Demokrasiden nefret edilmeli mi? Yahut başka türlü formüle ederek soralım: Nefret edilecek bir şey varsa o da demokrasi midir? Bu sorulara verilecek yanıtlar, toplumsal konumlara ve siyasal aidiyetlere göre değişiklikler gösterebilir. Ne var ki, pek çok yanıt olmasına karşılık sorunun ve de onu çerçeveleyen sorunsalın merkezinde demokrasinin temel parametreleri sabittir diyebiliriz. Bir muhafazakâr, bir liberter, bir cemaatçi, bir kapitalist, bir sosyalist için demokrasi kitle, mekân ölçeği, yönetim biçimi/rejim, kurumsal yapılara dair bir takım düşünceleri beraberinde getirir. Demokrasiyi bunlar eşliğinde değerlendirmeye başlayan bir kişi, kavramın tarihselliğinden ziyade yerleşiklik gösterdiği ana odaklanır. Tarihsel malumatsa daha çok Antikiteye uzanan bir etimolojik açılımla sınırlı kalır.
Jacques Rancière ise kavramı, yani demokrasiyi, sınırlandırmak yerine farklı epistemolojik süzgeçlerden geçirerek haritalandırmaktadır. Rancière Demokrasi Nefreti eserinde bu tip bir entelektüel işlem gerçekleştirmektedir; güncel ile geçmiş arasında salınımlı bir hatta, çeşitli örnekler eşliğinde kavramın akıbetini, alımlanma ve algılanma biçimini sorgulamaktadır. Demokrasinin sadece bir yönetim tekniği olmadığını, modern toplum ve siyasete dair tartışılmakta olan olgu ve olaylara ilişkin bir etki alanı barındırdığı okuyucuya sunmaktadır.
Rancière, demokrasiye ilişkin olumlu-olumsuz-tumturaklı yaklaşımları tartışırken öncelikle bir “demokrasi tanımı” ile yola koyulur: “…modern kitle toplumundaki sınır tanımayan arzuların egemenliğinin” adı, demokrasidir. Bu, aslında, demokrasiyi toplumsal nizamda birbiriyle yan yana getirilemeyecek türden şiddet, iltimas, seksüel sapkınlık, yozlaşma gibi durumların kökeninde kabul edenlerin ortak tanımıdır; bu tip “kötülüklerin” artışının sorumlusu demokrasi mefhumudur. Rancière burada söz konusu tanımlama biçiminden ötürü kavrama nefret duyulmasının altını çizer. Olgular ve olaylar ne kadar modern zamanlara ait bile bu nefret bir bakıma kadimdir de. Antik Yunan’daki demokrasiyi “çokluğun korkutucu yönetimi” olarak ve “her türlü meşru düzenin mahvedilmesi olarak görülen kişiler” kavramı hakaret anlamına gelecek şekilde kullanmıştır. “Tiksinçlikle” eşanlamlı olan demokrasi, Rancière’in belirttiği üzere, doğuştan veya yeteneğe dayalı iktidardakilerin konumlarının sarsılmasının da bir göstergesi olması nedeniyle pejoratif içeriğe kavuşturulmuştur.
Modern zamanlara geldiğimizde demokrasiye duyulan nefretin kökenindeki diğer bir boyut, kavramın fonksiyonelleştirilmesine ilişkindir. Demokrasi, konvansiyonel ve modern savaş mantığı ile birlikte toplumlara ve ülkelere dışsallaştırılan, “dışarıdan getirilen” bir hale bürünmüştür. Rancière çok iyi bildiğimiz Irak’tan ve diğer ülkelerden örnekler verir ve ekler: ortada bir paradoks vardır! “Demokratik paradoks” adı verilen içinden çıkılmaz hal, demokrasinin kavramsal art alanının talihsizliğini gözler önüne serer. Şöyle ki, Saddam Hüseyin’i deviren “süper-güç Amerika”nın Savunma Bakanı’nın “Iraklılara özgürlük getirdik” dedikten sonra “özgürlük aynı zamanda yanlış yapma özgürlüğü anlamına da gelir” sözü demokrasinin operasyonelleştirilmesinin izlerini taşımaktadır. Bu örnekteki talihsizlik, “orantısız askeri güç” kullanarak demokrasi ithal eden süper-gücün “düzensizliğin üzerinden gelebilecek” bir “gücü” de içinde barındırmasıdır. Demokrasi idealleştirilmiş bir siyasal ve toplumsal yaşam biçimi olarak halkların kendini yönetmesine/kaderini tayin hakkına gönderme yaparken, “yönetilemez” olanı da imler.
