Ulysses veya Dublinliler durduk yere yazılmaz. Hayat, edebiyat, sanatın her türlüsü, felsefe, din ve bilim üzerine düşünür taşınır, okur sindirir, tartışır, konuşur, özümsersiniz, üzerine edebi beceriniz had safhada, dehanız da izin veriyorsa oturup, andığım eserleri yazarsınız.
Bu nedenle, nasıl ki Joyce bizi Bloom’un arşınladığı Dublin sokaklarında yürütmüşse, söz konusu eserlerin yazarı James Joyce’un kat ettiği yolları bilmekte de fayda var.
Joyce, büyük eserleri yayınlanıp kabul görene kadar Dublin, Paris, Trieste sularında geziniyor. Kolay olmayan bir hayatı, yine yazıp çizerek sürdürüyor. Büyük eserlerine zemin hazırlayan, bir kısmı zamanın gazetelerinde yer bulan, bir kısmı daha sonra günışığına çıkan, çok sayıda deneme, makale, eleştiri kaleme alıyor.
İşte bu deneme ve eleştiriler sayesinde Joyce’un, eserlerinin altyapısını nasıl oluşturduğunu, kimi zaman hangi yönlerde zihinsel değişimler geçirdiğini, Ibsen ve Sheakspeare tiyatrosundan Munkacsy resmine, dinden Aristo ve Bruno felsefesine, İrlanda’dan Sinn Fein’e, Oscar Wilde ve Dickens eserlerinden şiire kadar ve edebi akımlar hakkındaki fikirlerini görebiliyoruz.
Önce Joyce diliyle başlayalım. Joyce çevirisinin zorluğu malumunuzdur. Yine bu yazılarda Joyce’un, kısa metinlerde dahi dilin derinliklerinde dolaşma isteğini, yüzeysel anlatımla yetinmediğini, kelime haznesinin genişliğini, kelimelerle oynaştığını görüyoruz. Joyce, Trieste günlerinde kaleme aldığı yazılarının bir kısmında - özellikle İrlanda hakkında olanlarında - İtalyancayı kullanmıştır. İşin ilginç tarafı, anadili İngilizcenin zirvelerinde dolaşmaktan haz eden Joyce’un, İtalyancada da dilin sınırlarını zorlama isteği, metinlerine kimi zaman Triestine lehçesini yedirme çabasıdır.
Joyce’un dile ne kadar önem verdiği, yayınlattığı, “Dil üzerine Çalışmalar” adlı denemesinden anlaşılmaktadır. Bu denemede Joyce, dilbilgisini bir bilim dalı olarak ele alır ve matematikle karşılaştırır. Her daim çevirisiyle gündeme gelen Joyce’un, yine bu denemede söylediği şu sözler dikkat çekicidir; “Vergil’in Latince metinleri o kadar özgündür ki tercümeye kalkışmak büyük bir meydan okumadır. Dolayısıyla böyle bir dilin uygun İngilizceyle tanımlanması büyük bir muhakeme gücü, bilgi birikimi ve özverili bir çalışma ister.” Adeta, kendisiyle ilgili, geleceğe iletilmiş bir uyarı.
Joyce’un dil ve edebiyat üzerine denemelerinde, eleştiri ve yazar/şair kıyaslarıyla birlikte sürekli dilin etimolojisi, yapısı, kelimelerin kökeni üzerinde durduğu ve dil üzerinde dış etkenlere çokça kafa yorduğu görülmektedir.
Söz dilden açılmışken küçük bir parantez; Joyce (ilk akla gelen örnek olduğu için) ve kimi başka bazı yazarların çeviri zorluğunu, dili ulaştırdıkları noktayı yere göğe koyamazken (haklı olarak), kendi dilimizdeki metinleri, aman kolay çevrilsin, evrensele yakın olsun diye kuşa çeviren kimi yazarları ne yapmamız gerektiğini bilemiyorum. Neyse, bu başka bir tartışma konusu, biz Joyce ile devam edelim.
Nelerdir Joyce’un yazdığı deneme, makale ve eleştiriler? Halen çevirisiyle uğraştığım ve birkaç ay içinde, Aylak Adam Yayınları tarafından okurla buluşturulacak elli küsur metnini tek tek anmayacağım. Umarım ki yayınlandığında daha detaylı konuşulur üzerlerine. Ama ilginç olan birkaçından satır başları vererek, Joyce’un düşünce ikliminin kıyılarında dolaşmaya, büyük yazarın düşüncelerinin ne şekilde evrime uğradığını anlamaya çalışalım.
Joyce’un ilk dönem denemelerinden, İrlanda Kraliyet Akademisi’nde sergilenen Munkacsy’nin, İsa’nın yargılanarak topluluğa sunulduğu anı resmeden ‘Ecce Homo’ tablosu hakkındaki yazısında, düpedüz antisemit eğilimleri göze çarpıyor. Şu kısa alıntı, bu konuda fikir verecektir; “Kalabalığın kalbinde, itilip kakıldığı için sinirlenen birisi var. Gözleri öfkeyle kısılmış ve dudakları iğrenç bir şekilde köpürmüş. Öfkesinin sebebi, modern İsrail’de de çokça giyilen bir kıyafete sahip, zengin bir adam.” Aslında böyle bir metni kaleme aldığı yıllarda dahi, özellikle Ibsen yapıtlarına hayranlığı üst düzeyde. Hem İngiliz ve hem de dünya edebiyatını takip ediyor. Yine de Cizvit eğitiminin etkilerini halen üzerinde taşıyor demek ki. Takip eden yıllarda ise Flaubert ve Kant’tan etkilendiğini, Sheakspeare’i daha derin incelediğini görüyoruz. Ve Trieste yıllarındaki Joyce, bu düşüncelerinden sıyrılıp, ‘Humanism’ başlıklı denemeler kaleme alır hale geliyor. Daha da sonra Ulysses’de Yahudi asıllı Bloom, Dedalus karşısında bilimin izdüşümü olarak çıkar karşımıza.
Joyce’un düşüncelerindeki bir başka radikal değişime, İrlanda ve yurtseverlik/milliyetçilik bağlamında şahit oluyoruz. Paris’te, 1900’lü yılların başında, Dublin’i henüz terk etmiş olduğu günlerde, Sinn Fein ve Arthur Griffin’le düpedüz dalga geçen, Mangan şiirini bayağı bulan bir Joyce var karşımızda. Burada Joyce halen, Dublinliler’de tasvir ettiği kasvetli ortamın içinde ve etkisindedir. Daha sonra Trieste’de İngilizce kaleme aldığı ve “Il piccolo della sera” adıyla da İtalyancaya çevrilen metinlerinde ise, Fenianism’e yakın durduğunu, analizlerini, daha önce uzak durduğu ve eleştirdiği Griffin’e dayandırdığını ve İrlanda’nın bağımsızlığını savunduğunu görüyoruz. Kardeşi Stanislaus’a yazdığı bir mektupta, “Mevcut İrlanda’yı Sinn Fein ya da emperyalizm ele geçirecek. Emperyalizmin yanında duracak değiliz,” diyor.
Gerek din, gerekse memleket kavramalarına yaklaşımındaki bu değişimi sadece göçmenlikle açıklamak pek doğru bir yaklaşım olmaz. Zira ilk dönem kısa yazılarını da çoğunlukla Dublin’den uzakta, Paris’te kaleme almıştır. Bu değişimin temelini daha çok, sanatla, felsefeyle haşır neşir olmasına bağlayabiliriz. Joyce’un erken dönemini, heretik bir bireysellik olarak ele alabiliriz ve bu nedenle Joyce’un bu dönem yazılarını okuyan birisi, sonraki fikirleriyle çeliştiğini hayretle okuyabilir. Özellikle 1910 civarı (Dublinliler’den önce) kaleme aldığı yazılarda ise daha oturmuş bir bakış açısıyla, yoğun bir şekilde geçmiş ve çağdaş zaman, özgürlük ve asimilasyon, toplumsallık ve bireysellik karşılaştırması yaptığını görüyoruz. Burada da sanat teorisi üzerine yazılarını dikkatle okumak gerekiyor.
Joyce’un sanat üzerine yazılarında, iki temel terim grubu arasında kontrastı vardır; ritim, ilerleme, akışkanlık bir tarafta ve heyecan, arzu, iştah diğer yanda. İkinci söz grubu Joyce’a göre pornografiye ve didaktik öğretiye uygun yaklaşımları temsil eder. İlk grup ise sanatı, sanatçıyı ve geçek olayların doğasıyla ilgilidir.
Estetik algının, halk kitlelerinin ötesine düştüğü önyargısına şiddetle karşı çıkar. Hem bu bakımdan ve hem de, kültürel tarih açısından ele aldığı konular değerlendirildiğinde Joyce, kendisinden önceki İrlandalı yazarların çok ötesine düşer.
Joyce’un kültürel tarihe derin bir perspektiften baktığını görüyoruz. Joyce’un uluslararası, kült konumunu, edebiyat, felsefe ve sanattaki çağdaşlarıyla yaptığı zihinsel tartışmaya borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıların yarattığı olumlu etki sonucu, yine kardeşine yazdığı bir mektupta, şu ifadelere rastlıyoruz; “Bir zamanlar olduğumu sandığım şekilde İsa Mesih değilim belki ama yine de, gazetecilik konusunda ilahi bir beceriye sahip olduğumu düşünüyorum.”
0 yorum:
Yorum Gönder