Ursula K. Le Guin’in 1979’da kaleme aldığı Malafrena, Cemal Yardımcı tarafından Türkçeye ilk kez çevrilerek temmuz ayında Metis Yayınları tarafından yayımlandı.
1929’da Kaliforniya’da doğan Ursula K. Le Guin; Mülksüzler, Yerdeniz Büyücüsü, Antuan Mezarları, Tehanu ve Yerdeniz Öyküleri gibi eserlerinde yarı gerçekçi / yarı fantastik temaları işledi. Gerçeğin katılığını hayali dünyanın saydamlığında eriten yazar, toplumsal sorunları fantastik dünyanın gerçekliğinde okura sundu.
Malafrena, yazarın bazı öykülerinde de mekân olarak karşımıza çıkan hayali ülke Orsinya’da geçiyor. Mekân, hayali olmasına rağmen anlatılanlar ve roman boyunca yaşananlar oldukça gerçekçi. Yazarın birçok eserinde yer alan hayal ve gerçek birlikteliği bu romanda da birbirini tamamlayan iki unsur olarak karşımıza çıkıyor.
1979 yılından günümüze uzanan bir özgürlük hikâyesi Malafrena. “Burada özgürce kalabileceğim zamana kadar kalamam burada.” (s.43) diyerek babasının topraklarından, Malafrena’dan, ayrılan; şehirdeki özgürlük mücadelesine katılmak için ona vaad edilen toprakları reddeden İtale Sorde’nin hikâyesi.
Baskının ve sansürün insanları susturduğu, diktatörlüğün kol gezdiği, muhalefetin kısıtlamalarla engellendiği bir ülke Orsinya. Tıpkı içinde yaşarken nefes alıp vermeye çalıştığımız, kendimize bir yer aradığımız, baskı ve korkuyla yüz yüze geldiğimiz bir başka ülke gibi. Gerçekliği ile öylece yanı başımızda duran, çok yakından tanıdığımız, bir o kadar uzağına düştüğümüz yitik bir ülke gibi. Ve bu ülkede başkaldıran bir karakter: İtale Sorde.
Başkaldırının temelinde adalet duygusu yatar. Haksızlığın karşısında duran insan, kendisini bir değer olarak ortaya koymaya çalışır. Bu değer, tüm insanlığın ortak değeridir bir bakıma. Ve bu değerle gerçekleşecektir dönüşüm. Bu, romandaki bir başka karakterin şu sözlerinde dile getirilir: “Kendini dönüştürmek için yola çıkıyorsun. Dünyayı dönüştürmek için.” (s.203) Başkaldıran insan, adalete ve özgürlüğe ulaşacaktır. Özgürlük, her şeyden önce insanın kendi içinde, kendi dünyasında gerçekleşecektir. İtale Sorde, ona sunulmuş dünyadan, “yalnız başına duruyormuş gibi” ifadesiyle tanımlanan malikâneden, elinde olan her şeyden vazgeçerek ve babasının ona sunduğu imkânları reddederek yeni bir yaşamın peşine düşer. Ve bu yolculukta novesma verba “özgürlük”tür. Ve roman kahramanı bunu şöyle anlatır: “Söyleyeceğimiz bir şey var ve bunu daha söylemedik. Kekeliyoruz. Konuşmayı öğrenmeye çalışıyoruz, bebekler gibi. Nasıl söylenir henüz bilmiyoruz. Söyleyeceğimiz şeyin birazını, zaman zaman farklı farklı dillerde, bir resimle, bir duayla, bir bilgi parçasıyla söylüyoruz. Ara sıra yeni bir şey, yeni bir kelime öğreniyoruz. Kelimelerin en yenisi. Özgürlük kelimesi.” (s.105)
Ursula K. Le Guin, içinde yaşadığımız gerçek dünyada özgür olamama sorununu hayali bir dünyaya taşırken adalet duygusuyla başkaldıran bir karakterin sözlerinde tanımlar özgürlüğü: “Sahip olunacak, saklayıp korunacak bir şey değildir özgürlük. Eylemdir. Hayatın ta kendisidir. Ama başkalarının köle olarak tutulduğu hapishanede nasıl yaşayabilirsin ki? Herkes özgürce kendisi için yaşayabilene kadar ben de kendim için yaşayamam.” (s.43) Ve İtale Sorde; roman boyunca baskıya, sansüre, diktatörlüğe bir karşı duruş sergiler, özgürlüğü hayatın ta kendisine dönüştürür ve eylemi hayatın merkezine koyar. Düşündüklerini yazmaktan ve söylemekten çekinmez. Ve tüm bunlar için ödenmesi gereken bir bedel ile yüzleşir.
