Onur Caymaz, önceki kitaplarında yer alan iki novellasını Gökyüzü Sineması’nda bir araya getirdi. Bu uzun öykülerden ilki, 2005 yılında yayımlanan “Sanki Yarın Nisan”da okuduğumuz “Hüzün İyidir”. İkincisi; kitaba adını veren öykü, 2008 tarihli “Kalbin ve Tenin Bütün İstekleri” kitabından. Birbiriyle biçimsel bağları bulunun çok katmanlı, farklı okuma biçimlerine açık bu öykülerde Caymaz, bir yandan edebiyatımızın atalarıyla metinlerarası yöntemle sıkı bağlar kuruyor, öte yanda da oyunsuluğu yerleşik bir düzende değerlendiriyor. Dille kurulan gerçekliği birdenbire yıkmaya yönelmiş, anlamı sorgularken yabancılaştırma efektiyle metnin dışına atan, sözünü ettiği değerleri bir çırpıda değersizleştiren bir oyunsuluk bu.
Onur Caymaz’ın öykü dünyasına bütünüyle baktığımızda geçmiş zamanın belleğindeki görünümleri birer ikonografiye dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Yazar masumiyeti, vefayı, öfkeyi, toplumun farklı kesimlerinde, farklı konumlarında yaşamış kişilerle nesneleri kanıksanmış imajların içerisinde yeniden çözümlemeye girişir. Yoruma sunduğu verileri, ortak hafızamıza düşen izlerin anlamıyla birleştirerek değerlendirir. Dilden, eşyaya, olaydan duruma, kişilere kadar atmosferinde beliren her detayı nesneleştirip bugünün değerleriyle göksel olanı yeryüzüne indirir. Kimi zaman çocukluğun, uçarı masumiyetin, hüznün; kimi zaman da mitsel figürlerle düşüncenin gökselliğidir bu. Yeryüzündeki hâli ise sürekli yer değiştiren bir gerçekliği söyler bize.
Hikâyelerinde değiştirilemez özün içinde sakladığı gerçek nosyonunun karşısına kendi olmayan üretilmiş gerçeği koyuyor yazar. Bunun üzerinde ikinci öykü Gökyüzü Sineması’nda durmak gerekiyor.
“Hüzün İyidir” adlı novellada, anlatıcı aynı zamanda yazar karakter Nisan Birol üzerinden Muhsin Bembeyaz’ın hikâye kişisine dönüşmesi süreci işleniyor. Muhsin’in varlığı kanıtlanacak ölçüde anlatılmasıyla birlikte anlatılanların yazar Nisan tarafından biçimlendiği vurgulanıyor. Muhsin Bembeyaz aşkı, temiz duyguları, saflığı kutsayan ikonlardan biri. Onun kutsal bir simgeyi ifade etmesindeki en büyük etken duygusallığıyla saflığa adanmış oluşu. “Kutsal ancak duygusal’la vardır,” diyordu Bedrettin Cömert, Giotto’nun Sanatı adlı eserinde, “tanrısal bile, ancak bu dünyadaki somut göstergeleriyle kavranılır bir duygu olur…”. Caymaz, cinselliğe aç, ayak oyunlarına, güçsüzü dolandırmaya koşullanmış kirli bir toplumda yaşayan yapayalnız Muhsin’i somut göstergelerle sunuyor okura. Otuz yaşında, ticaret lisesinde yatılı okumuş bir muhasebeci; eski Türk filmlerini, aşk romanlarını yansılayan bir yaşam onunki; hâlâ bakir ve bu yüzden minibüs şoförü, bıçkın arkadaşı Kral tarafından sürekli aşağılanıyor. Tesadüflerin doğurduğu pembe tokalı, beyaz mantolu Gönül’le karşılaşması ve ona olan onmaz aşkı… Yazarı Nisan’la da tesadüf sonucu tanışıyor Muhsin. Nisan, görünmez güçlerin kirlettiği ortamın içinde bembeyaz kalan Muhsin’i anlatıyor, dolayısıyla var ederken o eski filmlerle romanların nahif kahramanlarını kutsallaştırıyor. Onun ikon görüntüsüne Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği Muhsin Bey karakterini; Nisan’a ise şiire vurgun bir hikâyeci kimliğini giydiriyor. Masumiyetin yüreğinden doğan duygular, ki art arda çekilmiş fotoğraflar gibi betimleniyor, yalnızlıkla yenilgiler her iki karakteri birbirine dönüştürüyor. “Birol” diye verilen soyadı Nisan’ın dilindeki, zihnindeki parçalanmanın hem altını çizen hem de durması için verilen bir emri işaret ediyor.
