Kabilenizle savanayı keşfe çıktınız (Doğru, her gün yaptığınız bir şey değil). Bir nehir kenarına geldiniz, karşıya geçmeniz lazım. Hep beraber nehre mi atlarsınız yoksa hep beraber bir sal mı yapmaya başlarız? Bundan yüzbinlerce yıl önce ilk insanlar sal yapmayı seçti ve muhtemelen bugün dünya üzerindeki konumumuzu bu tercihe borçluyuz.
Sal yapmak, ateş yakmak, yemeklerin taşınabileceği kaplar örmek veya balta yontmak, kısacası, alet yapabilme yeteneği, artık hepimizin bildiği üzere insanlık için teknolojinin başlangıcı ve insan evriminde önemli bir dönüm noktası. Alet yapma yeteneğinin gelişmesi, beraberinde bir dizi bilişsel yenilik de getirdi. Birçok evrimsel biyolog, bu konuda fikir birliği içinde. Ve birçok evrimsel biyolog, bu konuda o kadar fazla popüler bilim kitabı yazdı ki, bu külliyata aşinaysanız artık bir tanesini daha okumak istemezsiniz. Fakat “İnanılmaza İnanmak”, diğerlerinden farklı. Çünkü insanlığın evrimsel gelişiminin şiarı olan alet yapımının, bir diğer ayırıcı özelliğimiz olan inanç sistemimizle arasındaki ilişkiye ışık tutuyor. Lewis Wolpert’e göre, dini ritüellerden batıl inançlara, inanç sistemimizin evrimsel tarihi de alet yapımına dayanıyor.
Tarih boyunca izini sürebildiğimiz birçok uygarlığın, dini veya spritüal ritüelleri var. Meleklere ve şeytanlara inanmaktan, tahtalara vurmaya, uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia etmekten, bel ağrısından yan komşunun kem gözlerini sorumlu tutmaya ve hatta kazanma şansımızın çok az olduğu bir piyangoda içimize bir his doğmasına kadar, mantıklı bir zemine tam da oturtamadığımız birçok inanışımız var. Fakat inanç sistemi, sadece açıklanamayan olaylarda devreye giren bir mekanizma değil. Günlük hayatta, arabamızın neden bozulduğuna dair veya aynı yan komşumuzun bugün suratının neden asık olduğu konusunda fikirlerimiz, inanışlarımız var. İnanç, çevremizdeki olayları bir neden-sonuç ilişkisine oturtmaktan ibaret aslında. En temel haliyle bu mekanizma, yani olaylar arasında bağlantı kurabilme yeteneği, ilk insanların hayatta kalmasında ve çevresini kontrol ederek hâkimiyet kurmasında kritik rol oynadı- buna alet yapımı da dâhil. Wolpert’e göre, insanlığın objeler ve güçler arasındaki ilişkileri çözmeye eğilimi, yani inanç sistemi, alet yapımının evrimleşmesinde de rol oynadı.
Elbette, Wolpert özellikle embriyonik dönemdeki el/ayak gelişimine yoğunlaşan bir biyolog olduğu için, inanç sistemini el becerilerimizin evrimleşmesine bağlaması birçok akademisyenin olayları kendi konuları çerçevesinden yorumlamasını andırıyor olabilir. Ne var ki, alet yapımıyla bağlantısını kabul etsek de etmesek de, bu kitabın sağlam temellere oturttuğu birkaç önemli nokta var. Birincisi, ‘inanç’ gibi soyut kabul edilebilecek bir kavramı, davranışsal mekanizmalara, yani insanların neden-sonuç ilişkisi kurma eğilimine oturtabiliyor. İkincisi, yine inancı biyolojik bir mekanizma olarak ele aldığı için, her fizyolojik sürecin sorgulanmasına başlanan ilk yere, yani o sürecin bozuk işlediği patolojik vakalara dikkat çekiyor. Şizofreni ve konfabulasyon, inancın patolojik olduğu medikal teşhislerden birkaçı. Ve bu vakalardan öğrendiklerimiz, inanç hakkındaki bazı sorularımızı cevaplayabilir ve yeni sorular doğurabilir.
Bir bakıma, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurarak çevremize dair bilgi toplayan ve böylece yaşam alanına uyumu ve kontrolü eline alabilen, bunu yaparken de algılarımızın birbiriyle tutarlı olmasını sağlamaya çalışan canlılarız. Açıklama bulamadığımız olaylara dair hikâyeler tasarlamamız, doğamızın temel bir parçası. Tırmandığımız ağaç dalının sallanmasının sebebinin, ağacın dallarını sallayan saldırgan bir bozayı olabileceği çıkarımını yapabildiğimiz için ve bunu birçok farklı duruma, çevremize dair doğru bilgileri toplayarak yapabildiğimiz için bugün hala hayattayız. Ve yine bundan ötürü, deprem olduğunda sinirli bir bozayı tanrının ortalığı birbirine katıyor olduğunu düşünebiliriz.
