Kelimeleri bizim yerimize düşleyenlerin aldırmazlığa terk edilmesi ne büyük talihsizlik. Tarihinin susturulup sürgün edilmesi…
Andrey Platonov, metinlerinin değerliliği hak ettiği ilgiyi sonradan kazanan, Rus edebiyatının önemli kalemlerinden biri. Eski rejimin yıkılmasıyla dolaşımı hız kazanan metinleri, artık pek çok dile çevriliyor, kendisine tecrübe etmek nasip olmayan kıymetli bir ilgiyi görmeye devam ediyor…
“Güzün son demlerinde sıkıcı bir gece vakti, karanlık bir adam elinde meşale ile geçti sokaktan koşarak…”
Mutlu Moskova adlı romanı böyle başlar Platonov’un. Anne babasını kaybeden, kaldığı yetimhanede Moskova adı verilen devrim çocuğunun, geçmişiyle ilgili anımsadığı tek şey, elinde meşale ile gecenin içinde koşan bu adam olur. Moskova genç kız olduğunda düşleri, devrimin idealleri ile süslenirken, yaşadığı sokaklardan birinde şehir planlamacısı Bojko ile tanışır. Onun desteğiyle havacılık okulunda eğitim alarak paraşütçü olur. Sonrasında metin, Moskova Çestnova’nın nasıl bir hayat yaşamak istediğine dair tecrübeleri, soruları ve bulabildiği cevapları harita edinerek yoluna devam eder.
Karakterlerin çoğunlukla erkek olduğu metin, Moskova Çestnova’nın erginliği ile paralel olarak, yetişmekte olan bir kadının ilerlemeci anlayışını, devrimin öngördüğü yeni toplum düzeninin izleği yapar. Romanın her safhasında karşımıza çıkacak olan tanışıklıkları birbirine yakınlaştıran unsur, Çestnova’nın kendisi olacaktır. Ona vasilik eden şehir planlamacısı Bojko, devrimle birlikte Stalin’in gerçekleştirmeye çalıştığı toplum mühendisliğinin kendisine en çok dokunduğu karakter olarak karşımıza çıkar. O, dünyevi zevklerin içinde yükselen uğultusunu devrimin yüksek değerleri ile bastırarak, dünya’nın dört bucağındaki memleketlerle “bir SSCB militanı olmanın üstünlüğünü duyumsayarak” dünya dili Esperanto’yu öğrenip, sabırla mektuplaşır, kapitalizmin dermansız kıldığı insanları sosyalizmin yeşeren olanakları ile selamlar. Böylelikle biz, misyoner ruhunun coşkusuna, yüzlerce Bojko’nun yoksul çalışma masasını düşleyerek tanıklık ederiz.
Mutlu Moskova Platonov için, yürekten inandığı sosyalist cumhuriyetin andı olmakla birlikte, Stalinist politikalara karşı sorgulayıcı yaklaşımının da okumasını yapabildiğimiz metinlerinden biridir. Bu tavrı Bojko’nun yanı sıra, doktor Sambikin ve makine uzmanı Sartorius’ta da görmek mümkün. Metin, rejimin mümkün kılmak için çabaladığı “cennet tasarımı”nın sarhoşluğuyla ilerlerken, kaza sonucu havacılıktan uzaklaştırılan, sonrasında maden işçiliği yapan Moskova’nın bacağının kesildiği sahnede bir inancın yarıldığını görürüz. Metindeki kırılma anlarından biridir bu. Sambikin, Moskova’nın parçalanan bacağını keser. Kendine geldiğinde, onu seven –romandaki her erkeğin makûs talihidir bu- Sambikin dudaklarından öpünce uyarır, bacağını görmek ister ve “Bacak değilim ben, göğüs değilim, karın ya da göz değilim, ne olduğumu kendim de bilmiyorum. Götürün beni, uyuyacağım” der. Kesilen bacak metaforu, sistemin her aygıtıyla vaat ettiği ortak düş müjdesinden uzaklaştığının bir göstergesi gibidir. Oysa Bojko “kapitalizm döneminde doğmuş biri olan kendine” kayıtsız kalarak yakın geleceği inşa edilebileceğine inanır. Uygulamalarda sıkıntı varsa bu, eski yaşam alışkanlıklarından kurtulamamış olmalarından ileri geliyordu. Ancak sistem içindeki çelişkiler Bojko’nun coşkusundan aşkın bir şey olmaya başlamıştır.