1979’da kaleme alınan ve 1800’lü yılların dünyasında yaşananları anlatan Malafrena, aynı zamanda günümüzde yaşananlara dair de bir roman. Korku ve baskıyı hayatımızın her alanında hissettiğimiz şu günlerde yıllar öncesinden bugüne uzanan Malafrena’da anlatılanlar kendi gerçeğimizle yüzleşmemizi; özgürlüğün ne olduğu üzerinde düşünürken sansürün, baskının ve diktatörlüğün ne olduğunu da sorgulamamızı sağlıyor. Bu dünyanın katı gerçeklerinden beslenerek hayali bir dünya yaratan yazar, kendi süzgecinden geçirerek yeniden şekillendirdiği acımasızlığı, şiddeti, faşizmi gözler önüne seriyor. Ve tüm bunlar karşısında, adalet duygusunu, özgürlük ve eşitlik için verilen mücadeleyi anlamlı kılıyor. Başka bir dünyanın mümkün olduğu düşüncesi üzerinden yaratıyor Orsinya’yı. İktidarın halkı ötekileştirdiği, yok saydığı bir dünyada kendine yer bulamamış tüm insanları savunuyor. İtale Sorde, gerçek dünyada, yanı başımızda duran ama kendimizi bir o kadar da uzak hissettiğimiz, nerede duracağımızı bilemediğimiz bir başka ülkede haksızlığa karşı başkaldıran tüm insanlarda ete kemiğe bürünüyor. Haksızlığın ve adaletsizliğin ortasında insanın kendisine bir yer bulabilmesi, bulduğu bu yerde eşitliğin ve özgürlüğün olduğu yeni bir yaşam kurabilmesi belki de en zor olan. Malafrena’da dile getirildiği gibi: “Dört bir yandan esen aldırışsız rüzgârlarda insanın kendi değişken, âciz benliğindeki tek bir mumu bile yanar halde tutması yeterince zordu; nereye gittiğini bilmek şöyle dursun, tek başına ayakta durmak ve nerede durduğunu bilmek bile zordu.” (s.241)
Klasik roman kurgusuyla yazılan kitapta Ursula K. Le Guin diğer eserlerinde de işlediği gençlik, aşk, değişim, yaşamın zorluğu/anlamsızlığı, aidiyet gibi konuları da ele alıyor. Özgürlük ise tüm bu konuların merkezinde, bağlayıcı bir izlek olarak beliriyor. Yolculuk, özgürlüğe ulaşmak için. Başkaldırı, değişimi/dönüşümü gerçekleştirmek için. İtale Sorde’nin yolculuğu, içinde yaşadığımız dünyaya, ülkeye ve kendi içimize yaptığımız bir yolculuk aslında. Acımasızlık ve anlayışsızlıkla yüzleştiğimiz, yitirdiklerimize ağladığımız, yine de yarınlara umutla baktığımız bir yolculuk bu. Malafrena ise tek başına ayakta durmak ve nerede durduğunu bilmek üzerine durup düşündüğümüz bir durak. Ursula K. Le Guin’in özgürlük uğruna direnen, tutsak düşen, yaşamını kaybeden tüm insanlara bir armağanı.
* En Yeni Söz
0 yorum:
Yorum Gönder