On bir yaşında gidilen bir futbol maçı, bir yaşamın hikâyesi haline nasıl geliyor? Nick Hornby tutkulu, saplantılı bir Arsenal taraftarı. “Futbol Ateşi”nde, bir yandan Arsenal tarihini anlatırken, aslında tüm bir çocukluğunu, ergenliğini ve yetişkinliğe geçiş sancılarını, ara ara da politik tespitlerini aktarıyor. Bu, bir oğlan çocuğunun "erkek" olma yolundaki haz ve acı dolu hikayesi de. Tribündeki Peter Pan'ın hikayesi.
Yazının başlığında yine aynı yazarın başka bir kitabının adından esinlenildi. Hornby o çalışmasında da küçük bir oğlan çocuğuyla yetişkin görünümlü büyük bir oğlan çocuğunun hikayelerini anlatıyordu. Kimin kimi büyüttüğü biraz şaibeli elbet. Eh küçükler de anne babaları büyütür biraz, büyükler çocukları az büyütemezken.
Nick'in daha gittiği ilk maçta keşfettiği ilk şey, o kadar çok adamın maçta bulunmaktan nasıl nefret ettiği, çılgınca destekledikleri takıma ve oyuncularına bağıra bağıra nasıl da küfür ettikleri. Futbolda yaşanan doğal halin küskün bir düş kırıklığı olduğunu fark ettiği an da, aslında acı çekerek eğlenmenin yıllardır beklediği şey olduğu.
Ergenliğin kapısında babası evden ayrılan, hayata anne ve kız kardeşiyle devam eden Nick, başka travmalarla da baş etmek zorunda kalır. Daha küçük bir ev, hatta bir dönem evsizlik, sarılık derken tüm bunların karşısında direnmesini kolaylaştıran şey Arsenal ve futboldur. Anne ve kız kardeşle "sınırları" belirleyecek baba artık evde yoktur ama tamamen de yok olmamış; oğluyla ortak bir yaşam yaratmanın, O’nu evdeki kadınsal alandan kendince ayrıştırmanın yolunu bulmuştur: Erkeklerin kapsadığı, dayanıştığı, yarıştığı, kavga ettiği, eğlenceli, şiddetli ve tehlikeli bir alandır. Kuzey Londra'daki maç günleri, aralarındaki ilişki için bir zemin vermiştir. Futbol onlara konuşulacak bir konu sağlamakta, sessizliklerle baş etmek kolaylaşmaktadır. Ne yazık ki kız kardeşiyle babası arasında ortak mekan yaratılamamış, bağlar güçlendirilememiş; aslında toplumsal cinsiyet rollerine uygun biçimde kız kardeş anne ve oyuncak bebekleriyle evde oturmak zorunda kalmıştır.
Başlangıçta babası oğlunu başka takımların, çok daha güçlü, çok daha fazla gol atan, maç kazanan takımların maçlarına da götürmüştür ama O, Arsenal'e vurulmuştur. "Taraftar tuttuğu takıma mı benzer?" diye sorar kitabın bir yerinde. Zaman zaman da kendi sıkıntılarını, Arsenal'inkilere benzetir. Kitap aslında bir günlüktür ama Arsenal takvimi esas alınmış, lig fikstüründen faydalanılmıştır. Bir yıl 9 ay, bir hafta 90 dakikadır. İlişkiler ve yaşam kronolojisi maç tarihlerine göre kodlanmıştır. Örneğin “31.3.73 Arsenal- Derby maçı ve Carol Blackburn”. Derby ile oynanacak maç kazanılırsa Arsenal şampiyon olacaktır fakat kazanılamaz. Tam da aynı gün sevgilisi Carol başka bir oğlan için Nick'i terk etmiştir. O bu kadar mutsuzken Arsenal maç kazanabilir mi? Hangisi daha acıdır?
"Kim olduğu biri gibi kalmak ister ki?" diye sorar ama Nick tıpkı bir çeşit Peter Pan gibi büyümek ve yerleşmekle ilgili dertlere sahiptir. Yerleşmek o kadar zordur ki, “Taylor Raporu” kapsamında stadyumların tamamen koltuklu hale gelmesinden bile hoşlanmaz. Ayakta olmak, Arsenal her gol attığında öne doğru kaymak ve maçı asla izlemeye başladığı yerde bitirememek gibi geleneğe sahiptir ve her gelenekçi gibi değişime dirençlidir.
