Bir Kadın Masalı, Aslıhan Tüylüoğlu’nun okura ulaşan üçüncü kitabı. Etki / Dize etiketini taşıyan kitap, Nisan 2013 tarihli. Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünün adı ‘Başlamak için Her Gün Pazartesi’ adını taşıyor, ikinci bölüm ‘Yarısı Nisan’, üçüncü bölüm ise ‘Bir Aşkın Gecikmiş Günlüğü.’. Şiirin her alanında, içinde şiir olan her alanda varlık gösterebilen bir isim olarak Aslıhan Tüylüoğlu, dünyayı zaman ve yalnızlık ekseninde okumayı tercih eden ve bunu ‘dize’nin işlevleri bakımından oldukça başarılı bir biçimde gerçekleştiren bir şair. Hayatı incelikli okumanın bir sonucu olarak etkili bir şiire varan Aslıhan Tüylüoğlu’nun, şiiri incelikli okuyarak hayata varma noktasında da önemli çalışmaları, ödülleri var; bunlardan sonuncusu Behzat Ay adına düzenlenen şiir eleştirisi emeğinde aldığı birincilik. Aslıhan Tüylüoğlu’nun bu başarıları bize şunu söylüyor aslında; yalnızca şiir yazanlar değil, şiirin yaşamasına olanak tanıyan, onun nefes almasını sağlayanlardır şairler.
Kitaba dönecek olursak; her şeyden önce söylenmeli ki Tüylüoğlu’nun Bir Kadın Masalı kaba bir okumaya, bir göz atmaya imkan vermeyecek biçimde, sizden okur olarak ‘emek’ talep eden bir şiir kitabı; çünkü bir sarmalın gizli ve uzun şiiri var içinde; dikkat buyurun şiirleri değil şiiri. Örneğin, ilk bölümün adı olan Başlamak İçin Her Gün Pazartesi, ikinci bölümün sonundaki Hayat Ağacı şiirinin son dizesi. Bu kurguyu tek tek şiirlerden koparan bir ruhsal uzamın sonucunda oluşan bir durum aslında. Çünkü, dikkat edildiğinde ilk bölümdeki şiirlerin hemen hepsi bir tarihle sabitlenmişler gibi dursa da, Tüylüoğlu şiirlerin üzerine tarihler atarak onları zamansallığın dışına çıkarmış. Şöyle ki, üç yıl var bu şiirlerde tarih olarak 2011, 2012 ve 2013 ama sıralamada yıllar birbirlerini takip etmiyor, kronolojik değiller. Çünkü Tüylüoğlu bilmekte ki, zaman yüzleşmeler için kronolojik bir gerçeklik hatta hakikat olmanın dışında / ötesindedir. Yıllar sonrasını düşündüğünüz bir gün ya da yıllar öncesini anımsadığını bir anın zamanda yarattığı kırılma, anın öznede yarattığı onarım ya da tahribatla böyle bütünleştirilmiş şair tarafından; sözcüğün tam anlamıyla ‘derin’ bir kavrayış bu.
Üstelik birinci bölümün şiirlerinde yine ilginç başka bir şey var; şeylere yönelen söylem aslında bir iç konuşma. Belki de tarihin zaman içindeki hem belli, hem de belirsiz (somut / soyut) çoğalışı gibi bu iç konuşmalar; şiir burada oluşmuş. Burada da yine farklı bir yorumlayış geliştirilmiş şair tarafından; bu iç konuşmalar da yaygın anlamından, monolog olmaktan böyle kurtulmuşlar. Tüylüoğlu, görünen o ki yalnızlığıyla konuşanların, kendi kendilerine konuşuyor sayılamayacağının bilincinde. Yokluk, yalnızlık; kendi yalnızlığı başka biri / başka bir şey olmuş şair için.
