İki yıl önce Onur Gökşen’in editörlüğüyle çıkardığımız “Asla Yalnız Yürümeyeceksin-Tribün Hikâyeleri” (Okuyanus Yayınları-2011) kitabını, BirGün Kitap’ın taraftar kitapları dosyası için tekrar elime aldığımda çok eskimiş olduğunu düşündüm. Yazarların pek çoğunun çocukluklarına yahut ilk gençliklerine dair hikâyelerle oluşturduğu kitabın iki yıl önce değil de neden şimdi eski gibi göründüğünü herhalde yazmaya bile gerek yok. Tıpkı Marx ve Engels’in Komünist Manifestosu’nun başındaki “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor. Komünizm heyulası…” tespiti gibi, bu yıl tribünlerde de muktedirlerin öcü gibi korktuğu bir heyula dolaşıyor: Gezi heyulası. İşte bu heyula yüzünden, yazarları arasında olduğum “Tribün Hikâyeleri” kitabı için, bugün yazılsa hiç de eskisi gibi olmaz diyorum her şeyden önce. En azından kendi adıma.
EEE GOL TEKRARI YOK MU?
Beşiktaş, Bursa, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzon (alfabetik diziliş) haricinde sekiz farklı takımın tribününden hikâyeler anlatan kitaba, doğduğum ve büyüdüğüm Eskişehir’in takımı Eskişehirspor tribününde geçirdiğim bir sezonu anlatarak katkıda bulunmuştum. Kitapta Erdem Aksakal Karşıyaka, Emre Atasoy Galatasaray, Fatoş Bentli Karabükspor, Derya Erkenci Maltepespor, Onur Gökşen Fenerbahçe, Özkan Güven Bucaspor, Nur Kahraman Beşiktaş, Hakan Köksal Bursaspor, Cem Mumcu Trabzonspor, Aziz Saltık Karşıyaka, Erkan Şimşek Kızılyıldız, Alper Turgut Adana Demirspor tribünlerini anlatarak dâhil olmuştu. Bu kitabı yazılmış pek çok değerli futbol kitabından ayıran şey, sadece tribünden anlatılmış olması ve saha içiyle neredeyse hiç alâkadar olmamasıydı. Bence bu kitabı yazanların ortak özelliği, tribünde olanlarla ilgilenirken golü kaçıran insanlardan olmalarıydı. Bu insanlar, çocukken babamla gittiğim ilk maçta yaşadığım “eee gol tekrarı yok mu?” duygusunu en azından bir kez yaşamış olmalıydı. Kitabın benim için tek cümleyle özetlenecek ruhu buydu. Peki hikâyeleri ayıran bir şey var mıydı? Bunu fark etmek için kitabı ikinci kez okumam gerekecekti.
ŞEHİR TAKIMI TUTMAK
“İstanbul şehir değil mi?” diyeceksiniz ama ülke çapında taraftar toplama gücü olan Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray gibi “Üç Büyüklerle” sadece kendi şehirlerinden taraftar toplayabilen takımları ayıran bir hat var. Bu “Tribün Hikâyeleri” kitabında da belirgin olarak görünüyor. Kitaptaki en hazin hikâyeler, şehir takımları taraftarlarına ait; çileli Karşıyaka taraftarının hikâyesi, küme düşen Eskişehirspor’un hikâyesi, ta 3. Lige düşmüş Adanademirspor’un hikâyesi derken, şehir takımlarının hikâyelerinde bir “her şeye rağmen” duygusu hemen seziliyor. Böyle olunca şehir takımı tutma kavramı hemen diğerlerinden ayrılıyor. Buca’da oturan bir Galatasaray taraftarının hiç tribün hikâyesi olmayabiliyorken, bir Bucaspor taraftarının illa ki olabiliyor. Başarısızlığa ve görece başarı kavramlarına rağmen sürdürülen taraftarlık, hem edebiyata hem de sinemaya daha fazla malzeme verebiliyor. Bu yüzden İstanbul medyasınca “Üç Büyükler” diye tabir edilmelerine rağmen, kimi Anadolu kulübü taraftarlarınca “Bizans” diye anılan Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray gibi takımların başarı hikâyeleri -yazının ilerleyen kısmında değineceğim bir örnek hariç- çok da farklı gelmiyor kulağa.
