Sosyal faşist kavramı, bize 60’ların sonu 70’lerin başında angaje olmuşsa da tarihsel bağlamı daha eskidir. 70’lerden bir örnek vermek istiyorum: Bugünkü PKK’nin lideri Abdullah Öcalan, Ankara’da okurken, Ankara Devrimci Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) üyesidir. Öcalan, derneğin yönetiminde de bulunmuştur ancak daha sonra yönetimin sosyal faşist-Maocu bozkurt şeklinde nitelenmesi ve revizyonist tavırlar alması üzerine dernekten ayrılmıştır, ki günümüzün sosyal faşistleri Doğu Perinçek ve o zamanki arkadaşları “yollarına” devam etmişlerdir. Nedeni bellidir; kendini solcu/sosyalist zanneden sağcıların ve liberallerin revizyonist tavırları/davranışları. Perinçek’in İşçi Partisinin durumu da ortadadır.
Yazıya böyle girmemin sebebini aşağıda detaylandıracağım. Bu örnekler, bize çok yakın tarihlerden ulaşsa da tartışma daha eskidir. Henüz dünya savaşlarından söz edilmeyen, 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında büyük tartışmalarla başlamıştır. Marx’ın Kapital’i yayınlamasını takip eden süreçte, ekonomi ve toplum yasalarının yetersizliğinin gün yüzüne çıkmasıyla tartışmalar daha da alevlenmiştir.
Zeev Sternhell, ’35 Polonya doğumlu bir Yahudi. Annesi ve ablası Naziler tarafından katledilmiş. ’65-’70 yılları arasında Kudüs İbrani Üniversitesi’nde politika ve tarih eğitimi almış ve hala aynı üniversitede hoca olarak çalışıyor. Faşist İdeolojinin Doğuşu kitabıyla, bu tartışmaların ve faşizmin ortaya çıkış zamanının izlerini sürüyor. Günümüz şartlarında düz bir ırkçılık tanımlamasında vücut bulan faşizmin, sanılanın aksine, bir kopuş ideolojisi olarak görüyor ve kültürel fenomen olarak algılanması gerektiğini söylüyor:
“… faşizmi, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından biri olarak ya da savaş sonrası krize karşı basit bir burjuva savunma refleksi olarak görmeye devam edersek yüzyılımızın bu başat fenomeninden hiçbir şey anlamamış oluruz.”
Elbette, faşizm, bugünkü anlamıyla çok farklı bir yerde değil ancak tarihsel süreci ziyadesiyle önemli. Kopuş ideolojisine ve bu olgunun yarattıklarına dönersek, daha önemli bir meseleyi göreceğiz. Faşizm, Marksizmin öngördüğü “kapitalizmin çökme aşamasında ortaya çıkan basit bir anti-ploreter tepki” değildir diyor Sternhell; tıpkı liberalizmin ya da başka bir değişle klasik liberallerin, liberteryenlerin karşısına çıkıp totaliterleşen rejime karşı çıkan Marksizm gibi. Faşizm de liberalizm ve Marksizm ile kıyasıya bir çatışma içine girmiştir. Her ne kadar 19. yüzyılın hemen başında Marksist praksisi reddetmeyip Hegelci yapıyı ve Marksist rasyonalizme saldırsa da faşizm için esas düşman tarihsel materyalizmdir. Böyle bir çatışma ortamında doğması, amiyane tabirle, “öncüllerinin” beğendiği taraflarını alıp beğenmediklerini rafa kaldırması doğaldır. Şöyle diyor Sternhell;
“Faşist ideolojiyi biçimlendirecek (…) önemli bileşen, liberal ve burjuva karşıtı milliyetçiliğin de paylaştığı Marksizmin materyalizm karşıtı revizyonudur.…
Faşizm, Avrupa kıtasının modernleşmesnin sonucu olan belaları ortadan kaldıracağını iddia eder. Toplumun karşıt gruplar halinde parçalanmasına, bölünmesine, piyasaya fırlatılmış basit bir metaya dönüşmüş olan bireyin yabancılaşmasına çare bulmak ister.”
