"Bu kitapla, bu inkâr edilmiş geçmişi yeniden canlandıracaktık. Ermenilerin bir zamanlar canlı olduğunu göstermek istedik. Temelde bu var: Canlı insanlar." Raymond H. Kévorkian,
Türkiye’de resmi tarih yazıcılığının uzun süre unutturmaya çalıştığı gerçeklerden biri bu ülkede Ermenilerin, Rumların canlı insanlar olarak yaşadıkları idi. Canlı insanlar olarak köylerde şehirlerde bir mimari, bir kültür oluşturdukları. Fakat tedrisatın sürekli tekrar ettiği ‘zararlı cemiyet’ üyeliğinin dışındaki varlıkları hep saklandı; saklanmasa kim bilir belki de bastığımız yeri toprak diyerek geçmek çok daha zor olacaktı. Ankara’da “içinde çeşmelerin aktığı, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bahçeleri bulunan taş evlerden oluşan” (s.212) Ermeni mahallelerinin 1915 öncesi varlığını bilseydik eğer ‘ne oldu?’ sorusunu sormak elbette kaçınılmaz olacaktı. Tekirdağ’ın Osmanlı kayıtlarında Tekfurdağı olarak geçtiğini, adının Rodosto olduğunu bilseydik; 1606’da burada bir Ermeni cemaatinin kurulmuş olduğunu, “1915’teki tehcirin arifesinde limandaki yaklaşık 30.000 nüfusun yarısının Ermenilerden oluştuğunu” (s. 124) bilseydik Ermenilerin Doğu Anadolu’dan zorunlu nedenlerle ‘göç ettirilmiş’ oldukları masallarına da hiç inanmamış olacaktık.
Yukarıda tırnak içinde verdiğim alıntılar, Hrant Dink’in Türkçede yayımlanmasını çok istediği ve 1997-2000 yılları arasında bazı bölümlerini Agos’ta yayımladığı, Raymond H. Kévorkian ve Paul B. Paboudjian’ın 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler adlı eserinden. Eserin 2012’de Aras Yayınevi tarafından yayımlanmasında da Hrant’ın katkısı var. Aras Yayınları’nın yetkilileri ile görüşerek çevirinin neredeyse tamamlandığını fakat kendisine yönelen nefret kampanyasını büyütmek istemediği için böylesi bir projeyi devam ettirip ettiremeyeceklerini soran o. Kitap 2012’de yayımlandığında o aramızdan alınanı 5 yıl olmuştu.
Mayda Saris tarafından Fransızca aslından çevrilen 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler kelimenin gerçek anlamıyla dev bir tarih çalışması. Kévorkian amaçladığı biçimde “yıkımdan önceki Ermeni dünyasının sarsılmaz bir imgesini sunmak” için binlerce yerleşim merkezini çok önemli bir görsel malzeme ile birlikte sunuyor. Çalışmada 2.925 kent ve köyün dökümü yapılıyor.
İki kısımdan oluşan kitabın birinci kısmında, 1915 öncesi Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin kurumlar tarihi, Ermeniler bakımından dönemin siyasi tarihinin ana hatları, 1915 öncesinde Ermenilerin ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel tarihi yer alıyor. Bu kısımdaki en önemli ve üzerinde durulması gereken tespit özellikle 1894-96 katliamlarıyla Abdülhamit döneminde zirveye çıkan planlanmış, merkezi ve yerel yönetimlerce desteklendiğidir. Yazarlar bunun nedeni olarak 1878 sonrasında Osmanlı Devleti’nin politikasının, bölgedeki Ermeni unsurunu katliamlar ve din değiştirmeler ile ortadan kaldırmak; bunu Kürtler aracılığıyla yaparak Kürtlerin de yaşamını zorlaştırıp onları zayıflatmak olarak değişmesini gösterir. Bu tespit aslında Ermeni soykırımı ile bir hesaplaşma yapılacaksa 1915’in gerisine ve ilerisine gidilmesi gerektiğine işaret eder. Ermenilerin varlığının fiziksel ve kültürel olarak Anadolu’dan silinmesinin tarihi Abdülhamit devrinden İttihat ve Terakki’ye miras kalmış ve Cumhuriyet de hafızalardan silme görevini yerini getirmiştir- kitabın bütün yerleşim isimlerini Ermenice, Kürtçe ve Türkçeleriyle vermesi bu konuda da önemli bir katkıdır.