Açımlamaya çalıştığımız anlamda, ilk bölümün örnek dizeleri olarak öne çıkan dizeleri alıntılayalım; ancak şiirlerin isimlerini de eklemek bu anlamda önem kazanıyor; yukarıdaki saptamalar dizeleri şiir adlarıyla bir varoşlu ilişkisi içerisinde kuvvetli bir etkileşime sokuyor çünkü: Merhaba Hiçlik ‘Ölmüş bir şairin mezarıydın beş kentte / Üç ülkede ünsüz / Emir veremiyorsun hiçbir dilde’; Sevgili Kurban ‘Son bir denemeydi, ölümüne içilmiş ilaç’; Sevgili Ölü ‘İnsan tanrıyı uyandıracak bir daha’; Merhaba Sevgili ‘Sensizlik, karanfil yası, kırmızı bulutlar / Karnabaharlar kızartacağım sofrana kış sebzeleri.’; Sevgili Boran ‘Birlikte düzeltiyoruz / Eskiden beri güneşin doğduğu yeri’; Sevgili Gizem ‘Sütsüz bir kadın memesi Afrika / emziriyor açlığı’; Sevgili Gün ‘Bin kere çarptım da size ondan / Bu şiir o çarpışmanın sesi’; bu dizeler ve şiirlerin adlarıyla olan yoğun ilişkileri çoğaltılabilir.
Koku şiiriyle başlayan kitabın ikinci bölümü, Tüylüoğlu’nun ilk bölümdeki şiirlerinde okumaya çalıştığımız durumu yaratan nedenlere doğru eğilmeye başladığı ancak bunu kendi üzerinden değil daha genelleşmiş ve insan odaklı bir yapıdan oluşturduğu şiirleriyle öne çıkardığı bir bölüm olarak düşünülebilir. Koku şiirinden alıntılayacağımız dizelerde, insanın şiirde de belirtilen bir dünyada, nasıl kendiyle konuşmaya başladığının, neden kendine döndüğünün altını çizer nitelikte: ‘ Zaman kokunu alıyorum / haritalarda kardeş kanı / Petrol, para, fuhuş kokuyor / Burnunu tıkamakla yetinen insanlar görüyorum / Bol yıldızlı bayraklar istifini bozmuyor / Ben burnumu kapatsam gözümle duyuyorum / her yer gözyaşı her şey acı kokuyor // Otogarlar arabalar bankalar / Duvarlar hastaneler gazeteler / Her şey ölüm kokuyor / Bir parçacık güneş koksun istiyorum, olmuyor.’.
Aslında, görünen o ki şair bir yandan da, hepimizin duyduğu çaresizliği duyuyor bazen hayatın, dünyanın acımasız gidişatına dair. Çünkü hayat garip bir bütün içindeki her şeyle; olumlu olumsuz anlar, anılar, ağaçlar, aşklar ve dahasıyla. Bu bütüne ait herhangi bir şeyde yaşanan kırılma, insanın her biriyle olan ilişkisini başka bir noktaya taşıyor. Dolayısıyla insana yüklenen başka bir anlam var dünyada var olan her şey içinde. Bu anlam karşı durmakla biçimleniyor, tanımlanıyor / tanımlanmalı insan için. Hal böyle olunca, insanın kendi türüne karşı acımasızlığının bir boyutu olan kadın cinayetleri meselesi de yer buluyor Tüylüoğlu şiiri içinde kendine: ‘Kırgınlığından kaçamıyoruz esmer adamların / Bir köleyi istemeye aşk diyorlar / Bedenleri sımsıkı istekleri ölümcül / Elma da vuruluyor işte bir kadının başındaki.’.
‘Bir Aşkın Gecikmiş Günlüğü’ adını taşıyan üçüncü bölüm adından anlaşılacağı üzere aşkı önceliyor. Ancak şairin aşka bakışı da, şiirlerde yer alan nokta atışlarıyla toplumsal bir okumanın alanında gezinen bir gözlemler zincirine dayanıyor. Ancak şairin bu bölümde daha dengeli bir söyleyiş oluşturduğu ve zaman zaman okura yalın bir kendilik halinde seslendiği okunuyor: “ İlk aşkın hüznünde ısındı gövdem / Ondan suskunluğu hep sevişirken’.
Sonuç olarak Aslıhan Tüylüoğlu şiiri gücünü gün geçtikte arttıran bir şiir; çünkü dünyayı hem görüyor hem de hissedebiliyor; bu yüzden boşluksuz, dopdolu. Ve elbette, son bir sesleniş şairden: ‘Kalbim, güzel kanatları için / öldürülmüş kelebek’.
0 yorum:
Yorum Gönder