Stenhell’in bu son önermesi, faşizmin kültürel ve entelektüel hayata karşı büyük bir saldırıya başlamasının da nedeni olarak görülmeli. Hem topluma hem de bireye düşman olan bir kültür hareketi başlatılmıştır artık. (Örnekleri bu yazıya sığmayacak kadar fazladır.) Mussolini’ye İtalyan Faşist Partisi’nde sivrilmesine yardımcı eden, hatta ideologu denilebilecek derecede yakın ilişkiler içinde olan Tommaso Marinetti’nin 1909’da yazdığı meşhur(!) Fütürist Manifesto’sundan alıntılayalım:
“Müzeleri, kütüphaneleri yakıp yıkmak istiyoruz; ahlakçılık, feminizm ve bütün o fırsatçı ve faydacı korkaklıklarla savaşmak.”
Faşizm ve 2. Dünya Savaşı
Faşizm, 2. Dünya Savaşı’nın öncesinden başlayarak günümüze değin Nazizm ile bir tutulmaya başlanmış, neredeyse eş görülmüştür. Açıkçası, birçok ortak noktaları olsa da ideolojik ve pratik olarak farklılıklar da barındırlar. Nazizm, Alman nasyonal sosyalizmiyle, Yahudi düşmanlığıyla, bir “biyolojik determinizm” halini almıştır; yani temel tasavvuru ırkçılıktır ve komünizmle savaşmaktan daha öncelikli bir görev olarak görülür, diyor Sternhell ve Wyndham Lewis’in, “Nazizmin ‘ırk anlayışını’ Marksizmin sınıf fikrine karşı bir cevap” olarak gördüğünü de ekleyerek, şöyle söylüyor:
“… ırk determinizmi faşizmin bütün versiyonlarında mevcut değildir. Robert Brasillach, Nazizminkine çok yakın bir anti-semitizmi açıkça telaffuz etse de Georges Valois’nin Faisceau’sunda böyle bir şey yoktur. Kimi İtalya faşistleri, militan bir anti-semitizm uygulasalar da faşist Yahudiler İtalya’da bundan muaf tutulurlar; üstelik hareketin merkezindeki genel oranın çok üstündedir.”
Yani 1938 yılındaki ırkçı yasalar çıkana kadar İtalya’da yaşayan bir Yahudi, savaş sırasında İtalyan işgali altındaki Fransa’da yaşayan bir Yahudi’den daha güvendedir. Bu, bize faşizmin ırkçılıkla bir tutulamayacağını gösterir; birbirlerini tamamlarlar ancak biri olmadan bir diğeri var olabilir.
Mussolini’nin bir devrimci sendikalist olduğunu hatırlatarak, revizyonizmin ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha vurguluyor. Daha sonraları Marinetti’nin ve İtalyan faşist entelektüellerin de etkisiyle şiddetini sertleştirmesi, Mussoli’nin İtalyan partizanlarca yakalanıp kurşuna dizilişine kadar bütün bir Avrupa kıtasını etkilediğinden bahsediyor.
Yazının başında değindiğim üzere tarih, sosyalizmi/Marksizmi revizyona uğratanların “kirli geçmişiyle” doludur ve adlarının önüne gelecek tek sıfat “faşist”tir. Bu yazının yazarı olarak itiraf etmeliyim ki, Sternhell’in kitapta anlattıklarının/yazdıklarının binde birini dahi bu yazıyla anlatmak mümkün değil, zira faşizm üzerinden 19. yüzyıldan başlayarak dünya siyasi tarihi hakkında muhteşem analizler yapıyor.
Marinetti’nin 1910 yılında bizzat çıkardığı “devrimci sendikalist” dergi Poesia’daki bir yazısından alıntılayarak bitireyim;
“Dünyanın tek temizliğini, büyük coşku ve cömertlik ateşini, ırkların o olmadan tembel bir egoizm, görgüsüzlük, düşünce ve irade fukaralığı uykusuna yattığı o asil kahramanlık banyosunu, savaşı seviyor ve yüceltiyoruz.”
0 yorum:
Yorum Gönder