Her sanat türünün iletişimsel işlevi düşünüldüğünde mektup sadece edebi bir tür olarak çıkmaz karşımıza… İnsanın kendisini anlatma gereksiniminin yaşamını sürdürmek için gereken asgari ihtiyaçları karşılamak ya da toplumsal yapının unsurlarını kalıcılaştırmak sonrasında birdenbire beliriverdiğini söyleyebilir miyiz? İnsan büyünün olağandışılığından yazının olağan evrenine geçerken de ontolojik bir sorunsalla içgüdüsel olarak mücadele ediyordu belki de… Öyleyse ‘mektup’ hep vardı ama onu okumak zaman aldı ve henüz tamamen okunmuş olduğunu düşünmek için çok erken.
Oya Baydar’ın “Kedi Mektupları”, kedilerin birbirleriyle haberleşmek ve insanların dünyası hakkında daha derin bilgiler edinmek amacıyla kokularıyla yazdıkları (daktilo kullanan bir kedi dışında) mektupların ana kurguyu sağladığı bir roman. Romanda kedilerin varoluşsal sorunları ve sahiplerinin dünyasında olan bitenler hakkındaki merakları farklı bakış açılarıyla oldukça zenginleştirilmiştir. Yaşamları bir şekilde kesişmiş olan insanların ve kedilerin hem ayrı hem iç içe akan yaşantılarına yönelik gözlemler felsefi soruların pekiştirildiği bir nitelik kazanmıştır.
Romandaki ana sorunsal çok katmanlıdır. Türkiye-Almanya ekseninde, Berlin Duvarı’nın yıkılışına tanık olan siyasi sürgünlerin hem ‘ütopik’ sosyalist ideolojilerinin çöküşünü hem de ülkede yaşanan darbelerin sarsıntılarını kendi öznellikleriyle yorumlayışları kedilerin dünyasıyla çakışarak aktarılmaktadır.
12 Mart ve sonrası, Berlin Duvarı’nın yıkılması, dogmatikleştirilen her ideolojinin birbirine benzerliğinin kaçınılmazlığı gibi birçok soruna dokunma cesaretini göstermiştir Oya Baydar bu romanıyla… Roman, Batı ve Doğu’nun yaşam tarzlarının eleştirilmesi, siyasi sürgünlerin yaşamına ışık tutması, kedi özelinde hayvanların insanlar dünyasında yaşadıkları çatışmaları vurgulaması, yaşamın anlamı, insanın varoluş sorunları gibi derin yanıtlar isteyen sorular sorması bakımından da önemlidir. Kedilerin bakış açısının son derece gerçekçi olması romanın akıcılığını ve inandırıcılığını güçlendirirken anlamsal zemindeki sosyal ve siyasi meselelerin farklı kimlikteki kişilerin kendi algı dünyalarına göre konumlanışı ile yanıtların çoğaltılması amaçlanmıştır.
Kedi Mektupları, bir siyasi yenilginin ve aslında dünyanın yeniden farklı değerlerle kurulmasında sosyalist kanadın yıkılışının altında kalan bireysel dramların yakın plandan ele alınışının romanıdır. Mektupların sahibi olan kedilerin bol bol ‘mırnavlaştıkları’ ve sahipleriyle olan ilişkilerini zaman zaman kedi olmak ve insan olmak arasındaki farklılıkları kendi dilleri, dünyaları, içgüdüleri ve keskin sezgileriyle yorumlamaya çalıştıkları, evcilleşmek ve özgür kalmak arasındaki seçimlerini yaparken verdikleri ödünlerle yüzleştikleri bir dünyaları vardır. Ve bu kedilerin sahipleri diğerleri gibi değildir. Hem yanıtını bilmedikleri soruları sordukları hem de boyun eğmedikleri için…
Elbette ele alınan konular çok ağır bedelleri olan sosyal travmalardır ve romanın kahramanları bundan en çok etkilenen devrimcilerden seçilmiştir. Yaşanan mücadelenin özünün yeterince kavranamamış olması bu insanların ödedikleri bedelle yüzleşirken yaşadıkları dramı arttırmış gibidir.
Zaman zaman kedilerin sahipleri hakkında ulaşmaya çalıştıkları gerçekleri birbirlerine yazdıkları koku mektuplarıyla çözmeye çalışmaları üzerine yaptıkları yorumlar ve aşırı yorumlar bir yineleme zaafı yaratmaktadır. Ve yenilginin meşrulaştırılması adına kahramanlar aracılığıyla yıkılışın karşısında farklı yanıtlar aranılması okura benimsetilemeyen bir ‘çok yönlülük’ içermektedir. Yazarın antisosyalist bir ideolojiyi bu yenilginin gerekçesi olarak göstermesini de bireysel trajedilerin sosyolojik oluşumların önüne geçmesini de bir özeleştiri olarak değerlendirmek mümkündür. Ama bu hesaplaşma, aslında en iyi çözümün yanıtı olmayan soruların sorulmaması noktasında net bir bireysel pragmatizme vardırılmaktadır. Yani yazarın varoluşsal mücadelesini bireysel ve güncel kurtuluştan yana kullanması, bu iç hesaplaşmayı dayatması olarak da yorumlanabilir. Burada eleştirmek istediğim noktanın elbette yazarın yaşadığı iç hesaplaşmalarının ya da ideolojik sorgulamalarının içeriği olmadığını, bunların okura aktarılış biçimi olduğunu vurgulamak isterim.
Ayrıca ne yazık ki kedilerin cinselliği yaşamalarındaki doğallığın vurgulanması adına da yapılsa, insanların cinsel hayatlarına kedilerin gözüyle bakılmaya çabasıyla da olsa hoş görülemeyecek bir cinsel asimetri olduğunu hissettim roman boyunca.
Tüm nesnellik zaaflarına rağmen, kedilerin ve sahiplerinin arasındaki hem bütünsel olarak ilişki ve iletişim ağı hem de farklılıkları başarılı bir şekilde aktarıldığı için özgün bir mektup romandır, Kedi Mektupları… Kedilerin de sahiplerinin de birer karakter olarak kedilerin bakış açısıyla anlatılması zıtlıklara ve karşılaştırmalara dayalı bir anlatımı zorunlu kılsa da gayet başarılı bir şekilde beklentiyi karşılamaktadır. İnsanın özellikle de kadının devrimci mücadeleden yenik çıktıktan sonra yaşama tutunmak adına çocuk sahibi olmayı seçmesi intihar eden kahramanın umutsuzluğuna hak verilse de zayıf da olsa bir ümit ışığının olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Romanın sonunda herkes kendine istediği yanıtı verebilir, ben şöyle diyorum: İnsanın tek özgürlüğü ölümü seçme özgürlüğüyse yaşamı seçmek için sadece ‘kedi gibi yaşayıp gitmek’ bir seçimsizlik olsa gerek… Çünkü insanın daha yaşanılır bir dünyayı hayal etmesi ve bu dünya uğruna bir taraf olması bir kedi gibi yaşayıp gidemeyeceği içindir.
KEDİ MEKTUPLARI, Oya Baydar, Can Yayınları, 2013.
0 yorum:
Yorum Gönder