“Bu başlayan, gelecek zaman” Çestnova, her sabah pencerenin ardındaki Moskova’yı izlerken, zihninden başlayan zamanı geçirir. Çocuk hevesiyle gelişen Moskova, Çestnova’nın bakışıyla bize yanını yöresini gezdirir. Bulvarların, tramvayların, sevdiklerinin yanından dönen kadınların yüksek topuklarının tıkırtısıyla, “yaşanmış ve unutulmaya bırakılmış” bir şeyin uğultusu, Moskova şehrinin mutluluğuna eşlik etmektedir. Kentin kendinden duyduğu memnuniyet, Çestnova’nın yaşamın ve aşkların peşinden giden istekli ruh hali ile özdeşleşir. Ancak mutluluk çoğunlukla kendini taşıyamayan yüksek bir beklentidir. Çestnova tek kişinin nefesiyle yetinme isteksizliğini, toplumsal benliğin içinde kaybolarak yenebileceği şemasını çizer. Bacağını yitirdiğinde yaşam arzusu da buzlanmaya başlar.
Kahramanlar âşık da olurlar, sosyalizmi ve aşkı bir arada okumanın yollarını “burjuva icadı” kolaycılığına sığınmadan bulmaya çalışırlar. Ancak “eski alışkanlıklar”dan bir çırpıda kurtulamayacaklarının da farkındadırlar. Aşk onlar için şifa olmanın yanı sıra çözmeye uğraşırken yorgun düşüren bir “sorun”dur. Sambikin, Moskova’ya hissettiklerini düşünür “Sevse miydi onu sevmese miydi?... Hayır sevmeyeceğim onu, elimden de gelmez… Üstelik bir şekilde bedenini bozmak gerekecek ki acırım, hele gece gündüz nasıl harikulade bir insan olduğumun yalanını söylemek... İstemem zor iş!” Diğer yandan Sartorius’a kıyıcılıkla şöyle der Moskova “Biliyor musun, en iyisi sen vazgeç beni sevmekten… Ben nicelerini sevdim, sense ilk beni. Sen kızsın, ben kadın!” Aşkları bu kadar çeşitlilik içindeyken onun sözcükleri olacaktır elbet “Aşk komünizm olamaz; düşündüm düşündüm ve olamayacağını gördüm” Sartorius ise “yabancı bir yaşamın külfetini ve mutluluğunu paylaşarak” başka bir insanı anlayacağını düşünür. Ancak aşkın yarattığı mutluluk, tekinsiz bir şey de olabilir. Platonov’un erkek kahramanları çoğunlukla bu yükün altına giremezler ya da aşk yoksunluğundan vazgeçmek istemezler...
Andrey Platonov’un, bir inancı resmederken yaptığı en önemli şey, nakış gibi işlenmiş dille, gerçeği düşe yaklaştıran şiirli anlatımı yakalamış olmasıdır. O, izlenimci bir ressam gibi her sokağında, her karakterinde kendi hayalini duyumsatır okuyucuya. İyimserliği asla elden bırakmayan tavrı, dünden bugüne dokunuş gibidir. Mutlu Moskova, insana dair bir fikirdir. Günay Çetao Kızılırmak’ın da mükemmel çevirisi ile bu fikir, birbirini bulmuş kelimelerin zenginliğinde hep yeniden okuma isteğini koyuyor okuyucunun yüreğine.
MUTLU MOSKOVA, Andrey Platonov, Çev. Günay Çetao Kızılırmak, Metis Yayınları, 2012.
0 yorum:
Yorum Gönder