Bahar demek erik ağaçlarına tırmanmaktı bir vakit. Sonra, akşam üstü okul çıkışları cepteki üç kuruş harçlıkla karın doyurup bir bardak çay içebilme özgürlüğü oldu. Boynuna kırmızı fuları takıp sokağa çıkmaktı bahar. Gün geldi, aşk oldu... En çok da aşk oldu. Oldu da canımıza okudu... Vapurdaki son martıyı seyre dalarken eve geç kalmak oldu. Buralardan gitme isteğiydi. Burası her neresiyse, deniz kenarı küçücük bir kasabanın daha iyi bir yer olabileceğine inanmaktı benim bildiğim bahar. "Çiçek çiçek kuşatırdı dağları telli duvak, dağları mor salkımlı dağları…" Şimdi Reyhanlı demeden, diyemeden... Nasıl yaşarım baharı? Mevsimimi çaldılar benden. Rengimi çaldılar. Sesimi çaldılar. Bir tek gözlerim kaldı, bir de tüm olup biteni başka dillerde duyan kulaklarım. Reyhanlı henüz söylenmemiş en acı türküsüymüş bu memleketin. Ardından kaç ana yanıyor, kaç aşık haykırıyor duyabilecek, bakabilecek gücüm kalmamış kalbimde. Öyle büyük bir acı ki dönüp bakmaya korkuyorum. Benim korktuğum "O ben ki / Bir kadında bir çocuk hayaleti mi / Bir çocukta bir kadın hayaleti mi / Yalnızca bir hayalet mi yoksa..." o ellerini havaya kaldırmış fotoğrafla yaşıyor, yaşayacak dünya durdukça... Elbet soracak bir gün bir çocuk. Soracak, sormaması gerekenleri. Ve aralayacak "Güney Çayırı"nın kapılarını...
Güney Çayırı, en sevdiğim çocuk edebiyatçılarından biri olan Astrid Lindgren'in yazdığı en güzel masallardan biri şüphesiz. Çok uzun yıllar önce, açlığın dünyayı kasıp kavurduğu günlerde yapayalnız kalan iki küçük kardeş bakacak kimseleri olmadığından Güney Çayırı'ndaki evlerini bırakıp Bataklık Köyü'nde yaşayan zalim bir çiftçinin yanına sığınmak zorunda kalırlar. Her şeyin gri olduğu Bataklık Köyü'de zor günlere göğüs geren Anna ve Mattias, ahırdaki hayvanların bakımını üstlenir. Tek umutları okula gitmek olan iki kardeş, okuldaki günlerinin de ahırdakilerden farklı olmadığını anladıkları gün karşılarına çıkan kırmızı bir kuşun peşine düşerek Güney Çayırı'ndaki köylerine benzeyen ve sürekli ilkbaharın yaşandığı büyük bir bahçeye gidip gelmeye başlarlar. Kırmızı kuş, Bataklık Köyü'ndeki tek ve en güzel renkli şeydir ve Anna ile Mattias'ın kurtarıcısıdır. Güney Çayırı öyle tasvir edilmiştir ki, okurken yaş akıtırsanız karışmam.
Pegasus kitaplığından çıkan Güney Çayırı 48 sayfadan oluşuyor. Bu dokunaklı masalın, öyküyle müthiş bir bütünlük sağlayan yalın resimlerini yapan isim Marit Törnqvist. Yıllar önce yazılmış bu kitabın ne yazık ki günümüz yaşam koşullarına da uyarlanabileceğini bilmek, Astrid Lindgren''in tüm zamanların yazarı olduğunu, dünyanın her yerinde çalışmak zorunda olan, çalıştırılan çocuk işçilere göz kırptığı gerçeğini de hatırlatıyor.
Kendimi büsbütün griler içinde Bataklık Köyü'nde hisseden ben, yola çıktığımızda bütün sokakların Güney Çayırı'na gitmesini diliyorum. Koşarak ve hızlı adımlarla!
0 yorum:
Yorum Gönder