“Şans ne yazık ki sevdiklerine karşı bile hiçbir zaman fazla cömert davranmaz. Tanrıların bir ölümlüye, ölümsüz bir iş başarma fırsatını bir defadan fazla bahşettikleri pek nadir görülür...”
Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar’da, Stefan Zweıg, rutinin, geniş zamanların dışına çıkıp, sadece bir karar an’ına odaklanıyor. Söz konusu karar an’larında neler oluyor? O an’da kafasından geçenleri karara bağlayan kişi neye dokunuyor? Yanıt olarak insanlığın önünde açılan yeni boyuta demek basit kaçacak. Her şeyden önce tarif edilemeyecek denli önemli olan bir noktada son sözü söylemek, bunun farkında olmak daha can alıcı bir yerde duruyor. Zira kendisiyle birlikte dünyayı da yazan kişi var karşımızda. Bu sıradan herhangi bir kişi de olabilir. Olabilir mi? Belki. Ama yine de bir yaratım sürecinin içinde olmadığı taktirde bu biraz zor gözüküyor. Zaten Zweig da çalışmasının baş köşesine oturtduğu kişileri tarihsel süreçlerden seçmiş. Tarihi adıyla yazmış isimleri, kendilerinin kaderlerini belirlediği an’da yakalamış. Tüm bu an’lar belirdiğinde muhatabı olan kişilerine oldukça yüklenmiş Zweıg. Geriye dönüşün uçurumlaştığı noktada da gerilimi yüksek tutmuş. Aynı zamanda, bir tekrarı artık olmayacak an’ların hüznünü de duyumsatarak.
Aynı nehirde iki kez...
Tıpkı Herakletios’un da dediği gibi “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” olacağından, üstünde durulan süreçlerin sıradan insanlar için de geçerli olduğunu vurgulayalım. Zweıg’ın kitabına konu ettiği tarihsel kişileri yakından tanısak da, bu tanışıklığın nedeni üzerinde durmamız gerektiği konusunda yoğunlaşmamızı sağlıyor Zweıg. Eğer söz konusu an’lar olmasaydı, o an’larda zihinden geçen şeyler karara dönüştürülüp hayata geçirilmeselerdi, biz bu kişileri tanıyabilecek miydik? Şimdi tamamen başka bir şeyden bahsediyor olacağımızı söylemeye gerek yok. Örneğin, Lenin sürgün yaşadığı İsviçre’de aldığı karar sonucu, 9 Nisan 1917 günü saat iki buçukta Zürih Garı’na doğru yola çıkmasaydı, 1917 Ekim Devrimi olmayacaktı. Ya da Dostoveyski, gece yarısı uykudan uyandırılıp, demirden zincirlere vurularak dokuz arkadaşıyla birlikte duvarın dibine dizildiğinde, tetik çekileceği anda gelen bir emirle son anda ölümden dönmeseydi, o büyük eserlerle insanlık tanışamayacaktı. Zweıg’ın, Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar’da, artık bir daha geri gelmeyecek kaçırılan bir an’ın canalıcı önemini, tarihsel kişiler üzerinden anlatması bizi yine de yanıltmasın. Bütün bunları herhangi bir insanın uçlaştırılmış hali olarak görmekte yarar var. Her insanın kendisi ve çevresi için bir şeyleri kaçırdığını, onların farkında bile olmadığını hatırlatalım. Zweıg’ın kişilikler, tutkular, hırslar üzerinde de ne denli durduğunun altını çizelim.Kuralların, bilinen modellerin dışında...
