Masal anlatıcıları artık yaşamlarımızı terk etmeye başlasa da, masal gündelik dilde olumlu ve olumsuz anlamlar içeren bir ifade olarak varlığını sürdürmeye devam eder. Beğendiğimiz bir resmi, yaşadığımız güzel bir ânı “masal gibi” diye anlatırken, gerçekliğinden ya da bizi kandırmaya yönelik olduğundan şüphelendiğimiz bir konuyu “masal anlatma” ifadesiyle savuştururuz.
Masalın gündelik yaşamda edindiği bu ikili anlamı, masalları hangi çerçevede anlamamız gerektiğine dair yaklaşımlar da sürdürür. Masallar iyilerin ve kötülerin net olduğu, mücadeleyi her daim iyilerin kazandığı, bir kahraman ve masalın sonunda kurtarılacak kişinin ekseninde gelişen olayları anlatırlar. Bunu yaparken yazılmamış, veri kabul edilmiş toplumsal konumlar ve normlar oldukları gibi korunur. Sözgelimi bir kadın karakter için mutlu son evliliktir ve bu son ailenin kurulmasıyla taçlanır. Bu haliyle masallar, topluluğun olduğu gibi sürmesini sağlayan, toplumsal konumları sabitleyen anlatılardır. Öte yandan aynı masallar Walter Benjamin’in ifadesiyle mitosların yarattığı korku dolu atmosfere karşılık, insanların sığınağı olmuştur. Güçsüz karakterler -evin en küçük oğlu gibi- kurnazlıkla devleri alt ederler, karmaşık görünen sorular basit düşüncelerle yanıtlanır. Masallar, hayal gücüne yaptıkları çağrıyla olanın içinde olması arzulanana da işaret ederler.
Masalların bize söyledikleri üzerine düşünürken, değerlendirmeye katılması gereken bir konu da, bilinen en eski anlatı türü olan masalların dönüşüm geçirdiğidir. Sözlü anlatı geleneğinin bir parçası olan masallar, kolektif belleğin üretimiydiler. Topluluğun üyelerinin tamamına yönelik anlatılan masallar açısından, öne çıkan masal anlatıcısının anlatı yeteneğiydi. Zira içerik, anlatıcı tarafından şekillendirilmiyordu. Orta Çağ kentlerinde ise masallar daha çok alt sınıfların özlemlerinin taşıyıcılığını üstlendiler. Avrupa’da bilinen ilk masal derleyicisi Giovanni Francesco Straparola 1550 yılında masalları yazılı hale getirdi.
Sanayileşme ve kapitalizmin yıkıcı etkilerinin hissedilmeye başladığı dönemde, masallar için artık yetişkinlerin dünyasında yer yoktu. Masallar bir yandan derlenip yazılı hale getirilirken, diğer yandan çocukların dünyası için anlatılara dönüştürüldüler. Bu bağlamda 19. yüzyılda, sanayileşmeye ve kapitalizme karşı geliştirilen romantik eleştirinin kendisini ifade ederken masalları seçmesi tesadüf değildir. Büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyüleme çabası, masalların düşlerle kurduğu ilişki ile bağlı olduğu kadar, masalların alt sınıfların anlatıları olmasıyla da ilgilidir.
Masal dosyasını hazırlama fikriyle yola çıktığımızda, masallarda rastlanacak türden, ucu bucağı belirsiz, ürkütücü, güven veren, kadim ağaçların ev sahipliğini üstlendiği bir ormanın kıyısında durduğumuzun farkındaydık. Belki de her tema için geçerli olanı bir de burada dillendirelim. Bu ormanı tümüyle kapsamak dosyanın amaçlarından biri değildi, amacımız daha çok masalların bize ne anlattığını değerlendirmekti. Masal ormanının kıyısından, düşlere, insani olana, varlığa yani masala dair düşüncelerimizi bir araya getirdik.
Bize kadar ulaşan, bilinen ilk sözlü masal Binbir Gece Masallarıdır. Dosya kapsamında artık Ankaralı olan şair Achim Wagner, Şehrazad’ın masallarının günümüze ulaşma serüvenini kaleme aldı. Elif Kanca masalların kendisi gibi bir antropoloğa ne anlattığına dair genel bir çerçeve oluştururken, “başı sonu insan olan masalın” topluluğu hangi hamlelerle var kıldığını anlatıyor.
Romantik geleneğin masalları sahiplenmesiyle literatürde sanat masalları olarak da anılan, yazanı belli masalların ünlü temsilcilerinden üç yazar da bu dosya kapsamında tanıtılıyor. Özge Yalta Yandaş, Ernst Theodor Amadeus Hoffmann’ın ve Hermann Hesse’nin kaleme aldıkları iki masalı karşılaştırırken, gerçekliğin çölünde düşlemenin gücünü hatırlatıyor. Zerrin Yılmaz ise Lewis Carrol’un Harikalar Diyarı’na açılan gizli geçidin sorgulamaya, merak etmeye ve düşünmeye yönelik davetini…
Zeliha Etöz, masal ve zaman üzerine kaleme aldığı denemede, şimdiye uyarlanmamış geçmiş, şimdi ve şimdiye uyarlanmamış gelecek olarak zamanın ancak masal dinlerken bütünüyle hissedildiğini ve varlık olmanın nasıl bir hal olduğunun masal dinlerken anlaşıldığını anlatıyor. Zeynep Ceren Eren, Masallar ve Toplumsal Cinsiyet kitabı ekseninde, masalların anlattıklarını toplumsal cinsiyet üzerinden eleştirirken, yan yana kendi masallarımızı yazmaya çağırıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder