Evinizi hiç tanımadığınız biriyle paylaşır mıydınız? Sadece gidecek yeri olmadığını bildiğiniz, muhtaç biriyle mesela. Modern dünya insanı bencilliğin sonsuz denizine soyunalı çok olmuştur. Var olmanın eşiti sayılan gelişkin mülkiyet anlayışımız “evet’in” yolunu çoktan kapatmış gibidir.
Nagazaki deyince okurun zihnine ilk yansıyan; Amerika Birleşik Devletleri’nin II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde, Japonya’nın Nagazaki şehrine attığı atom bombası ve sonrasında yaşanan katliam oluyor. Buna karşın kitap Japonya’da yayınlanan bir gazete haberinden esinlenerek yazılmış. Küçük bir roman olan Nagazaki, yoğun anlatımı ve unutula gelen insani gereklilikleri hatırlatması bakımından kıymetli. Kitap 2010 yılında Fransa’da I’Académie Française Grand Prix ödülüne layık görülmüş ve yirmiden fazla dile çevrilmiş.
Shimura, günlerini tekdüze bir sıradanlıkta geçiren, orta halli, bekâr, ellili yaşların başlarında bir meteorologdur. Hayatındaki bu olağan akış, bir süre sonra kendinden bağımsız gelişen olaylar yüzünden sıkıntılı bir hal alır. Birkaç haftadır evinde yabancı birinin varlığını hisseder. Üstelik bunu hissettirenin bir hayalet olmayacağını bilecek kadar aklı başındadır.
“Her şey satın aldığımdan emin olduğum bir yiyeceği bulamayışımla başladı. İlk başta tabi ki kendimden şüphe ettim… İkinci seferde, kasa fişini tesadüfen saklamışım, böylelikle hayal görmediğimden emin olabildim: Evet birden kayıplara karışan balığı gerçekten satın almıştım.”
Yiyeceklerin kayboluşu, zamanla eşyaların değişen yerleriyle de dikkat çekici olmaya başlar. Shimura aklının sınırlarını zorlayan bu açıklanamaz durumla paranoyanın eşiğinde gidip geldikten bir süre sonra, bu durumla daha fazla başa çıkamaz ve sorunu kökünden çözecek teknolojik bir yol bulur. Evine yerleştirdiği kamera sayesinde işyerinden mutfağını izlemeye başlar. Çok geçmeden mutfağında gezinen, bir kadın görür. Bir siluetten farksız bu anlık görüntü, Shimura’yı geri dönülmez bir eşiğe getirir.
“Şu hiçbir şeyim olmayan o zavallı kadını unutmak değildi söz konusu olan. Mesele, yoksunluğu ve çoraklığının ansızın gün yüzüne çıktığı tüm varlığımı unutabilmekti. Uzun zamandır orada hiçbir istek, hiçbir umut yeşermemişti. Bu kadın lanetlenmeyi hak ediyordu, sis perdesini kaldıran oydu.”
Kitap yoluna okurunu şaşırtarak devam eder. Siluet canlanır, anlatıcı ve eril dilden sonra bu kez kadın diliyle başka bir hikâye çıkar ortaya.
“Tanımadığınız birine yazılacak bir mektuba başlamak için en uygun cümle diye bir şey yoktur. Birbirimizi “gerçekten” yalnızca bir kere ve ne denli tuhaf koşullarda görmüş olursak olalım, birbirimize tamamen yabancı olmadığımız bir gerçek.”
Görünür gerçekler, detayların arasına sıkışan aslının gerisinde kalır. Çaresizliğin sınırlarına gelmiş bir kadının yaptıkları, şaşkınlık uyandırmaktan çok, okurun kendiyle hesaplaşmasına sebep olur. Kitabın son satırlarında yaşanan ironi, yaşamın aynası gibi yansır okurun yüzüne. Çünkü okur da yaşamın parçası olmakla, birbirinden farklı coğrafyalarda, başka hayatları yaşadığını düşünse de her hayat birbirinin tekrarı gibidir. Küçük bir anlatı olan Nagazaki, ayrıntılı betimlemelere rağmen etkili ve edebi tadını yitirmeyen bir roman. Not olarak; kitap yayınlandığı her ülkede farklı kapak tasarımlarıyla ulaşıyor okurla.
NAGAZAKİ, Éric Faye, Çeviri: Nilda Taşköprü, Sel Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder