“İsrail saldırılarına uğradık. Ölenler oldu içimizde. En yiğit, en gözü kara savaşanlar kimlerdi biliyor musun? Yan yana vuruştuğumuz, kelime-i şahadet getirip ölürken doğru cennete gideceğine inanan koyu Müslümanlar. Hani bizim burada tepeden bakıp alay ettiklerimiz.” Filistin’de savaşmış bir solcu militan, Türkiye’deki arkadaşına/yoldaşına anılarını böyle aktarıyordu Vedat Türkali’nin ünlü romanı Yalancı Tanıklar Kahvesi’nde… Sanki 12 Mart’ta, 12 Eylül’de ser verip sır vermeyen nice delikanlıların içinde böyle bir Allah inancı varmış gibi… Ünlü postmodern aydın Foucault da İran’daki Molla devriminden bahsederken “Pehlevi yönetimini devirme hedefine kilitlenmiş insanların ölümle yüzleşmeye hazır olmasının büyüleyici olduğundan” söz eder. Sanki o çok eleştirdiği “büyük anlatı” sosyalizmin militanları, halkı için ölüme gözünü kırpmadan gitmemiş gibi…
Janet Afary ve Kevin B. Anderson, “Foucault ve İran Devrimi: Toplumsal Cinsiyet ve İslamcılığın Ayartmaları” adlı kitaplarında, Foucault’nun İran Devrimi ile ilgili yazılarını ağırlıklı olarak toplumsal cinsiyet perspektifinden eleştirmiş. Kitap, Foucault’nun modernizmi eleştirirken, ondan daha gerici bir kalkışmaya nasıl dört elle sarıldığını ilginç örneklerle açıklamış. Foucault’nun, modern toplumsal ilişkiler karşısında modernlik öncesine ait toplumsal ilişkileri nasıl kayırdığını özetlemiş.
Kitaba göre Foucault'nun İran Devrimine duyduğu ilgi, gazetecilik merakını aşıyordu. Yeni "Müslüman" tarzı politikanın sadece Ortadoğu için değil, aynı zamanda Fransız Devrimi'nden bu yana laiklikten yana politikalar güden Avrupa için de yeni bir "siyasal maneviyat" biçiminin başlangıcı olabileceğini düşünüyordu Foucault… Şiilerin şahadet efsanelerini ve kefaret ritüellerini devrimci hareketin ekseriyetle sahiplenmesi ve Pehlevi yönetimini devirme hedefine kilitlenmiş insanların ölümle yüzleşmeye hazır olması, Foucault’yu adeta büyülemişti. Şahadet kavramından bir siyasi maneviyat çıkarıyordu Foucault…
Aslında kitapta Foucault’nun düşünce yapısının köşe taşları olan; maneviyata derin ilgi, modernizm öncesi cinsel yönelimlere övgü, “delilik” kavramını öne çıkararak mevcut düzenin tek tipleştirmesine karşı çıkış gibi olgular ayrıntılı bir şekilde anlatılmış ve bu kavramların İran İslam Devrimi’ne bakışta nasıl öne çıktığı açıklanmış. Kitabı kaba bir postmodernizm eleştirisi olmaktan çıkaran en önemli noktası Foucault’yu en zayıf karnı olan toplumsal cinsiyet tartışmaları üzerinden vurması olmuş.
Kimlik politikalarına verdiği önemle öne çıkmış, düzenin toptan değiştirilmesindense hayatın içindeki kimi kurallara (gündelik faşizm gibi) karşı çıkışı tercih ederek, aslında kimi feminist akımlara da kaynaklık eden Foucault düşüncesi, İran Devrimi’ne yaklaşırken kadın meselesinde tökezlemiş. İslamcı iktidarın, kadınların üzerinde modernizmden çok daha büyük bir baskı ve otoriterlik uygulayabileceği, gözünü modernlik karşıtlığı bürümüş Foucault’yu pek de tedirgin etmemiş. Nitekim o dönemde Paris’te sürgün hayatı yaşayan İranlı bir solcu kadın olan ‘Atoussa H.’nin gönderdiği mektupta ilginç ifadeler yer alıyor. Atoussa, Foucault’nun İslamcılara karşı eleştirel olmayan duruşuna güçlü şekilde itiraz etmiş: “Şahın kanlı zorbalığının yerini alabilecek bir İslamcı hükümet ihtimali karşısında Fransız solcuların kaygısız tavırları beni müthiş üzdü.” Ona göre Foucault, ‘günümüzde sendelemekte olan vahşi kapitalist diktatörlüğün yerine geçmesi ona göre faydalı olacak bir ‘Müslüman maneviyatı’ karşısında heyecan duyuyordu.
Aslında bu bakışın kökleri Foucault’nun cinselliğe bakışında aranmalıdır. Nitekim kitap da böyle yapıyor. Kadın hareketi açısından olmazsa olmaz muhalefet alanı olan cinsel taciz, cinsel şiddet, çocuk tacizi gibi kavramların Foucault’yu pek de enterese etmediği Cinselliğin Tarihindeki şu örnekle özetlenmiş: “Foucault 1867 yılında Lapcourt köyünde kendi halinde bir erkek rençperin belediye başkanına ihbar edildiğini yazar. Çünkü daha önce de yapmış olduğu, üstelik çevresindeki köy çocuklarının da yaptığına şahit olduğu şeyi yapmış ve küçük kıza kendini elletmiştir. ‘Ayran oyunu’ diye adlandırılan oyun eskiden beri teklifsizce oynanmaktadır. Foucault 1976 yılında bu oyun üzerine şu yorumu yapar: ‘Bu öykünün taşıdığı önemse hiç de önemli olmayışından kaynaklanır. Çünkü köydeki cinsel etkinliğin bu gündelik sıradan olgusu kır yaşamının bu küçük zevk kaynağı, belli bir andan itibaren yalnızca kolektif bir hoşgörüsüzlüğe değil aynı zamanda bir yargı eylemine tıbbi bir müdahaleye titiz bir klinik muayene ve kurumsal bir çalışmaya konu olmuştur.”
Kitaptaki bu örnek, münferit bir örnek değil, Çünkü Fransa’da yetişkinler ile on beş yaş altı çocuklar arasındaki cinsel münasebetleri suç kapsamına almayı hedefleyen kampanya sırasında Foucault bu kampanyaya karşı çıktı, cinselliğin hukukun işi olmadığını söylüyordu.
Batı’daki burjuva modernizmini (pek çok açıdan haklı olarak) eleştiren Foucault ve diğer postmodern düşünürlerin açmazı, modernizmi bir halk aydınlanması ile aşmak yerine ondan daha geri noktadaki kimi uygulamaları “kültür” kisvesi altında olumlamasıdır. Bahsettiğim kitabın her sayfası bu konuda önemli örneklerle dolu. O yüzden Foucault’nun İslam devrimi sırasında Şii’lerin şahadet kültüründen etkilenmesi de, kadına yönelik baskıcı uygulamaları görmezden gelmesi de bu şekilde açıklanmalıdır. Bugün 8 yaşındaki çocukların başını örten zihniyete “özgürlük” perspektifi ile yaklaşan kimi feminist ya da sol liberal akımların durumu da bu köklerde aranmalıdır.
Foucault, İran ile ilgili verdiği bir söyleşiye şu başlığı uygun görmüştü: “İran: Ruhsuz dünyanın ruhu”. Yazının başında örnek verdiğim Vedat Türkali romanı da, İslamcıları anlamamız gerektiği konusunda nasihatler dinlerken Marx’ın “din halkın afyonudur” sözünden sonra söylediği “kalpsiz dünyanın kalbidir” cümlesini araya sokuşturmuştu. Ne tesadüf değil mi? Halbuki Marx, aynı cümlenin devamında “Halkın hayali mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, onun gerçek mutluluğunun talebidir” yazar.
O zaman ne demeli? Her İslami kalkışmada gözleri kamaşan sevgili düşünürler… Muhtaç olduğunuz siyasal maneviyatı, dünyanın her yanında damar damar dolaşmış asil devrimci muhalefette bulabilirsiniz.
FOUCAULT VE İRAN DEVRİMİ, Janet Afary ve Kevin B. Anderson, Çev: Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2012.
0 yorum:
Yorum Gönder