Rancière’in “demokratik paradoksun olağan biçimi” olarak tanımladığı, demokratik biçimsellikte yönetme sorunsalının katılaştığı an, aşırılığın ortaya çıktığı andır: “Aşırılık demokratik yönetimin yerle bir olması anlamına gelir ve bu nedenle önlenmelidir”. Tıpkı “daireyi kare halene getirmeye” benzeyen bu çaba, hükümetlerin işine gelir: Rancière’in tespitine göre demokrasilerin “yönetilemez” olması, tam da “yönetilmeleri gerektiğinin mebzul miktarda kanıtıdır” ve bu durum “yönetirken sarf ettikleri uğraş için yeterli bir meşruiyettir”. Meşruiyeti tesis eden entelektüel kadrolar, Rancière’in analitik ayrımına göre pragmatik eğilimli ve kamusal olanın otoritesinden sorumlu “politika-yönelimli entelektüeller”dir. Demokrasiyi ikircikli hale getirirken bu tip düşünürler demokrasiye “iki hasım” imajı çizerler. İlk hasım, “açık bir şekilde tanımlanmış bir düşmana”, “keyfiliğin egemenliğine”, “tiranlık”, “diktatörlük”, “totaliterlik” olarak adlandırılan “sınırsız yönetime karşıdır”. Demokrasiye tanımlı bu karşıtlık, diğer bir taraftan, başka bir karşıtlığı örter: “İyi bir demokratik yönetim, demokratik yönetim olarak adlandırılan şerri denetim altında tutabilme becerisine sahip olandır”. Buraya bir parantez açalım, Rancière’in eseri boyunca bahsettiği “iyi demokrasi” alelade bir sıfatlandırma değildir; kitabın çevirmeni Utku Özmakas’ın notuna göre Aristoteles’in Politika eserinin IV. ve VI. kitaplarındaki “iyi demokrasi” ve “kötü demokrasi”ye göndermesi olan bir kullanımdır. Rancière’in bu ayrımdan esinlenerek demokrasiyi nispeten stabilize ettiği söylenebilir: “iyi demokrasi (…) demokratik uygarlığın felaketini önleyen demokrasidir”.
Demokrasi kavramının pejoratif içerikle kullanılmasının ya da yönetilemezlik bağlamında operasyonelleştirilmesi arkasında en büyük neden, “siyasetin unutulmasıdır”. Rancière “siyaset unutulunca demokrasi sözcüğü hem kimsenin artık adıyla çağırmak istemediği bir tahakküm sisteminin edeb-i kelamı” oldu der, “hem de silinen sözcüğün yerini alan şeytani bir ad”. Siyasetin içeriği ve özgüllüğü Rancière’in daha çok Siyasalın Kıyısında, Filozoflar ve Yoksulları, Özgürleşen Seyirci gibi eserlerinde tartıştığı bir konudur ama Demokrasi Nefreti’nde de arkhè (ilk-köken-buyruk-yönetici ilke) üzerinden bir bağlam okuyucuya sunulur. Bu bağlam “demokrasinin tekilliğinin” unutulduğu, demokrasinin “oligarşik iktidarların kamusal yaşam tekeline” girdiği, demokrasinin “yaşamlar üzerinde” ipotek kurulmasına indirgendiği anlayışa ve hareket etme biçiminin aksi yönüne işaret etmektedir.
Rancière tam da bu yüzden demokrasinin çağımızın en büyük “nefret nesnesi” olduğunu söyler: “…zenginliğin toplumsal iktidarı kendi sınırsız büyümesi önündeki hiçbir engeli hoş görmüyor ve bu iktidarın içgücü, devlet eylemlerinin içgücüne her geçen gün daha yakından eklemleniyor”. Kavramın, özerk-özgün yönetim sistemini içermesine karşın “yönetilemez” kabul edilmesi üzerinden bir tahakküm tekniğine dönüşmesi “nefret nesnesi” iken, tahakküm düzenini kuran anlayışa ket vurması bu sefer karşı tarafta ayrı bir “nefret nesnesi” olarak görülmektedir. Rancière’in çıkardığı demokrasi dizgesinde “demokrasi nedir” sorusunu tekrar sorarsak şunu söylememiz mümkün: “Demokrasi, ne oligarşiye halk adına hükmetme imkânı veren yönetim biçimidir ne de metanın gücünün düzenlendiği toplum biçimidir”.
DEMOKRASİ NEFRETİ, Jacques Rancière, (Çev.) Utku Özmakas, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder