Futbol, sadece oynanan ve izlenen bir spor olarak değil, üzerine bol bol konuşulan ve dahası hakkında gittikçe daha çok okunan/yazılan bir sosyal olgu olarak hayatlarımızdaki yerini gittikçe genişletiyor. En az maçlar kadar popüler olan birçok futbol tartışma programı ve futbolcular kadar takip edilen yorumcular var. Neticede bu bir sektör ve “iş”. Para esas belirleyici unsur. Bu paranın başlıca kaynağı da takımlarını heyecanla destekleyen taraftarlar. Kombine bilet alan, “yayıncı kuruluşun” abonesi alan, kulüplerinin perakende satış mağazalarından çeşitli “ürünler” alan taraftarlar. Günümüz futbolunda birer “tüketici” olarak ele alınan ve “piyasanın kurallarına” tabi olan taraftarlar.
Halbuki taraftarlık ne “tüketici” olma haliyle ne de “piyasa” ile ilişkilidir. Taraftar, gönülden seven ve tek taraflı veren insandır; formaya, armaya, maziye ve geleneklerine bağlıdır. Gelecekten her daim umutludur. “Büyük Takım” taraftarı her sene “iki kupa almayı” ve Avrupa’da da “gidilebildiği yere kadar gitmeyi” hayal eder. “Orta Sıra Takım” taraftarı en azından “Avrupa’ya gitme” hesabı yapar ve eski adı “Federasyon Kupası” iken günümüzdeki adı sponsora bağlı olarak değişen “Türkiye Kupası’nın” kulpuna uzanmak ister. “Asansör Takım” taraftarı ise doğal olarak ligde kalıcı olmak ya da “bir üst lige terfi etme” derdindedir. Yani bir umuda yolculuktur taraftarlık.
Bununla birlikte, hakkında daha az konuşulan, yazılan ve okunan kişidir taraftar. Tezahürat yapması ve parayı bastırması beklenendir. Bir tribün dolusu bir araya gelseler, muhtemelen izledikleri oyuncuların bir yılda kazandığı parayı hep beraber belki kazanırlar. “Fanatiklik”, “Holiganlık” ve “Serserilik” ile anılırlar; potansiyel suçludurlar. Doğrudur, kafaları bozulduğunda küfür de ederler, sahaya “yabancı madde” de atarlar, sahaya da girerler icabında, yalan yok. Ama taraftarlık bu aksiyonlardan mı ibarettir? Yani taraftarlık denince akla sadece kriminal hadiselerin gelmesi/getirilmesi hak mıdır?
Trabzonspor (TS) taraftarı, bence, etki bakımından tuttukları takımın önüne geçmiş bir gruptur. Bunda kuşkusuz TS’nin 1975-84 arasında Türk futbolunun tozunu atıp 6 kere lig, 3 kere de kupa şampiyonluğu yaşadığı dönemin oldukça geride kalması; sportif başarının gerilemesiyle beraber tribün olaylarının daha çok yaşanması etkendir. 1970’lerin başında Eskişehirspor’un açtığı yoldan ilerleyerek “İstanbul Dükalığı’na” karşı Anadolu’nun itirazını seslendiren Bordo-Mavililer, dönemin ekonomi politik koşullarının da yardımıyla 80’lerin ortasına kadar son derece belirleyici bir rol oynamışlardır. 12 Eylül Darbesi’nden birkaç ay önce tamamlanan 1979-80 sezonunu, Fenerbahçe’nin 4 puan önünde (galibiyetlere 2 puan verildiğini unutmayalım) şampiyon tamamlayan TS’nin İstanbullu iki büyük rakibinden Galatasaray ligi 9., Beşiktaş ise 11. sırada tamamlamıştı. Yani memleket sathına yayılan büyük kriz futbolun büyüklerini de derinden etkiliyordu. Özalizm’in iktidarının başlamasıyla TS’nin sadece 1980-81 ve 1983-84 sezonlarını şampiyon olarak tamamladığını ve diğer otuz sezonun da sadece yedisinde 2. olduklarını ekleyelim. Yani Neo-liberal düzen “Karadeniz Fırtınası’na” iyi gelmedi. Unutulmaması gereken bir başka husus da şampiyonluk gören TS taraftarının neredeyse torun torba sahibi olması, en gencinin artık kırklı yaşlara intikal etmesidir.
Bu taraftar grubunun karakterini, ruh halini, beklenti ve umutlarını öğrenmek isteyen herkes için bir kitap var. “Bize Her Yer Trabzon”, Harun Çelik tarafından derlense de doğrudan taraftarın bir eseri aslında. Birçok anı, duygu ve görüşün bir araya getirilmesiyle hazırlanmış. İlk beş baskısı Anekdot Yayınları tarafından yayınlanan kitabın, Ocak 2013’de 6. baskısı Kent Kitap’tan çıktı. Heyamola Yayınları’ndan çıkan “Bize Her Yer Trabzonspor 2” isimli bir devam kitabının da olduğunu geçerken belirtelim.
Kitabın geneli, tutulan takıma duyulan ateşli bağlılık ve TS taraftarı olmanın erdemleri (“Ezilenden”, “Haksıza karşı haklıdan”, “Burjuvaya karşı Anadolu’dan” yana olma) hakkında heyecanlı bir söyleme sahip. Bu taraftarlığın “Üç Büyük” karşıtlığı üzerinden tanımlanmış bir kimlik olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Neredeyse tüm yazarlar “Bizans” antipatilerini göstermişler. Kitapta geçen “İstanbullu Mahalle Takımları” ve “Üç Ezikler” ifadeleri, aşağılama amacının yanında, “Şehir takımı” olmaya bir gönderme olarak da okunabilir; çünkü bu da yazarların sık sık vurguladıkları bir öğe. Kitabın önsözünde İstanbul hakkında kullanılan “Fatih’in milletimize en büyük hediyesi” ifadesi ise, Trabzon denince son yıllarda sıklıkla akla gelen milliyetçi-muhafazakâr ruh halinin de bir dışavurumu olarak görülebilir. Bununla birlikte, bazı yazılar bir yana, kitabın geneline yayılmış sağcı ve milliyetçi bir söylem olduğunu söyleyemeyiz. Hatta bazen “başka türlü bir taraftarlığın” olabilirliği hakkında düşünebiliyoruz. Bu ihtimalin varlığı/yokluğu meselesi zaten tüm kitap boyunca size eşlik ediyor açıkçası.
Tüm yazılarda, beklenen başarıların gelmemesinin yarattığı hayal kırıklıklarının beslediği bir ruh halini fark etmemek imkânsız. Yazarların bir kısmı bunu son derece çelebice biçimde taraftar kimliğinin önemli bir parçası haline getirmiş. Ama sanki o başarılar gelse, TS taraftarlarının da en azından bir bölümünün, aynen o çok eleştirdikleri İstanbullular gibi bir “hava” içine gireceklerini de hissedebiliyorsunuz. Bol bol “isyan” ve hatta “futbol devrimi” ifadesi kullanan bir taraftar grubunun aslında o çok eleştirdikleri “Dükalık” ile benzer zihniyeti paylaştığını görmek, döne dolaşa düşmanına dönüşmenin bir kader olup olmadığını da düşündürtüyor. Meselenin, “Üç Büyüklere” karşı olmakla genel olarak “Büyüğe” karşı olmak arasındaki farkta yattığını belirtelim.
Trabzonspor taraftarının alttan alta tüm Anadolu’nun ve hatta Türkiye’nin gerçek futbol temsilcisi olma iddiası çok belirgin. Bu, en çok da diğer Anadolu takımlarıyla yapılan çeşitli karşılaştırma anlarında ortaya çıkıyor. Küme düşen bazı Karadeniz takımlarıyla yapılan maçların sonuçları da, bu takımların düşme sorumluluğunun TS’de olmadığını göstermek adına paylaşılmış.
Bütününe bakacak olursak, kitap birçok samimi ve sıcak hikâye, maç anısı ve duygu paylaşımı içeriyor. Futboldan zevk alan herkesin bir şekilde frekansına gireceği yazılar bunlar. Ölüm döşeğinde TS’nin son maçını soran dede, ilk 11’i ezberden sayan nineler, maç olduğunda yediden yetmişe buna yoğunlaşan bir şehir kuşkusuz her futbolsever için ilgi çekici ve saygıdeğerdir. Özellikle sevgili Kazım Koyuncu hakkındaki birkaç yazıdan etkilenmemek olanaksız. Bu en güzel Trabzonsporlu’yu biz de buradan sevgiyle analım.
Bitirirken değinelim; Göze çarpan çeşitli imla hatalarının 6. baskısına ulaşmış bir esere yakışmadığı açık. Bu kadar tutkulu bir taraftarlık daha titiz bir redaksiyonu hak ediyor.
0 yorum:
Yorum Gönder