Kaç kişinin haberi oldu bilinmez, ama İletişim yayınları geçen sene ilkbahar aylarında çok alışmadığımız cinsten bir çizgi-albümü kitaplık raflarımıza kazandırmıştı. Senaryosunu Levent Cantek’in yazdığı ve yirmi kadar farklı çizer tarafından resmedilen “Dumankara: Hayat Bir Yangındı”, başkent Ankara ve onun insanlarının yüz yıla yayılmış hikayelerini çizgi roman okurlarıyla buluşturan bir eserdi. Otobiyografiden polisiyeye, karamizahtan bilimkurguya pek çok türde konaklayan ve her konağında hikayesini farklı bir çizer eşliğinde takdim eden Dumankara, yerli çizgi romanda kuşkusuz senenin en önemli olayı oldu, çizgi roman yayıncılık tarihimizde de sessiz ama güçlü bir klasik olarak yerini garantiledi.
Daha az insanın bildiği bir şey ise Cantek’in Dumankara albümünün aslında Ankara Üçlemesi isimli bir serinin ilk eseri olduğu. Serinin ikinci kitabı Emanet Şehir (Çizer: Berat Pekmezci) geçtiğimiz haftalarda İletişim Yayınları tarafından satışa sunuldu. Bu kez tek bir uzun Ankara hikayesini okurlara sunan yeni kitap hem oldukça akıcı, hem de yıllardır bodur kalmaya mahkum bırakılan çizgi romancılığımızın önemli eksiklerini kısmen de olsa gideren önemli niteliklere sahip.
Emanet Şehir’in hikayesi 1950’de, tanıdığımız bildiğimizden çok farklı bir Ankara’da geçiyor. Tek Parti Rejimi son demlerinde, tahtın yeni sahibi Demokrat Parti ürkütücü adımlarla yaklaşıyor, komünistler yeraltında, Soğuk Savaş yeryüzünde. Günümüz koşullarına aynı anda hem çok uzak hem de çok yakın, tanıdık ama çok başka bir zamandayız. İşte bu başka zamanın gri manzarası, Emanet Şehir’de bize memur Şekip’in penceresinden sunuluyor. Şekip memuriyeti sıcakta üzerine zorla giydirilmiş bir palto gibi taşıyan, hayatta asıl amacı yazar olmak olan bir adam. Bu sebeple dönemin Ankara gazetelerinin kapısını defalarca aşındırıyor, arkadaşı şair Orhan ile meyhane meyhane gezip sanat tartışmalarına katılıyor, gerektiğinde dayak atıyor, işler rast gitmezse dayağını da yiyor. Hayat Şekip’i kimi vakit aşkın tutkunun, kimi vakit polisiyenin ve karanlık politikaların ortasına atıyor. Genç memurun feleğin tüm bu sınavlar silsilesi karşısında ise tek bir silahı var: Yalancılığı. Şekip çok iyi yalanlar söylemiyor, ama çok uzun süredir bu işi yapmakta. Kendini bildi bileli yalan söylemiş, daha da duracak gibi gözükmüyor...
Cantek’in ilk olarak Dumankara için bir kısa hikaye olarak tasarladığı Emanet Şehir, sonradan bağımsız bir projeye dönüşmüş ve genişleyerek 100 sayfalık bir grafik roman halini almış. Daha geniş çaplı bir hikaye anlatmak yazarı da çizeri de özgürleştirmiş, 50’lerin dokusunu yansıtan pek çok öğe (ve politik detay) okuru da boğmayacak bir şekilde kitaba yayılmış. Kitabın en büyük başarısının bu tonu tutturmadaki ustalığı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Grafikroman üretiminin çok kısıtlı olduğu, yakın tarihle ilgili edebi ya da görsel eserlerin ise neredeyse hiç veril(e)mediği bir ülkede böyle bir işin dünya standartlarında bir kaliteyle kotarıldığını görmek gerçekten sevindirici. Emanet Şehir temelde Şekip’in oradan oraya sürüklenişini anlatan karamsar bir kitap, ama hikayesinde politika yapmıyor olması politik bir duruşu yok demek değil. Bilakis, dönemin politik konjonktürünü çok iyi kavramış ve mevcut taraflara ne mesafede duracağını çok iyi çözmüş bir hikayeye sahibiz. Demokrat Parti’nin ve ileride 6-7 Eylül olaylarına kapı açacak milliyetçiliğin yükselişi, Amerika’daki McCarthy döneminin Türkiye’deki yansımaları, artan jurnalcilik ve İsrail’in kuruluşunun ardından gerçekleşen büyük Yahudi göçleri; Şekip’in hayatına o ne kadar uzak durmaya çabalasa da bir şekilde dokunan olaylar oluveriyorlar.
Emanet Şehir’in 1950’leri yansıtan bir dönem hikayesi olması, ihtiyaç duyulan arkaplan düşünüldüğünde ilk anda genç okurları ürkütebilir. Kitabın sonundaki kısa ansiklopedik kısım bu noktada (belki de Cantek ve Pekmezci’nin tahminlerinin bile ötesinde) yardımcı oluyor. Devlet dairelerinde İsmet İnönü resimleri bulunmasından, Mısır Sineması’na gösterilen ilgiye pek çok detayın kafalarda yaratacağı sorular, kitabın bu kapanış kısmında tatmin edici cevaplara ulaşıyor. Bunun yanında Berat Pekmezci’nin kendine has ve okur dostu çizgilerinin Emanet Şehir’e çok yakıştığını da özellikle belirtmek gerek. Pekmezci, Cantek’in iki hikayesini daha Dumankara’da resimlemişti. Emanet Şehir’in hikaye akışı ve karakterler açısından, gene Pekmezci’nin çizdiği Dumankara’daki “Ankara 1916” hikayesini andıran bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz. Bu hikayenin antolojide bir bölüm olarak değil de ayrı bir kitap olarak vücut bulması Emanet Şehir için de Dumankara için de en hayırlısı olmuş.
Yapılmak istenenler gözönüne alındığında, Ankara Üçlemesi’nin iki kitabı da insanın aklına Amerikan çizgi romanının büyük isimlerinden Will Eisner’in yarı-biyografik A Contract With God Üçlemesi’ni getiriyor. Eisner’in üçlemesi New York’ta yaşayan Yahudilerin hayatlarından parçaları yüz yıllık bir zaman diliminden parçalar sunarak bize yansıtırken, Cantek Ankara Üçlemesi’nde benzer bir çabayı Ankara için sarfediyor. Emanet Şehir’in başarısız bir yazarın sürüklenişini hikayeleştirmesi ise Eisner’in çömez bir karikatürcünün New York hayatını anlatan 1985 tarihli Dreamer’ını hatırlatmakta. Grafik-romancılığın da temel taşlarını oluşturan ve insanların çizgi roman algılarını ciddi biçimde etkileyen, Will Eisner’in açtığı bu yolun üzerinde Türkiye’den de birilerinin yürümeye karar verdiğini görmek mutluluk verici. Karşımızda vasat bir imitasyon değil, bilakis geçmişteki iyi işlerden dersler çıkarmış ve bu dersler eşliğinde kendi şehrini anlatmayı, kendi özünü gerçekleştirmeyi hedefleyen insanların bir eseri var. Zaten bu sebepten ötürü Emanet Şehir sadece Ankaralıların değil, çizgi romana ilgisi olan herkesin zevkle okuyabileceği bir iş.
0 yorum:
Yorum Gönder