Kitabında, kural silsilesiyle çevrelenmiş, ne yapıp ne etmeyeceği önceden belirlenmiş bir modelden sapma da diyebileceğimiz bir anlayışla tanıştırıyor aslında bizi Zweıg. Aykırılıkla, gerekirse lanetlenmeyi göze almakla, vaz geçmeyi de bilmekle yani. Bir aşkınlıktan bahsediyor. Ama bu aşkınlıkta cesaretin payı çok büyük . Çünkü göze almak gerekiyor. Fatih Sultan Mehmet de bunlardan biri. Fantastik denilebilecek düşlemlemlerini hayata geçirerek İstanbul’u alıyor. Karadan gemi geçirilir mi? Geçirilir. “Mehmet dahiyane bir planla, körfezin dışındaki denizde artık işe yaramadan duran donanmasını karadan geçirip Haliç’in iç limanına taşımayı tasarlıyor. Dağlık bir araziden yüzlerce gemiyi geçirmek, bu soluk kesen cüretkar fikir daha işin başında o denli saçma, o denli gerçek dışı görünüyor ki, Romalılar, daha sonra da Avusturyalılar, Anibal ve Napolyon’un Alpleri müthiş bir hızla geçebileceğine nasıl akıl erdiremedilerse, böyle bir planı stratejik hesaplarına dahil etmek de Bizanslılarla Galata’daki Cenevizlilerin aklına gelmiyor. Yeryüzünde edinilen bütün tecrübelere göre, gemiler sadece ve ancak denizde hareket edebilirler, bir donanma asla bir dağı aşamaz. Ama işte tam da bu görüş, her zaman için imkansızı gerçeğe dönüştüren şeytani bir iradenin gerçek göstergesi olmuş, savaşta savaş kurallarını hiçe sayan ve uygun bir an geldiğinde denenmiş yöntemler yerine kendi yaratıcı doğaçlama yöntemini kullanan kişiler askeri bir deha olarak tanınmıştır.”Alın yazısının ipleri
Kitaba konu olan tarihsel kişilikleri her ne kadar tanıdığımızı sansak da, kitabı okuduğumuzda onları tanımadığımızı daha iyi anlıyoruz. Diğer bir yandan onlardan bize doğru hiç de yabancısı olmadığımız etkiler geldiğini söylemeye gerek yok. Aslında insani açıdan ortak yanlarımız da oldukça fazla. Ama her insanın ayrı bir kişiliği, deneyimleri, gücü olduğu da bir gerçek. Ne umutsuzluğu ne de umuda fazla da kapılmamak gerekiyor. Güç belirleyici faktör. Çünkü yazgı “güçlülerin ve güç kullananların peşinde” dolaşıyor. “Tek bir kişiye kul köle olup ona itaat ediyor yıllarca.” Sezar, Büyük İskender ve Napolyon bunlardan biri. “Çünkü yazgı, kendine benzeyen, ele avuca sığmayan kudretli kişileri” seviyor. “Ama gariptir ki arada bir, çok ender olarak da herhangi birinden yana” oluyor. “Bezen –ki bunlar dünya tarihinin en hayret edilecek anlarıdır- alın yazısının ipleri bir dakika için önemsiz birinin eline geçer. Böyle insanlar kendilerini dünyanın kahramanlık sahnesine çıkaracak sorumluluğun gücüyle mutlu olacakları yerde ürkerler ve çoğu zaman da yazgının üzerlerine yüklediği yükü titreyerek ellerinden bırakıverirler. Birinin bu fırsatı değerlendirip kendisiyle birlikte yücelttiği pek nadirdir. Çünkü yüce olan, ancak tek bir saniye için güçsüze bırakır kendini, o saniyeyi kaçırana ise ikinci bir şans tanımaz artık.”Öyle bir an ki...
Ancak yıldızın parlaklığını sürekli tutmak için bir adım gerekiyor. Bu adımın da cesaret olduğunu söylüyor Zweıg. İnisiyatif koymak gerektiğini, yoksa o parlayan yıldızın sönmekte hiç gecikmeyeceğini, böylelikle de parladığı kişiyi cezalandıracağını anımsatıyor. Zira söz konusu an geldiğinde, kişinin hızlı düşünme, karar verme, sonrasında ne olacağını hesap etmeme, bulunduğu zemini gerekirse düşünmeme, daha bir çok statüleşmiş durumları feda etme gibi hareketler gerekiyor. Elbette sonrası felaket de olabilir. Ama öyle bir an’ki, yazarın bahsettiği sırf o an’da harekete geçildiği için yeni dünyalar doğuyor. Bize bu dünyaların nasıl doğdunu, Pasifik Okyanusu’nun Keşfi, Bizans’ın Fethi, George Friedrich Handel’in Hayata Dönüşü, Bir Gecelik Dahi, Waterloo’da Dünyayı Değiştiren An, Marienbad Ağıdı, Eldorado’nun Keşfi, Kahramanlık An’ı, Okyanusu Aşan İlk Söz, Tanrıya Sığınış, Güney Kutbu İçin Mücadele, Mühürlü Tren, Cicero, Wilson Başaramıyor başlıklı bölümlerde anlatıyor Zweıg.Tüm bunlardan önemli tek bir sonuç çıkıyor tabii ki. An’ı kaçırmamak gerekiyor. Her ne kadar Zweıg kitabında, tüm insanlığa mal olmuş figürleri öne çıkarsa da, her insan için söz konusu an(lar) bir kez de olsa bulunuyor. O an’lar da kişinin önünde, açacağı yeni bir dünya için basamak olarak duruyor.
0 yorum:
Yorum Gönder