Duygu Kankaytsın’ın ilk şiir kitabı ‘HAYATÇAĞIRAN’, Şiirden etiketiyle Nisan 2013’te okuyucusuyla buluştu. Kankaytsın, okuyucunun farklı edebi alanlarda karşılaştığı bir isim; çeviri, söyleşi, eleştiri yazılarından da tanıyor okur onu. Hal böyle olunca, okurun Duygu Kankaytsın’ın kitabını daha derin bir okumaya tabi tutacağı açık. Çünkü yalnızca şiir yok ortada; şiirin kuvveti / etkisi her ne kadar ağır bassa da, edebiyata geniş bir çerçeveden bakabilen / edebiyatı geniş bir çerçeveden görebilen bir isim var karşısında. ‘Sıkı’ bir şeyler beklemek hakkı bu yüzden okurun; kitabı / şiirleri okumaya başladığında da yanılmadığını görüyor okur.
‘Şimdi Kül’ ve ‘Şimdi Hayat’ isimli iki bölüme ayrılmış kitap. İlk bölümün ilk şiiri olan ‘Kendini Bölüşmek’ her şeyden önce adıyla zaten okura ‘hazırsan başlayalım’ der gibi. Şirin ilk dizesi de ne uzun soluklu bir yolculuğa çıktığınızı hemen sezdiriyor size: ‘koparsan gökyüzünden, ansızın yaşlanırız’. İlk şoku atlatmak dedikleri bu olsa gerek; bu dizeden sonra insanın kitabı kapayıp, bir süre düşünesi geliyor… Gerçekten etkili ve bu şiirin tümünde de yoğun olarak görülebilen soyut / somut çarpışmalarının en uç örneği. Örneğin, hemen ardından gelen dizenin söylediği ‘evrenin aralığında birikir güvercinler’ de aynı sarsan korkunçlukta. Hem bu şiiri hem de diğer şiirleri okuduğunuzda gördüğünüz başka bir şey daha var; sanki Kankaytsın sizi çok yukarılardan bir yerden alıyor ve yavaşça şiir boyunca yere indiriyor; hafifletiyor düşüşünüzü. Anlayın ama canınız yanmasın istiyor; öyle yazıyor / öyle kuruyor. Bölüm başlarındaki alıntılar da gizliden söylüyor bunu; örneğin ilk bölüm Oktay Rifat ve Cioran alıntısıyla açılıyor; Cioran şöyle diyor orada: Hüzün, hiçbir mutsuzluğun doyuramadığı bir iştah.
Mesela ‘Kirli Umutsuzluk’ şiirinde yer alan ‘gökyüzü, iyi ki benden yana’da, böyle bir algının iz düşümü; ancak yer yer bu durum işlevsel olarak kendine farklı alanlar açabiliyor. Aynı şiirin içinde yer alan ‘yatağım sırılsıklam özlemekten’le birlikte şiirin kolonları olarak beliriyorlar. İlginç ama başarılı olduğu kesin.
Kitapta / şiirlerin içinde ilerledikçe elbette Kankaytsın’ın şiiri nerede aradığı / ona nasıl ulaştığı da daha net anlaşılmaya başlıyor. ‘Tenim Islaklığınla’ şiirinin adındaki kesik bütün şiire sinmiş ve o kesikte pıhtılaşan kan kendini şiir kıldığının ziyadesiyle farkında olan soylu bir söyleme dönüşmüş: ‘sonra boynumu güzelleştir / incirle beni derinimden soyup / bir masala yaz / birimiz bugün nedense dalgınlık’. Burada aslında gizli bir tarihsellikte var ama yalnızca, açıkçası çok okuyanların / okuduklarını unutmayanların yüzüne değen / içine işleyen bir tarihsellik bu. Dizelerde sadece Duygu Kankaytsın yok; elbette onun dizeleri ama ta ötelerden bir yerden Portia’nın, Ophelia’nın sesi duyuluyor; eşlik ediyor bu kadınlar başka bir kadının sesine / ruhuna.