ANADOLU YILDIZI ESKİŞEHİRSPOR
Özgür Topyıldız’ın şehir takımı kitaplarının ilki sayılabilecek “Anadolu Yıldızı Eskişehirspor” kitabı (İletişim Yayınları–2003), bir roman formunda yazılmamasına rağmen, arka kapağında “Eses’in romanı, kısacası” cümlesini işte bu şehir takımı dramatizminden ötürü hak ediyor olabilir. Türlü imkânsızlık ve yokluklara rağmen futbolda “Anadolu Devrimi” diye adlandırılacak bir harekete Trabzonspor’dan bile önce kalkışan Eskişehirspor’un zaten hayli dramatik olan hikâyesi, Özgür Topyıldız’ın büyük emeği ve anlatı disiplini de işin içine girince, neredeyse bir romana dönüştü. Çünkü Eskişehirspor o zamana kadar İstanbul takımlarının tekelinde olan üst sıralara ağırlığını koymuş ve statükoyu sarsmıştı. Onun sarstığı statükoyu devirmek önce Trabzonspor’a, çok sonraları Bursaspor’a nasip oldu. Eskişehirspor’un yarım kalan devrimi, bir şehir takımı tutmanın anlatabilecek en güzel kesitiydi ki, Özgür Topyıldız bundan 10 yıl önce bu işi kusursuzca yaptı. Şimdi önümüzdeki maçlara bakma zamanı.
ÇARŞI NİYE ÇARŞI?
Yazıya girerken bu yıl tribünlerde dolaşan heyulaya, yani Gezi Ruhu’na ayrı bir parantez açmıştık. Gezi Ruhu ve tribün deyince insanın aklına ilk gelen şey hiç kuşkusuz, Çarşı. Peki, “Üç Büyük” takımın kazanmaya alışmış taraftarları arasında neden Çarşı öne çıktı? Bunun bir yazıya değil, kitaplara sığacak pek çok nedeni var. Kulübün kuruluş hikâyesinden tutun, kuranların sosyo-ekonomik durumlarına, semt takımı olmasına, o semtin Gezi Parkı’na yakın olmasına kadar pek çok şey. Ancak bir şey var ki, hemen dikkat çekiyor. Bugün direnişte ağırlıklı olanların kendini bildiği -en erken 1995 ve sonrasında diyelim- son 19 sezonun sadece üçünde Beşiktaş şampiyon olabilmiş. Galatasaray bu süreçte 9 kez, Fenerbahçe 6 kez şampiyonluk yaşamış. Yani Çarşı ruhu, biraz da Edip Cansever’in, aşk için yazdığı “En bitirim acılarda / En dayanıklı büyüyen” dizelerindeki gibi filizlenmiş. Pek çok köklü Anadolu takımının hikâyesi de bununla benzeşiyor. Bu kesinlikle Fenerbahçe, Galatasaray taraftarlarının direnişte olmadığı gibi bir sonuç doğurmuyor ama “İstanbul United” denilen FB-GS-BJK ittifakında niye Çarşı bir adım öndeydi, onu anlatmak için küçücük bir ipucu olarak gülümsüyor.
BU DA MI GOL DEĞİL?
Bu yazıya vesile olan “Asla Yalnız Yürümeyeceksin-Tribün Hikayeleri” kitabında, Çarşı’yı anlatan bir hikâye yok. Evet Beşiktaş tribününe ve taraftarlığına dair kişisel ve güzel bir hikâye var ama bu pek Çarşı’yı kapsamıyor. Oysa tek başına bir şiir, bir kitap, bir roman oldu Çarşı Gezi Direnişi’nde. İki yıl önce bugünleri öngörmek imkânsız olduğu için, Çarşı o kitapta hak ettiği ölçüde yer alamadı. O yüzden BirGün’ün Kitap eki için bir futbol kitapları yazısı istendiğinde, yazdığımız kitabı tanıtmaktan çok, keşke “Tribün Hikâyeleri 2” çıksa da Gezi’den sonraki tribünleri anlatsa, diye düşündüm. Belki bu sezonun sonunda onu da görürüz. Zira Gezi’den sonra yazılacak tribün hikâyeleri kulağa çok heyecan verici geliyor. Gezi’den sonra yazı boyunca sözünü ettiğimiz şehir takımı tutma ruh hali tüm tribünlere yayılacak mı göreceğiz? Bana sorarsanız, bu sezon tribünlere bakıyoruz derken, çok gol kaçıracağız. Futbol kitabı yerine de tribünleri okumaya çalışacağız. Belki de sezon sonunda, Sadri Alışık’ın Ofsayt Osman’ı gibi: “Bu da mı gol değil ha, söyleyin bunu da mı atamadık?” diye soracağız.
ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN, ed. Onur Gökşen, Okuyanus Yayınları, 2011.
0 yorum:
Yorum Gönder