İnsanlar yaşları ilerledikçe ölümü fark etmeye başlar. Nick için ölüm Arsenal’le ilgilidir. Herkesin öteki tarafa gözü açık gitmemek için dünyada yapmak ve tamamlamak istediği şeylerden bahseder. Halbuki saplantılı bir taraftar için bu çok anlamsızdır. Maçların nihai sonuçlarını asla öğrenemeyecektir. Yeni gollere tanıklık edemeyecektir. En kötüsü de büyük zaferlere ramak kala ölümün geliyor olmasıdır. O ödülünü asla alamayacaktır. Bir gün ölecekse Arsenal'e vurulduğu, aşkının başladığı yere, Highbury stadyumuna savrulmalıdır külleri. O zaman ölümsüzleşecek ve sonsuzluğu yaşayacaktır. Bir yerlerde Arsenal bahsi geçse, akıllara gelecek ilk tanıdık o olacaktır. Çünkü söz konusu futbol olduğunda, rastlantısal bir hatırlamanın hükmü sona ermektedir. Unutulmanın, terk edilmenin ve yok olmanın dayanılmaz ağırlığına karşı Arsenal aşkı imdadına yetişecektir.
O‘na göre bir baba için en büyük acı, reddedilişin en zalimi, bir çocuğun babasının takımından olmamasıdır. Bu ihtimal asla çocuk yapmama, hatta kısırlaştırma düşlemlerini de yanında getirir. Çünkü bir kez daha terk edilmeye tahammül gösteremeyeceğinden endişelidir. Tabi kendine özgü mizah anlayışıyla anlatır.
“Futbol taraftarlığı uygun kullanıldığında ‘new age’ bir terapidir” der Nick ve ona göre bu, “Asla sadece başkasının sevincini yaşamak değildir” diyerek futbolda meselenin empati olmadığını da söylemiş olur. Mesele sevincin kendisi olmaktır. Futbol seyretmenin kendisi aslında bir eylemdir. Kazanılan bir zafer, oyunculardan tribünlerin en üst sıralarına kadar ulaşır. O coşku kendi talihinin kutlanmasıdır ve yenilgi durumundaki kederse samimi bir kendine acıma duygusudur. Futbolcularsa yalnızca taraftarların sahadaki temsilcileridir. Bazen golü kaçıran, bazen topu taca atan, bazen röveşata yapan, kimi zaman da kırmızı kartı gören temsilcilerdir.
Nick'in takip ettiği 23 futbol sezonu boyunca Arsenal, 18 yıl arayla iki kez şampiyon olur. Onca yıl bu kadar arzuyla beklediği tek şey şampiyonluktur. Yeni yetme bir çocukla otuzlu yaşlarında bir adamın ortak arzusu. Önemli tarihtir 26.5.89. Ne de olsa Arsenal'le kader birlikleri vardır. Bu tarih sadece Arsenal için değil Nick için de farklılaşma dönemidir. Nick bira yerine daha başka içkiler içmeye başlamakta, partiler yerine akşam yemeklerini tercih etmekte, punk albümlerinden vazgeçmekte, beşli bıçak takımlarından almakta ve ev sahibi olmak için takside girmektedir. Ama esas sürpriz şudur ki o artık yıllarca açık tribünde dikildikten sonra kombine bileti almıştır. Stadyumda da bir ev sahibidir artık. Yerleşmeye, sisteme ve profesyonel futbola olan direnci belli ki kırılmıştır.
Çok istediği bir şeye kendini adamayı sorgular Nick Hornby. “Bir şeyi kendinizi adayarak arzuluyorsanız ancak, başarırsınız” diyen birinden bahseder. Kendini bu çerçevede değerlendirir, düşünür ve bildiği gibi yaşamaya devam eder. Evet, artık oturarak futbol izliyordur, ev taksiti ödüyordur, çocuklarım olsun diye düşünüyordur ama aslolan ve sürekliliği olan, eskiden beri gelen Arsenal ve futbol sevgisidir. Arsenal, futbolcular ve onların temsilleri. Bu kitabı yazmaya karar verene kadar çeşitli işlerde çalışmış ama bırakmıştır. Yazarlık yapmak ve futbol izlemeye devam etmek istediği bir yaşamın dışında bir kurguyu kabul edememiş; futbolu hayata, hayatı da futbola anlatmıştır. O stattan bu stada, o maçtan şu maça Hornby'le yaptığımız yaşam yolculuğu onun iç dünyasında da, nihai galibinin olmadığı, esasında da önemli olmadığı bir top koşturma yolculuğudur. Bu kadar adamın niye bir top peşinde koştuğunu merak ediyorsanız eğer.
Naçizane bu kitap aracılığıyla hayatı futbola değil, futbolu hayata fedA edenlere selam olsun.
0 yorum:
Yorum Gönder