‘Yüzsüz Yalan’ şiiri de gerilim açısından yukarıda örneklediğimiz şeylere başka bir boyut kazandırıyor. Şiirdeki kırılmalar ‘insan olsaydım sevmezdim seni’ / ‘yüzüm olsaydı sevmezdim seni’ ve ‘aşık olsaydım sevmezdim seni’ üzerinden bir gerilim hattı oluşturmuş. Buradaki tersinlemenin aslında giderek insanın olumsuzlanmasına değil olumlanmasına, daha doğrusu çıplak bir insan algısının oluşmasına vardığı söylenebilir rahatlıkla. Bunu başarılı, güzel, içten hatta hakiki kılansa tasarlanmış bir havadan ziyade, ‘işte insan’ rahatlığında düşünülmüş / yazılmış / söylenmiş olması.
Kitabın içinde yer alan ‘zor’ şiirlerden biri de ‘Düşün Ölümü’. Kendini bir kaotik adlandırmayla ayrıksı kılan bu şiirin içinde insan özne hem içerden hem dışarıdan okunmuş Kankaytsın tarafından. Sözün, sözcüğün kendini rahat bıraktığı, nereye gideceğini önemsemediği bir kullanım var; ‘avucunda, sıktıkça yok olan dünya / çekiştirdikçe yırtılan gökyüzü / karnına gömülen çınar / ciğerlerinde boğulan deniz’. Görmekle, anlatmak arasında bir özne yitimi var ve şiiri gerçekten ‘zor’ kılıyor. Kimin sesini taşıdığı belli olmayan bir şiir her zaman için en etkili şiirdir: ‘zaman, büyüyen bir canavar / sabahı yabani, bir günü daha çalındı çalınacak / iş dönüşü karanlık karşılayacak onu / kör edilmiş uzandığı pencere / köpeği sokağa atılmış / bir kez daha öldürülmüş / sandığında sakladığı düş’.
Tüm bunlarla birlikte, şiirin şüphesizliği hakkında Duygu Kankaytsın’dan öğrenilecek çok şey olduğunu söyleyen bazı dizeler de şunlar; ‘Düşerken’ şiirinde ‘çukur açıyorum / öpsem dedim seni bir kez / sarmısak döverken havanda’, ‘Burkulmuş’ şiirinde ‘yorgunum ama ikimize uyanıyorum’, ‘Kar Pastası’ şiirinde ‘ayrıntılardan yüz buluyor kalbim / sakın, yarısıyla yetin hiç olmazsa’, ‘Sancı’ şiirinde ‘nasıl olsa azalan sabahlara / uyandıramaz artık arkadaşların seni’…
Sonuç olarak Duygu Kankaytsın’ın özümsediği bir hayatın söyleyeni olduğu açık. Sindirilmiş şeylerin dili bu, korkudan uzak, içinden hayatın. Yüz yüze gelmek gibi, bir şey söylemeden yalnızca bakarak anlatmak gibi olup biteni. ‘İnsanın her hali’ denen şeyi / şeyler toplamını çoğaltmak boyuna. Kırılmayan yerinden insanın, insanın hep sağ kalan yanından konuşmak hüzün ve hayat adına. Sevince çevirmek sözlerin ağırlığını. Zor iş, zor şiir. Başka bir şey söyleyen, hevesten uzak…
Ve hep olduğu gibi son bir alıntı:
‘elindeki sardunyadan dökülür sana gök / anılardan eskil buluşmalara / gecikerek diş izlerine saklanır / yağmur sonrası kokan melez duygu’ya / uyuyakalır öylece yalın, öylece düğüm / aşk romanları girer ara sıra / biz, yer ve yüzünün arasına // dünya, bir kış daha geri al’
0 yorum:
Yorum Gönder