Birini, bir şeyleri etiketlemenin kolaycılığıyla, kişinin etiketlenmekten aldığı yaradan söz ediyor Caymaz. Buna karşılık anlattığı karakterini etiketlemekten geri durmuyor. Öfkenin karşısına öfkeyi kışkırtacak argümanları yerleştirerek onu yeniden kamçılıyor yazar.
Caymaz eski Türk filmlerinin sahnelerindeki atmosferi kullanıyor öyküsünde. Esas oğlanla esas kızın karşılaşması, olayların gerçekliğine uzak durumların birdenbire gelişivermesi, kararlı, duygusal yorumların ağırlığını hafifleştiren söylemelerle gerçekleştiriyor bunu. İyilikle babacanlığı temsil eden figürleri, toplumun çirkin, kirli yüzünün karşısına soyadıyla özdeş Muhsin Bembeyaz karakterini yerleştirmesi kırılganlığın, masumiyetin altını çizerken onların tutarlığındaki inisiyatifin anlatıcı karakter Nisan Birol’a verilmesi onun aynı zamanda oyunsuluğunu kanıtlıyor.
Caymaz bu hikâyesinde Tutumanayanlar’la metinlerarası bir ilişki kurmuş. Kişilerine verdiği isimler, hikâyenin dili, anlatım yöntemi bu ilişkinin göstergeleri.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı yayımladıktan sonra eserine ve yazar kimliğine yönelik eleştirilerle karşılaşmıştı. Romanın yöntemiyle Nabakov’un Solgun Ateş’inin kopyası olduğu iddialarına karşı anlaşılmadığını söylemişti Atay. O dönemde eleştirimiz metinlerarasına, parodiye, pastişe yabancıydı. Toplumunun algı zamanını aşan bir hikâye kurmuştu yazar. Günümüz yazınını etkileyen edebiyat atalarından biri olacağını henüz bilmiyordu.
Caymaz, bir ata simgesi olarak kullanmış Atay’ı. Onunla birlikte Selim İleri etkisi, onun ayrıntıyı kullanma biçimiyle dili kendini gizlemeden gösteriyor hikâyede. İki ustanın üslubu Caymaz’ın sözlerinde yankılanıyor adeta. Yanı sıra, kurgu atmosferinde edebiyatımızın mitsel karakterlerini kendi kişileriyle çeşitli düzlemlerde bir araya getiriyor. Kimi zaman dış görünüşlerindeki biçimsel unsurlarla, kimi zaman anıştırılan eserleriyle anlatılan yazar ve şairlerin mitsel varlıkları hikâye kişisi aracılığıyla yeniden kuruluyor.
Gökyüzü Sineması’da Attila İlhan geçiyor caddelerden. Selma’nın hayran gönlünden ve Ferhat’ın öteki şairlerle, zaaflarını bildiği sanatçılarla kıyasladığı zihninden de. Hikâye, Kabil’le Habil gibi isimleri aynı harften türeyen iki kardeşin; Ferhat’la Rafet’in (ki Ferhat devrimci olmasıyla bir harf ilerdedir tüccar abisinden) kavgası, kendi içlerindeki kavgaya odaklanıyor. Ferhat da Muhsin gibi nahif, göksel bir karakter. Ama onun nahifliği 12 Eylül iktidarının görüşlerinin yansıması. Anlatıcının Ferhat’ı düşüncesinde yarattığı belirtiliyor satır aralarında. Onun etrafında sanatın iktidardan başı dönmüş kirli yüzü, siyasi iktidarın 12 Eylülle dile pelesenk ettiği devrimci harekete ve eylemlere yönelik söylemleri işaretleniyor. İktidarın gördüğü gözle betimlenen karakterin inancını boşa çıkaran yorumlar bunlar. Taksim meydanındaki meşaleli eylemde Ferhat’ın eyleme duyduğu inanç birdenbire sönüyor. Onu yıkan, kendisini önemsiz hissettiren olaylar sonunda Ferhat’ın kavgaya dair düşünceleri veriliyor yer yer. Yazarın mı, sistemin mi görüşü olduğu belirsiz kalan yorumlarla, klişe söylemlerin kıskacındaki kişiler birer şablona dönüşmekten kurtulamıyor.
Gökyüzü Sineması, metinlerin birer oyun olduğunu söylüyor: Gerçekliğin her an bozularak kırılabileceğini.
0 yorum:
Yorum Gönder