İşte bu noktada, bilimsel düşüncenin inanç sistemimizin neresinde durduğu önem kazanıyor. Sağladığı evrimsel avantajlardan dolayı, inançlarımız hızla üretilmiş ve kalıcı olma eğilimi gösteriyor- olayları hızlı bir şekilde algılayabilmelisiniz ve bunu unutmamalısınız. Artık ormanda yaşamadığımıza göre, bunun sosyal yaşamımızdaki etkilerine bakalım. Sinsi olduğu izlenimine vardığınız bir kişinin, erdemli ve sütten çıkmış ak bir kaşık olduğu konusunda fikir değiştirmeniz, çoğu zaman pek hızlı olmaz. Bununla birlikte, aklımıza daha yatkın gelen birçok çıkarım, bilimsel gerçeklerden uzak olur: bir kilo demirin bir kilo kâğıttan daha hızlı yere düşeceğini zannetmek veya dünyanın yuvarlak olduğunu tahayyül edememek gibi. Hâlbuki bilimsel düşünce, insana çevresine dair birçok veri sağlar ve neden-sonuç ilişkisine dair yepyeni bir iç görü kazandırır. Wolpert bu noktada, bilimi diğer inanç sistemlerinden ayrı tutuyor. Bilimi, mantık ve kanıtın hâkimiyetinde olan, bu nedenle de dünyanın nasıl işlediğine dair temel açıklamaları yapabilen ve bunu çok daha mekanistik şekilde gerçekleştiren bir sistem olarak ele alıyor. Bence, bilimsel düşünce, eğilimimiz olan düşünce sistemlerine bu kadar da körü körüne ters değil. Bilimsel düşünce, zaten biyolojimizin bir parçası olan inanç mekanizmamızda, veri toplama aşamasında çok daha titiz olmak demek. Neden-sonuç ilişkisi kurarken, açık delikler bırakmamak demek. Yeni verilerle, doğadaki neden-sonuç ilişkisine bakışımızı sürekli güncellemek demek. Kısacası, evrimsel süreçte bize birçok avantaj sağlayan nedensellik ilkesini, teorik, deneysel veya gözlemsel metotlarla, biraz da cilalamak demek.
Bilimsel merak çok temel bir güdü ve doğanın neden böyle işlediğini öğrenmek çok tatmin edici bir şey. İşte bilimin çekirdeğinde yatan bu neden-sonuç sorgulaması, aslında inanç mekanizmamızın evrimleşmesinin de temelinde yatıyor. Bu kitap, yeni bir ‘alet yaparak insan olduk!’ kitabı değil. Tersine, Lewis Wolpert, kendi inançlarını da örnekleyerek inanç sistemimizi ve inancın insan hayatındaki yerini din, felsefe, sağlık ve özellikle kendi araştırma konuları olan gelişim biyolojisi ve evrim bakış açısından sorguluyor ve bunu akıcı bir anlatımla yapıyor.
Kendisi hala aktif bir şekilde bilim yapan Wolpert, birkaç sene önce bilimsel bir meselede fikir ayrılığına düştüğü laboratuvarımıza, neden kendi teorisinin doğru ve bizimkinin yanlış olduğuna dair uzun bir e-posta yollamıştı. O günden bu güne efsanevi bir e-posta olarak duvara astığımız bu tirat, ‘sizin hipoteziniz saçma sapan ve tek bir kelimesine dahi inanmıyorum’ diye başlıyordu (ve mektubun geri kalanının tonu gitgide sertleşiyordu). Türkçe bilmediği için bu yazıyı okumayacağına güvenerek yazıyorum, bilimsel fikir ayrılıklarını bu kadar körü körüne zıt inanç meselesi yapmak, bu kitabın yazarı Wolpert’e yakışmadı! Kim bilir belki de Wolpert’i bu konuda bu kadar kapsamlı düşünmeye ve farklı disiplinlerde irdelemeye iten şey, kişisel olarak yaşadığı inanç meselesidir. Kitaba daha en başında, aile hayatında inanç farklılıklarının kendisi için yarattığı sıkıntıları anlatarak başlıyor ve konuya sadece akademik değil, aynı zamanda oldukça kişisel bir giriş yapıyor. Bize kızmış olsa bile Lewis Wolpert’i seviyoruz ve bu kitabın inanç meselesinin evrimsel ve bilimsel boyutlarının irdelenmesinin hakkını verdiğini düşünüyoruz.
İnanılmaza İnanmak: İnanışların Evrimsel Kökenleri, Lewis Wolpert (Çev: Füsun Elioğlu), Gürer Yayınları
0 yorum:
Yorum Gönder