“Cezaevi edebiyatı”: Sorunlu bir kavram (Sibel ÖZ ve Ayşegül TÖZEREN)

Cezaevi edebiyatı kavramı ne zamandır kullanılıyor, ilk kim kullanmış gibi sorulara yanıt vermemizi sağlayacak veriler, tıpkı hapishanelerde yaşanan pek çok insan hikayesi gibi kayıp. Özellikle 80’li yıllarda darbe sonrası yaşanan kitlesel tutuklamalarla birlikte, içerinin dışarıyla iletişimi yasakken, insanlar yine de küçük tütün kağıtlarına şiirler, öyküler, basın açıklamaları yazarak görüşçülerine ulaştırdılar ve dışarıya seslerini duyurmaya çalıştılar. Yazmak, kendini ifade etmenin tek yolu olarak o zaman da günümüzde olduğu gibi gündemdeydi. Yalnız “cezaevi edebiyatı” kavramını içeridekilerin değil, dışarıdakilerin üretmiş ve kullanmış olduğu da bir gerçektir. Kavram pek çok sorunu barındırıyor. “Cezaevi edebiyatı” denildiğinde hapishanelerde üretilen edebiyat anlaşılması gerekirken, sürekli hapishaneleri işleyen, dört duvar ve tel örgülerden yakınan, klişeleşmiş metinler anlatılır olmuştur. Masumane olarak kullanıldığı ve salt içeriden çıkan eserleri kastettiği iddia edilse de, örtük olarak esere değil, yazarının siciline vurgu yapan bir yanı da vardır. Öyle ki cezaevi edebiyatı kavramına ve genellemesine karşı içeridekiler bile savunma halindedir. Aslında kavramı tartışmak ve kabul etmemek gibi bir hakkımız olduğunu tekrar hatırlamak gerekiyor.

80 darbesi sonrası toplumda oluşan politik yılgınlık, karamsarlık ve umutsuzluk, kişisel korkular edebiyata da damgasını vurdu. Yayıncıların çoğu politik eserleri basmayarak korku ve kaygıyla hareket ettiler. İçselleştirilmiş sansür anlayışıyla, ikiyüzlüce, politik metinlerin edebi olmadığı ve olamayacağı gibi bir genel kabul oluştu. Tam da bu yıllarda Belge Yayınlarının “Yeni Sesler” dizisi, Ayşe Nur Zarakolu tarafından, yayınevinin 10. yıldönümü olan 1987 yılında Ersin Ergün' ün “Bir Avuç Şiir” adlı kitabıyla, hapishanelerdeki yazarların sesini dışarıya iletme ve onlarla dayanışma amacı ile başlatıldı. 1987- 1991 yılı arasında, Belge Yayınları tarafından içerden, dışardan veya sürgünden 50 küsur kitap yayınlandı. Bu dizide şiir, öykü, roman, röportaj gibi ürünlere yer verildi. Ayşe Nur Zarakolu’nun hazırladığı ‘Yeni Sesler’ dizisi, hapishanelerdeki yazınsal direnişin aktığı ilk kanallardan biridir.

“Yeni Sesler” dizisine başlarken, Ragıp Zarakolu’nun ifadesiyle, “Türkiye'nin 70'li ve 80'li yıllarda yaşadığı büyük toplumsal altüstlüğün, çarpıcı olayların, trajedilerin ve mitosların kitaplaşması için olanak sağlanması gerektiği” düşünülüyordu. Ancak, Zarakolu’nun da “Yeni Sesler Üstüne Düşünceler”de belirttiği gibi “Bu dönemi ne zihinsel ne de gerçek olarak yaşamayan, ya da yaşayamayan kimi yazarlar, o günlerin çarpıcı olaylarını ve trajedilerini ucuza kullanmak istedi. Yaşananları klişe tipler ve düzenin bakışıyla yargılayan bu yüzeysel yapıtlara büyük övgüler düzüldü. Yani içerde, kendini savunma olanağından yoksun insanlara karşı bir çeşit yargısız infaz uygulandı, örtülü biçimde...”

Belge Yayınlarının desteği ve çabasıyla yavaş yavaş başka yayınevleri de direniş edebiyatına yer vermeye, yeni seslere yer açmaya başladılar. Ancak hala Madımak katliamının, ölüm oruçlarının, Hayata Dönüş operasyonunun, ağırlaştırılmış müebbete hükümlü olanların 23 saatlik tecritte yaz(şa)maya çalışmaları yüzlerce kitaba konu olması gerekirken, bu ve benzeri el yakan konularda edebiyatın eleştiri dahil olmak üzere her alanında çekinceli davranıldığını söylesek, “politik proje kitaplara” çok mu şüpheci yaklaşmış oluruz?

0 yorum:

Yorum Gönder