Joel Koven “Tarih ve Tin”de şöyle der: “Geç kapitalizmin kendini iyi hissetme kültürü içinde, acı çekmenin değeri bugünlerde unutulmuştur. … Ötekine açılma, dünyanın acısını hissetmek demektir. … Ancak ruhun acı çekişi radikal mutluluk umudunu da ima eder. Acı çekmek ve varlığa açık olmak: bütünleşmiş varlığın olanaklıklarını beklemek … anlamına gelir.”
Acıyı boş ver anı yaşa ya da şimdiyi boş ver, bu dünyanın kurallarını kutsal kitaplara göre biçimlendir anlayışlarının yaygınlığından kurtulup daha iyi bir dünya için başka felsefeler kurmaya gereksinmemiz var. Ve de bu başka felsefeleri öneren edebiyat, sinema yapıtlarına dört elle sarılıp onları daha çok okunur, izlenir hale getirmeye…
“Masumlar” da yazar, gereksinmemiz olan böyle bir felsefeyi önerir.
Anlatıcı Brani Tawo Cambridge’e gelmeden önce yaşadığı coğrafyanın ağırlığını içinde taşıyan bir devrimcidir. Öyle ki onun çocukluğunun geçtiği köy “ölülerle birlikte kalabalık bir köydü” ve “namus diye herkesin koynunda taşıdığı bıçak, kan akıtmaya zaten hazırdı.” Doğanın ve insanın insana uyguladığı şiddetin pek de yadırganmadığı bir coğrafyadır söz edilen. Romanda açıkça söylenmese de şunu sezeriz: Anlatıcının anadili onun gurbet duygusunu perçinleyen “dağ dili”dir. Varlıklarının bilinmesine öylesine muhtaçtır ki bu coğrafyadakiler, öğretmen sınıfta Amerika’dan söz edip getirdiği yabancı gazeteden bir haber okur: “Elindeki gazetede yaman geçen kış mevsiminde Haymana Ova’sında donarak ölen iki çoban ile dört yüz koyunun haberi yazılıydı. Çocuklar sevinçle alkışladı, kadın öğretmen buna memnun kaldı.” Romanın geçmişte yaşananlar düzlemine sığdırdığı bu, ve bunun gibi pek çok hikaye, anlatıcı Brani Tawo’nun acısını okura da sirayet ettirir. Donan insan ve hayvanların haberini alkışlayan çocuklar ve buna memnun kalan öğretmen… Sarıldığı her insanın ölümünü gören Kewe… Yanlışlıkla kendi kardeşlerini öldüren Ferman… Ömrü boyunca Ferman’ı bekleyen Asya… Yaşadığı akıl almaz saldırıdan kentten kıra kaçan Pençeyüzlü kadın… Yıldırım çarpmasıyla ölen çoban… Ölen bebeğinin öcünü alan Koca İsmail… Hepsi ateşten geçmiş, ateşte pişmiş kahramanlar, yaşadıklarından bilgelikler çıkarabilmesini bilmişler. Brani Tawo Cambridge’e geldiğinde işte onların acısını sırtlanıp bu uzak ülkeye insomnia olarak getirmiştir.
Sözü edilen bireysel acıların fonu darbe ve idamlarla süren bir siyasi tarihtir. Siyasi tarih, “Masumlar”da, şiir okunurken arka planda acıklı acıklı çalan bir keman gibidir, sesi derinden işitilir. Derinden ve etkili…
Feruzeh, Brani Tawo gibi göçmendir. Eski eşya satan dükkanda başlayan tanışıklıkları aşka dönüşür. Geçmişleri onları geleceğe taşır aslında. İkisi de geçmişi yok saymaz, aşkları aracılığıyla acılarıyla barışırlar. Feruzeh, Brani Tawo’ya “Ben senin yanında günahlarımı temizliyorum” der. İran’a bir süreliğine geri dönerek bunu somutlar. Brani Tawo ise ona babasından kalan gül desenli aynayı hediye eder. “Cebimden gül desenli aynayı çıkardım. Eskiden bu aynada geçmişi görürdüm, bu sefer geleceği gördüm. … Aynayı yüzüne yaklaştırdı. Kimsenin bilmediği bir kuyuya düşer gibi, gizli bir hayatın sırrına erer gibi baktı.”
Feruzeh ve Brani Tawo “bütünleşmiş varlığın olanaklıklarını” sezmiş ve bunu gerçekleştirerek, acıdan aşka çıkan bir yol çizmişlerdir. İkisi de ruhlarının acı çekişinin, Joel Koven’in söylediği gibi, “radikal mutluluk umudu” taşıdığının farkına varacak sezgiye ve bilgiye sahiptir. “Kimsenin doğduğu yerde yaşlanmadığı” zamanlarda “ötekine açılmak” şanssızlığını mutluluğa dönüştürmek için tek yoldur belki de.
İki düzlemde gelişen romanın bir düzlemini geçmişte yaşananlar, diğerini de şimdide yaşananlar oluşturur. İlk düzlem Ferman, Kewe, Koca İsmail, Küçük Mehmet, Pençe Yüzlü Kadın, Deniz,Tatar Fotoğrafçı ve Haco bölümlerinden oluşur. İkinci düzlem, şimdiki zaman, Feruzeh, Azita Hanım, Wittgenstein, Brook, Brani Tawo, Stella ve O’Hara bölümlerinden oluşur. Son bölüm “o” iki düzlemi birleştirir, geçmiş, şimdiye radyo oyunun replikleriyle aktarılır.
İlk çizgideki biçem, benzetmelere, soyutlamalara, abartıya dayanır; olayların anlatımı masalsıdır. Bu özellikler, sözlü edebiyat geleneğimize, halk hikayeleri ve destanlara ilişkindir. “Çok geçmeden beyin istetmek üzere olduğu güzel kız kimsenin tanımadığı bir adamla kaçmış ve ovadaki herkes bunu Kewe’nin babasından bilerek, evlerin arasında yaz sıcakları gibi ağır halde dolanan intikamın gelip onların kapısına dayanacağını anlamıştı. Bir lanetin gölgesinde büyüyen Kewe zamanının çoğunu elma ağacının altında geçirirken fidan boyunu, ak yüzünü, ve kadife sesini unuttu.” Şimdiki zamanın anlatımında “Şairin dediği gibi” diye başlayan kısımlarda bu biçem anımsatılsa da dilin daha düz kullanımıyla karşılaşırız. İlk düzlemdeki uzun tümceler ikincisinde, yerini kısalarına bırakır. Bölümler arasındaki bu biçem ayrılığı akışın ağır olma olasılığını kırmış, romana hareketlilik katmıştır.
Ölümü ve aşkı kendi dilini yaratarak anlatan bir roman “Masumlar”. Entelektüel birikimin sözlü edebiyat geleneğiyle birleştirildiği bir biçem, dil bu.
Dili kullanma, eğip bükme gücünün kurgulama ustalığıyla birleştiği bir roman…
Ölüm ve acıdan aşk ve yaşama giden yolu öneren, doğanın döngüsünün her şeyin üzerinde olduğunu, elma ağaçlarıyla akrabalığımızı, durmaksızın deklanşörüne bastımız fotoğraf makinesinin bizi sonsuzluğa nasıl taşıdığını anlatan bir roman.
Gücünü yalnızca gerçekliği sergilemesinden değil, daha güzel bir yaşam için okuruna felsefenin olanaklarını sunan bir roman. İşte, bu yüzden okunmalı.
0 yorum:
Yorum Gönder