Bazı kitapların sonu yaklaştıkça, insanın içini hüzün kaplar. Çok keyifli ve eğlenceli bir tatilden dönmek zorunda kalmışsınız gibi düşünmeye başlarsınız ya da “sonsuz pazar” gününün bittiğini ve acımasız pazartesinin başlayacağının ayırdına vardığınız saatlerin mutsuzluğunu hissedersiniz. Edebiyatseverlerce üçüncü cildi heyecanla beklenen, Javier Marias’ın Yarınki Yüzün romanı da benzer duygular yaratıyor okuyucuda. Okurken sizi içine alan ama aynı zamanda zorlu bir yolculuğa çıkaran, iyi edebiyatın ne olduğunu hatırlatan bir kitap Yarınki Yüzün.
Yarınki Yüzün’ü eline almamış okuyucular için kısa bir özet yapalım: Kitabın kahramanı karısından ayrılınca İngiltere’ye taşınan ve BBC’de çalışan İspanyol çevirmen Jaime Deza. Deza, bir gün Oxford’ta okutmanlık yaptığı dönemde tanıştığı Latin Dilleri uzmanı Wheeler’in davetine katılır. Wheeler, O’nu Bertram Tupra ile tanıştırır. Daha sonra Wheeler, Tupra’nın özelliklerine dair Deza’yı sorguya çeker. Deza’nın bilmediği şey aslında bir mülakatta olduğu ve yakında insanların içyüzünü, potansiyellerini öngöreceği bir mesleğe adım atacağıdır. Tupra, İngiliz Gizli Servisi içinde isimsiz bir birimin başındadır. Deza’dan istenen, insanların muhtemel geleceklerini tahmin etmesidir. Çünkü, “İnsanlar ihtimallerini damarlarında taşırlar; bu ihtimalleri gerçekleştirmeleri sadece zaman, dürtü ve koşullara bağlıdır”. Adı meçhul bu birimde insan davranışları çevirmeni ve karakter yorumcusu olarak işe başlayan Deza, işinde ilerledikçe hem kendi yaşamını hem de yakınlarının yaşamlarını daha derinlemesine incelemeye başlayacaktır. Bu aynı zamanda kişisel tarihten toplumsal tarihe yapılan bir yolculuğa da kapı aralayacaktır.
Şimdi ile geçmiş arasında gidip gelen, geçmişin günahlarıyla bugünün yüzeyselliği arasında salınan bir anlatı Yarınki Yüzün: İspanya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananları ele alırken, insanın kötülüğünün sınırsızlığının üzerine düşündürüyor. İnsanların yarınki yüzlerinin en çirkin, en güzel, en adi, en onurlu, en hain, en erdemli olduğu zaman olan savaş zamanlarını ele alarak, ihtimalleri tartma imkânı sunuyor.
Yazarın Mesafesi
Yarınki Yüzün’ün en etkileyeci noktalarından biri, okuru sürekli roman yazımı üzerine düşünmeye itmesi: Mesela romanı okurken sürekli yazarın mesafesi üzerine kafa yorarken buluyorsunuz kendinizi. Metin ve karakterle mesafesini koruyan yazarın, anlatıya okuyucuyu da dahil ettiğini, bu şekilde okuma deneyiminin demokratikleştiğini savunan eleştirmenleri düşünelim. Marias’ın, Jaime Deza aracılığıyla, soluk almadan yaptığı yorumlarla bu mesafeyi oldukça daralttığını söyleyebiliriz. Böyle bir daralma metnin değerinde bir düşme yaratmıyor. Yazarın sesinin baskın olmasının büyük bir tehdit olarak algılanmasına bir cevap niteliğini taşıyor Yarınki Yüzün. Aslında bu konuda Wayne C. Booth’un Kurmacanın Retoriği’nde söylediklerine kulak verilebilir: “Kurmaca ile ilgili tüm deneyimlerin merkezindeki bir diyalogda yazarın sesi hala baskındır. Yorum dışarıda bırakılsa da, yargıları açığa vurmak ve tepkileri biçimlendirmek için yüzlerce gereç vardır. Şiirde daima ayrıntıları değerlendirme tarzımızı kontrol eden imgelem ve simge örüntüleri modern kurmacada da etkilidir. Hikâyenin hangi kısımlarının dramatize edileceğine, epizotların sırasının ve birbirilerine oranlarının nasıl olacağına dair kararlar Hamlet’te olduğu kadar The Hamlet’te de, Odysseia’da olduğu kadar Ulysses’te de etkili olabilir”.Marias, Booth’un söylediklerini doğrularcasına, hikâyelerin nasıl dramatize edileceği, bölümlerin nasıl sıralanacağı, bir olaydan başka bir olaya geçerken nasıl bir yöntem izleneceği konusunda hâkimiyetini tüm roman boyunca koruyarak, okuyucunun oyuna katılmasını, hikâyenin akışına dair tahminlerde bulunmasını, dahası hikâyeye yön veriyormuş hissini yakalamasını engelliyor. Kahramanı Deza’nın başına gelen şey okuyucunun da başına geliyor. Roman boyunca Deza, konuşmaları kendi istediği gibi yönlendiren insanlarla diyalog kuruyor: Özellikle Wheeler ve Tupra ile yaptığı konuşmalarda hissettiği bir şey bu. Diyalogun iplerini elinde tutan, istediği zamanlarda konuşmayı farklı yönlere döndüren, sonra oradan asıl konuya geri dönen, anlattıklarını ayrıntılandıran, diyaloğun bir batağa sürüklendiğini hissettiğiniz anda sizi şaşırtacak bir bağlam kuran karakterler yaratmış Marias. Romanın üslubu ve biçimi de bu karakterlerin kişilik özellikleriyle şekillenmiş sanki.
0 yorum:
Yorum Gönder