Bu kısımda Türkiye’de yapılan “sayı tartışması”na ilişkin de önemli veriler sunulmaktadır. Yazarlar Osmanlı Devleti’nin Yüksek Ermeni Platosu’nda yaptığı, Kemal Karpat tarafından yayımlanmış olan, nüfus sayımlarının kendi içinde çelişkili olduğunu gösterdikten sonra onlarla da karşılaştırmalı olarak Ermeni Patrikhanesi’nin verdiği dökümü sunar (s. 61-64). Bu iki sayım arasında yarı yarıya bir fark vardır ki yazarlar Osmanlı’nın kayıtlarla oynandığının Devletin Defterdarlık kayıtlarından bile anlaşıldığına işaret ederler. Ayrıca Patrikhane’nin kayıtlarla oynama ihtimalinin olmadığını çünkü bu sayımdan hemen sonra Avrupalı müfettişlerin geleceklerini ve durumu inceleyeceklerini düşündüklerini eklemektedirler.
Ermenilerin siyasi ve kültürel yaşamına dair kesitler sunan bu kısımda Arus Yumrul’un Toplum ve Bilim’in 83. sayısındaki yazısında “Osmanlı’nın ilk anayasası” olarak adlandırdığı 1863’te kabul edilen Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin getirdiği laik ve özgürlükçü bir kurum olan Cismani Meclis’in eğitime yaptığı katkılar ve katliamlara karşı siyasi alanda verilen mücadele aktarılıyor. Ermeni basınına dair Türkiye basın tarihçilerinin de dikkate alması gereken önemli veriler sunuluyor. Ayrıca bir Ermeni rönesansından bahsedilen bölümde özellikle 18. ve 19. Yüzyıl Ermeni yüksek kültürüne dair kesitler yer alıyor.
Eserin ikinci kısmı, yazarların bölgedeki canlı Ermeni varlığını resmetmek ve yeniden sunmak amacını başarılı bir biçimde yerine getiriyor. İnsanlar ve Yaşadıkları Topraklar başlığını taşıyan bu kısımda Ermenilerin Anadolu’nun her köşesine yayılmış varlığı bu varlığın tarihsel kökenlerine dair bilgiler, görseller, mimariye ve kültüre ilişkin aktarımlarla birlikte sunuluyor. İstanbul hamalları, sarrafları, simitçilerini; Anadolu’daki yüzlerce kilisenin fotoğrafını, Ermeni terzilerinin, rahibelerinin yetimhanelerin, hastanelerin fotoğraflarını bulmanın mümkün olduğu bu kısımda her bölgenin yaşam tarzı da titizlikle yeniden canlandırılıyor. Özellikle İstanbul, İzmir gibi kozmopolit metropollerle Yüksek Ermeni Platosu olarak adlandırılan bölgede yaşayan Ermenilerin arasındaki önemli farkları ilk elde görmek mümkün. Ama derinleştikçe bu bölgelerin kendi kırsallarının nasıl farklılaştığına dair bilgiler bu topraklarda var olmuş canlı bir tarihi gözler önüne seriyor. Her sayfasında, okuyana, özellikle de Türkiyeli okura, bilmenin sorumluluğunu biraz daha hissettiren bu kitabın Hrant Dink için neden bu kadar önemli olduğu da sanırım böylece ortaya çıkıyor.
Bitirirken, kitabı okurken masamda gören herkesin hemen kendi doğduğu yerleşime ilişkin bilgilere dair bir tarama yapması aslında ortalama her Türkiyelinin en azından benim çevremde olanların, üzerine bastığı toprağa, gittiği okula, camiye dair bir sorusu olduğunu bana kişisel olarak gösterdi. Bu eser, daha genel bir soruya dair önemli bilgiler içermesinin yanı sıra bir sorumluluğa da işaret etmesiyle çok önemli ve değerli bir çalışma.
0 yorum:
Yorum Gönder