünya kuran herkesi sarsacak bir güce sahip. Can’ın yine bir hesaplaşma şiiri kurduğu okunuyor ama bununla birlikte gücün ya da zayıflığın yerleşik birer anlamı olmadığının da altını çiziyor bu defa: “ alın! köküne kadar indim gecenin / tak’lar gördü, kukumavlar şahit / hortlayan nefretimle barışmaktan tiksindim / müdavimi değilim sentetik duyguların; amacımın pazısındaki kanları silsem de ipek aşkla / bir yanım ölmeye hazır her zaman”. Bu dizelerin ardından, taşan bir dize geliyor; bu dizeyle hem yön değiştiriyor Can hem de acının doğasına ilişkin bir belirlemede bulunuyor: “bir çiçeğin kopartılırken patlattığı çığlığı duymuyor kimse”. Buradan sonra bir şiir baştan bu yana taşıdığı ve giderek artan öfkeyi bayağılığa düşmeden dillendirmeye devam ediyor; yeri gelince son sözünü söylüyor Can: “ya kendinize gelin / ya da adınız kirletmesin insanlık kelimesini”.
Dikkat çeken bir başka şiir ise Çöl Yağmuru. Can bu şiirde de, bahsettiğimiz diğer şiirlerde olduğu gibi hesaplaşma matematiği üzerinden yürüyor. Bu matematik Can şiirlerinin temel güç odaklarından biri aslında; başkalarıyla / kalabalıklarla arasındaki uzaklığı hep koruyor / hep yeniden kuruyor. Burada ilginç olan kalabalıkların / başkalarının zaman zaman genel itibariyle toplum olması, zaman zamansa toplumdan sıyrılan bir çoğulluğa göndermede bulunması. Çöl Yağmuru’ndan uzun bir alıntı yapmakta bu anlamada fayda var: “ey ruhu somurtkanlar, size göre / içe dönük ve dünyadan bezgin bir espriyim / belki medeni bir bedevi…/ çöl benim altın halım / şehir yitik halim // bilirim, hiçbir başkente heykelim dikilmeyecek / resmim çizilse post modern çığlık denir / çünkü yüzüm vicdan örsünde nurdan çekiçle dövülmüştür / çünkü bir göz erimi uzaktayım herkese / kendime bile minnetim yoktur görklü dünyada / üzüm ve buğdaydan öğrendim bilgeliği / şarap olmak üzümün ezilmeye isyanıdır / ekmek olmak buğdayın direnci…”.
Aslında Can şiirinde toplumsalı okumanın dinamiği olarak başkalarının zaman zaman toplumdan sıyrılması, şairin zihninde bir değerler dizgesinin hayatta konumlandığı yerlerle ilişkili. Bu genel itibariyle tüm sanatçılar için böyle zaten ancak bu kadar bariz soyutlamalara gidilmediği de bir gerçek. Demek istediğim Can şiirini kurarken bir incelme yapıyor toplumsal dokuda; neyin nerde yittiği, neyin nerde kirlendiği, neyin nerde anlamını / özünü yitirerek hiçleştiği daha bir önem kazanıyor böyle olunca: “gecenin dişlerini gördün mü / kan sarkıtı kin dikiti // dünyanın iri tenyaları / kol geziyor sokaklarda / kara delik gölgeleriyle / yutarak masumiyeti”.
Muammer Can bu olumlu kavgacı yanından sıyrıldığında, kendine döndüğünde özel bir yitiklik alanından sesleniyor; orada tanımlıyor, arıyor, buluyor kendini: “iki flaş arasında sıkılı kaldım / bunlar nasıl fotoğraf, içimin görüntüsü yok / kalbi olanın aklı yoktur, biliyoruz da / bu kelebek ölüsü nereden çıktı”. Şeylerin ölü hallerinin yarattığı varlık savunusu, şairin iç dünyasıyla, kendi iç dünyasına bakmasıyla bir anlama dönüştüğünde, lirik olanın dışında bir başka yerin de olduğu keşfediliyor, şairin kendine döndüğü yerde. Bu yer, Muammer Can’ın etrafına bunca ayrıntılı bakmasını sağlayacak kadar yüksekte aslında. Ancak bu öyle bir yükseklik ki oradan yalnızca kusurlar, zaaflar, acılar izlenebiliyor. Şairin gözü ve içi bu yüzden olumluya yönelen bir olumsuzluklar zinciri üzerinden işlev kazanıyor.
Sonuç itibariyle Muammer Can, yukarıda kısaca ele aldığımız noktalar itibariyle ayrıksı bir yerde duruyor ve okunmayı hak ediyor; işte bütün yazdıklarımızı özetleyen hesaplaşma dizeleri Can şiirinden: “eskidiği yerde soyunduğu / derisi sanıyormuş dostluğu / muhakkak kalp dili çatal / yoksa sırtından vurur muydu / kartala diklenen kumruyu”.
0 yorum:
Yorum Gönder