Paylaşmak nedir? Çocuklara yapmaları gerektiğini anlattığımız bir davranış mıdır sadece? Bir oyuncağı, kocaman bir çikolatayı paylaşmak oldukça kolay ve zorunludur biz yetişkinlerin gözünde değil mi? Oysa o çikolataya sahip olan, ya da oyuncakla oynamayı hevesle bekleyen taraf biz değilizdir çoğunlukla ve söylemek, karşındaki kişiden beklemek hep kolay olandır ve biz kolay olanı severiz. Hayatımız yeterince zor zaten, değil mi? Bitmeyen işler, yetmeyen para, sonu gelmeyen ihtiyaçlar. Eve gidince ayaklarımızı uzatıp çayımızı yudumlamak değil mi gün içerisinde sıklıkla aklımıza gelen?
Bakmayın sitemkâr halime, paylaşmayı değil, bu çeşit bir paylaşmayı zorunluluk olarak tanımlayan zihniyeti sevmiyorum. Hayatın doğallığında olması gereken bir sosyal gelişim becerisi zorunluluk olarak dayatılınca geri teper ya, tepmeli de. Duygusal paylaşmayı da toplumca yanlış biliyoruz gibime geliyor. Kendimizden olanla paylaşıyoruz ne varsa. Sevincimiz, acımız, sırrımız, bir tas çorbamız, merhametimiz şefkatimiz ne varsa hepsi kendimizden olana. Evlat acısı tek dilde yaşanır sanıyoruz mesala. Annenin dünyanın tüm dillerinin üstüne çıkmış bir anlamı olduğunu unutuyoruz aynı coğrafyanın diğer ucundakileri "başka" anne olarak görünce.. Ya Sierra? Sierra öldü. Anneydi. Annesi de vardı. Daha ne olup bittiği belli olmadan maddi durumundan, casusluğuna, uyuşturucu kaçakçılığına, tek başına ne işi olduğuna kadar bir sürü iddia ortaya döküldü. İstanbul'umuzun en güvenilir metropollerden biri olduğuyla gururlandık haberlerde. Bir kadın öldürüldü demedik, düşünmedik Sierra'nın hayatını. Düşünmeyeceğiz de. Ama sonra çocuğumuza o çikolatayı paylaşmak zorunda olduğunu söyleyeceğiz ya çok şaşıyorum ben halimize. İkircikli yapmacık hayatlarımızdan muhteşem çocuklar çıkmasını bekliyoruz. Ama bizim çocuklarımız zaten hep en mükemmelidir, boşverin.
Bir battaniye buldum. Yani bir battaniyenin hikayesidir anlatacağım. Bana paylaşmayı ve tüm bu yazdıklarımı düşündüren bu battaniye kışların çok sert geçtiği ve ulaşımın çok zor olduğu bir dağ köyünde örülmüş. Köyün masal sever çocukları her gün masalcı ninelerine gelir ve onun eşsiz güzellikteki battaniyesinin üzerine oturarak masallarını dinlerlermiş. Yine böyle bir gün masalcı ninem battaniyenin üzerinde oturan Nikolay'ın çorabının delindiğini dörmüş. Ama gelin görün ki bu kar kıyamette köyden dışarı çıkıp yeni bir yün almak imkansızmış. Her sorunun bir cevabı olduğunu bilen masalcı ninem bir fincan çay eşliğinde ne yapacağını düşünürken aklına bir fikir gelmiş ve Nikolay'a yeni bir çorap örmenin yolunu bulmuş. Kapısının önünde bir çift yeni çorap bulan Nikolay'ın dışında köyün postacısı bir atkı, okul müdürü bir eldiven ve Bayan İvanov tam da ihtiyacı olduğu gibi bir yün önlük bulmuş. Hiç kimse bu yeni eşyaların nereden geldiğini bilmiyormuş. Her geçen gün biraz daha küçülen bir battaniyenin üzerinde masal dinliyormuş çocuklar. Ta ki yeni eşyaların sahipleri biraraya gelene kadar. Eşyaların rengini tanıyan çocuklar bunları masalcı ninemin yaptığını farketmiş ve küçülen battaniyenin sırrını çözmüşler. Sürpriz yapma sırası artık köylülerdeymiş ve herkes evindeki battaniyeden bir kaç sıra söküp massalcı ninenin kapısının önüne bırakmış. Masalcı ninem kocaman bir battaniye örmüş ve çocuklar yine o büyük battaniyenin üzerine oturmuşlar. Ama durun o da ne? Çorabın arasından bir parmak mı çıkmış? Eee hala kar yağıyor, ya şimdi ne olacak? Neyse ki her sorunun cevabı var masalcı ninemde.
Nesin Yayınları'ndan çıkan Masal Battaniyesi'ni Ferida Wolff ve Harriet May yazmış, Savitz Elena Odriozola ise resimlemiş. Bunca zorluğun içinde sizi sarıp sarmalayacak, ruhunuza iyi gelecek, içinizi ısıtıcak bu kitabın içene girin, gömülün, defalarca okuyun. Aksi mümkün olmuyor zaten. Bir bardak çay mı, olmazsa olmaz!
0 yorum:
Yorum Gönder