Yıllar yıllar önceydi, 80’lerin sonlarına doğru… Çocukluğumun ilk yıllarına ait anılarımı bıraktığım evde bıraktım onu da. Her cumartesi öğlene doğru gelirdi mutlaka. Gelmezse meraklanırdık çünkü. İzmir’in Selçuk ilçesinin bir köyünden gelirdi. Çeşit çeşit otlarla tıka basa dolu bohçasını dairemizin giriş kapısında indirirdi yere. Karnını doyurur, çayını içer, bir soluklanır giderdi. Sonrasında biz oradan ayrıldığımız için mi, yoksa ona bir şey mi oldu da gelmez oldu, hatırlayamıyorum.
Üzerinden 25 yılı aşkın bir zaman geçmiş. Ve bu süre içerisinde onu hiç hatırıma düşürmediğimi fark ettim. Ta ki Ayşe Kilimci’nin “Ot var, çiçek var, sevdalığa çare var…” adlı kitabını elime alana kadar. Her ne kadar yazar şimdi birçokları bilmez dese de o günleri yaşamış olmaktan farklı bir mutluluk duyuyorum.
“Ot var, çiçek var, sevdalığa çare var…” adından da anlaşılacağı üzere “otlar” üzerine yazılmış bir kitap. Ayşe Kilimci’nin harikulade anlatımıyla otların dünyasında çıkacağınız bu gezintide, bildiğinizi sandığınız otları, “böyle de mi yapılırmış” diyerek, bilmediklerinizi de merak ederek okuyorsunuz. Sadece otları mı? Tabi ki değil. Otların mitolojik hikâyeleri de bu kitapta. “Karıkoca barıştıran otu” neden bu adı taşır bilir misiniz? Kitabı okuyana kadar otu da adını da bilmezdim. Hazır sözü açılmışken Ayşe Kilimci’den bir dinleyelim hikâyeyi: “Zeytin arasında biter bir ottur, diken dibinde olduğu da olur ama daha ziyade zeytin arasındadır. Yeşili hindibayı andırır, tıpkı onun gibi bıçakla çıkartılır topraktan. Adamın biri, ağzı kokuyor diye karısını boşamak üzere kadıya gidiyormuş. Yolda kadıncağız iki zeytin arasından kopardığı bu otu, -hünerini bilmeden elbet, bilseydi daha evvel kullanırdı- atmış ağzına, sıkıntısından çiğnemiş durmuş… Kadı’nın yanına varıp dertlerini demişler. “Yaklaş” demiş Kadı kadına, “hohla yüzüme.” Hoh etmiş kadın ki, nefesi misler gibi. Kadı çıkışmış adama, huzurundan kovmuş bunları. Kadın da artık ebedi, bu “karıkoca barıştıran”ı çiğnemiş, mutlu mesut yaşamışlar.
Bu anlatılan keyifli hikâyelerden sadece biri. Daha bunun gibi nicesi var kitapta. A’dan Z’ye akla gelebilecek ya da gelemeyecek envaı çeşit otun bilgisi verilmiş. Nerede yetişir, nasıl pişirilir, nasıl servis edilir. Hepsi bu kitapta. Birbirinden güzel, bakmaya doyum olmayan resimleri de bu kitapta. Yazar, “otları hikâye etmeye çalıştık, halleri hikâye etmeye… Hayalleri sizin yerinize kurduk, bir yeşil ibrişime dolandık, yeşil kanatlar takındık, uçtuk, çakıldık, çoğaldık. Kimileyin çöktüğümüz de oldu, kanatlar düştü, biçareydik… O vakit de gene bir yeşil tütsü yetişti imdadımıza… Yeşilin ve kişinin kıymetini bilin, bilenlere komşu olun.” diye de öğütlüyor.
Sadece otlar değil fasulye de burada, bakla da, dikenler sultanı enginar da, havuç da... Okurken gülmekten kendinizi alamayacağınız, zaman zaman yerlere yatacağınız “çıngıl çıngıl pazarlarımız”ın hikâyeleri de var bu kitapta.
Masalcı Abla Ayşe Kilimci otları anlatmış bu defa bize. İzmir’de sokak sokak gezen otçu kadınların seslendiği gibi sesleniyor kitabında: “Ot var, çiçek var, sevdalığa çare var…”
İzmirli olanlar bu kitabı mutlaka okusunlar. Geçmişlerine keyifli bir yolculuk yapacaklar. İzmirli olmayanlar da okusunlar. Çünkü ot var, çiçek var, sevdalığa çare var…
0 yorum:
Yorum Gönder